Son bir yıldır süren baskı ve Köşk’teki önemli ayrıntı

Park Caddesi’ndeki restoranlara alkol baskını ve polisin çocuklu ailelere layık gördüğü muamele gündemdeki yerini koruyor.

Aslında yaşananlar yeni bir olgu değil. Uzun zamandan beri devam ediyordu. Ankara Emniyeti’nin bu haksız davranışı, Ankara Barosu Başkanı Avukat Metin Feyzioğlu tesadüfen orada olmasa gündeme bile gelmeyecek, baskılar devam edecekti. Zira herkes gibi tüm basının atladığı bir durum vardı ki, o da bu baskı ve baskınların son bir yıldır süregeldiği.
Son olarak 1 Kasım 2009 tarihli köşe yazımda konuyu gündeme taşımıştım. O zaman ki Ankara Emniyet Müdürü Orhan Özdemir’in kimi icraatlarını eleştirirken restoranlara polis baskısına da değinmiştim. Gerçi o yazıdan birkaç ay sonra kendisi görevden alındı ve bir soruşturmadan dolayı cezaevine bile yollandı ama bu konudan dolayı üzerine hiç gidilmedi. İşte o tarihte yazdığım yazının baskınlarla ilgili bölümünü özetleyerek tekrar veriyorum. Okuyunca müdahalelerin aslında bir yıl önce başladığını göreceksiniz. Konu şimdiki Emniyet Müdürü’nün anlattığı gibi birkaç işgüzar polisin münferit davranışı değil, göz göre göre alkollü işletmelere yapılan baskı zincirinin bir halkası. Buyurun bir yıl önceki yazımın özetine:
“Son zamanlarda dikkat ediyorum, Filistin Caddesi, Park Caddesi, Bahçelievler 7. Cadde gibi yeme, içme ve eğlence mekânlarının çok olduğu yerlere sürekli polis baskını yapılıyor. Kafe ve restoranlar başta olmak üzere tüm işletmeler polis tarafından didik didik aranıyor, müşterileri kimlik kontrolüne tabi tutuluyor. Ben aramalara, kontrollere karşı değilim ama bu denetimler sadece belli bölgelerde göz çıkarırcasına ve sık sık yapılınca, “Acaba çağdaş yüzleriyle popüler caddeler bazılarını rahatsız mı ediyor?” diye altında başka şeyler aramaya başladım.

Bitmedi, bir konu daha var. Pasta, çörek gibi ürünleri de mönüsünde bulunduran kafelerde oturan 18 yaş altındaki gençler toplanıp, karakola götürülüyor ve aileleri gelince de serbest bırakılıyor. Neymiş efendim, bu mekânlarda içki satışı da yapılıyormuş. O zaman hiçbir alışveriş merkezine, marketlere 18 yaşından küçük çocuklar alınmasın. Zira reyonlarında un, pirinç, zeytinyağı gibi her çeşit gıda ürünün yanında içki ve sigara gibi zararlı maddelerde var.”

BU YAŞAM TARZINA MÜDAHALE DEĞİL DE NE?

Bu satırlardan da anlaşılacağı üzere baskı ve baskınlar bir yıldır sürüyor. Son eylemin öncekilerden tek farkı ise olaya önce Ankara Barosu Başkanı’nın, sonra da medyanın müdahale etmesi... Şimdi bu satırlardan yanlış anlam çıkaranlar da olacaktır. Hatta çocukların alkol içmesini savunduğumu zanneden kıt zekâlılar da... Elbette ki çocuklarımızı zararlı içeceklerden koruyalım ama Ankara Emniyeti’nin izlediği yoldan değil. Yapılması gereken, birkaç sivil elemanla mekanları gezmek, göz ucuyla bakmak ve çocuklara alkol servisi yapılıyorsa kimliğini gösterip, gerekli işlemi yapmak. Sözün özü, amaç üzüm yemek değil, bağcı dövmek olunca yapılan bu operasyonlar da yaşam tarzına müdahalenin ta kendisi oluyor.

KÖŞK’TEKİ ÖNEMLİ BİR AYRINTI MEDYAYA YANSIMADI

Kısa bir süre önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Hanım’ın ev sahipliği yaptığı ödül töreni için Çankaya Köşkü’ndeydik. Tören, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’ne bu yıl layık görülen tarihçi Cemal Kafadar, ressam Ergin İnan ve İstanbul Modern adına Oya Eczacıbaşı şerefineydi. Sabah saat 10;30’da başlayıp, öğlen saatlerine kadar süren törende bir ayrıntı dikkatimi çekti ki günlerce beklememe rağmen medyaya bir türlü yansımadı. İşte o ayrıntı.
Ödül töreni kısa bir tanıtım filmiyle başladı ve konuşmalar, plaket takdimi derken resepsiyonla devam etti. Dikkat ettim, bu ödülün tarihçesini anlatan tanıtım filminin içeriğinde ve kürsüden yapılan konuşmalarda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den önceki dönemden hiç bahsedilmedi. Sanki ödül takdimi Gül’ün göreve başladığı 2007 yılıyla başlamış gibiydi.
Oysaki 20 Ocak 1995 yılında, yani iki dönem önceki Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in görevde olduğu süreçte tescillenen yönetmelik, 2005 yılında yani bir önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer döneminde yaşam şansı bulmuştu. Yani ödüller, 2005 yılında Sezer tarafından verilmeye başlanmıştı. Ancak tanıtım filminde ne önceki Cumhurbaşkanlarının adı telaffuz edildi, ne de o dönemde ödül alanların görüntüleri perdeye yansıdı. Varsa yoksa 2008-2009 ve 2010 yıllarının görüntüleri ve bilgileri tanıtım filminde gösterildi. Halbuki tanıtım filmindeki şu cümle herkesin dikkatini çekmişti. “Geleneği geleceğe taşımak için bu ödüller veriliyor.”

KİM VAR İMİŞ BİZ BURADA YOĞ İKEN

Dahası, bu yılki ödülü alanlardan biri olan dünyaca ünlü tarihçimiz Cemal Kafadar yaptığı konuşmada, “Tarihe sahip çıkmanın” önemini anlatmış ve biz yokken var olan insanlardan bahsetmişti. Zaten ödül almasına zemin hazırlayan çalışmalarından biri olan ve çok sayıda yabancı dile çevrilen kitabının ismi de konuya çok uygundu. “Kim var imiş biz burada yoğ iken”
Devlette devamlılık esas olduğuna göre eminim ki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bir dahaki yıl verilecek ödüllerde bu hatayı telafi ettirecektir. Bu arada bir hatırlatma daha yapayım, 20 Ocak 1995’de yasalaşan Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri yönetmeliğinde sonu “0” ve “5” ile biten yıllarda, yani beş yılda bir ödül verilmesi gerektiği yazıyordu. Sezer’in Cumhurbaşkanlığı süresince bir tek 2005 yılında ödül vermesi bu sebepten.

GÖKÇEK KALIP DA UZMANLARI BİR DİNLESEYDİ!

Yaklaşık iki hafta önce Ankara, yaklaşık 100 kanaat önderinin katılımıyla 3.Turizm ve Tanıtım Konseyi’nin toplantısına ev sahipliği yaptı. Türk turizmiyle beraber Ankara turizmi de ele alındı ki telaffuz edilen rakamlarla Başkent, yılda 330 bin kadar yabancı konuğu ağırlıyormuş. Bu arada 330 bin sayısı sizi yanıltmasın, diplomatlar, hükümetle işi olan yabancılar da bu sayıya dahil. Yani ahım şahım bir turist akını yok.
Başta Ankara Valisi Alaaddin Yüksel olmak üzere birçok katılımcı yeterli olmayan bu sayıyı arttırmak için sıkı bir beyin fırtınası yaptı ki bu çalışmayı alkışlamak lazım. Keşke belediye başkanı Melih Gökçek’te açılış töreni için 15 dakikalığına katılacağına daha uzun süre kalıp, uzmanların önerisini dinleseydi de, yanlışlarını bir bir anlasaydı. Benim esas bahsetmek istediğim konuysa farklı.

10 MİLYON HEDEFİ SÖZDE KALDI

Biliyorsunuz İstanbul, Almanya’nın Essen ve Macaristan’ın Pecs şehriyle birlikte 2010 yılı Avrupa Birliği Kültür Başkenti seçilmişti. Hazırlıklar yapıldı ve İstanbul’un kültür başkenti seçildiği açıklandığında bakanlık ve turizmciler, 2010 yılı için 10 milyon turist hedefi koydu. Ancak hedefin tutturulabilmesi için çalışmalar da yapmak gerekiyordu. Bunun için bir ajans kuruldu, projeler üretildi. 2010 yılına gelindiğinde İstanbul, Avrupa kültür başkenti oldu olmasına ama ilginçtir İstanbul’a gelen yabancı turist artacağına tam tersi azaldı. Ayrıca gelen yabancıların kişi başı bıraktığı döviz harcamaları da önceki yılların gerisinde kaldı. Siz bakmayın o gazete ve televizyon reklamlarına, birazdan vereceğim rakamlarla işin gerçeğini öğreneceksiniz. Üstelik bu rakamlar da Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sitesinde yayınlanan resmi rakamlar.

HEDEFLER FOS ÇIKTI

2009’un ilk 10 ayında İstanbul’a 6 milyon 370 bin yabancı turist gelirken, Avrupa’nın kültür başkenti olan İstanbul’a bu yıl aynı dönemde 5 milyon 971 bin yabancı turist geldi. Üstelik Türkiye’ye gelen yabancı turist sayısı bu yıl yüzde 6,4 dolayında artarken, İstanbul’a gelen yabancı turist sayısının yüzde 6,2 geriledi. Ayrıca İstanbul’a gelen yabancı turistin yapısında da bir değişim gözlendi. Zengin batılı turist yerine orta gelir grubundan Orta Doğu’lu turist girişi başladı.
Bu yıl Hollanda’dan gelenlerin sayısı yüzde 22, Almanya’dan gelenlerin sayısı yüzde 18, İngiltere’den gelenlerin sayısı yüzde 15, Fransa’dan gelenlerin sayısı yüzde 10, İspanya’dan gelenlerin sayısı yüzde 9 azaldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre yabancı turistlerin Türkiye’deki ortalama harcamaları, 2004 yılında 705 dolar iken 2007 yılında 608 dolara, bu yıl ise 572 dolara geriledi.

ÜÇ KENTİN KARŞILAŞTIRMASINDAKİ ACI TABLO

Gelelim bizimle beraber Kültür Başkenti seçilen Almanya’nın Ruhr Bölgesi’nin temsilcisi Essen ile Macaristan’ın Pecs kentlerindeki duruma. “Kültürle değişim, değişimle kültür” sloganıyla yola çıkan Essen, aslında tek başına kültür başkenti değil. Kendisinin de içinde bulunduğu 53 şehirden oluşan Ruhr havzası, bu sıfatın asıl sahibi. Essen’de tablo bir hayli parlak görünüyor. 2010 yılının 10 aylık döneminde yurt dışından gelen turistlerin oranı geçen yıla oranla yüzde 18,1 oranında artarken bölgenin adına kültür başkenti unvanını taşıyan Essen ise turist sayısında yüzde 31,7’lik bir artış gösterdi. 153 bin kişinin yaşadığı Pecs ise 450’den fazla kültürel etkinliği ile 600 bin kişilik turist hedefini çoktan aşmış durumda.
Daha acısı Almanlar 65 milyon Euro’luk bir bütçeyle hem turist çekip, hem de Ruhr bölgesine yüzlerce eser kazandırırken, biz 190 milyon Euro’luk bütçeyle ancak Topkapı Sarayı ile bir kaç ufak tarihi kalıntıyı onarabildik. Üstelik bir yıl önceki turist sayısının ve gelirinin daha azıyla yetinerek.
Yazarın Tüm Yazıları