Sevgi varsa ihanet yoktur

Mahkeme kadıya, insan insana mülk değil...

Ne erkek kadına ne kadın erkeğe...

Hey yavrum be!

Analar ne cümleler yazan yazarlar doğuruyor. Onlar da sonra, anne oluyor. Tesadüf o ki, yarın da Anneler Günü kutlanıyor. Benim yaşayacağım ilk Anneler Günü bu, görgüsüzce yazdıklarımı bağışlayın lütfen. Parmak basmadan edemedim. Ama asıl parmak basmak istediğim konu, Türk yakın tarihinin en müthiş aşk masallarından birinin daha sona ermesi. Aysun ve Emre’nin aşkı...

Bağımsız bir aşk yorumcusu olarak, evet 7 yıl güzel ve ‘seviyeli bir birliktelik’ görüntüsü sergilediler. Hiç açık vermediler. Hatta birbirlerinin açıklarını kapattılar. Tsunami olayında, milletçe onlara daha bir sempati duyduk; o olayda sevgilisinin kafasını okşayan Aysun’un eli sadece sevgi değil, şefkat de içeriyordu ve bu bizim çok hoşumuza gidiyordu. Ama o da ne! Bu haber de ne? Nereden çıktı? Ne kadar gereksiz bir gelişme! Aysun Emre’den ayrılmış! İyi de hepimiz neden rahatsız oluyoruz, şaşırıyoruz? Biter de sürer de, bize ne...

Bu noktada can alıcı olan şudur, Pınar Altuğ olayında da milletçe aynısını yapmıştık: ‘Hııııımmmm, bakalım ne zaman ayrıldılar? Ayrılmadan önce, öbür adamla ilişkisi var mıydı, yok muydu? Aldatmış sayılır mıydı, sayılmaz mıydı? Kim kimi bıraktı, Aysun mu Emre’yi, yoksa Emre mi Aysun’u? Hata kimdeydi Aysun’da mı Emre’de mi?

Bu haberleri merak ediyoruz diye...

Gazeteciler halka iletiyorlar, haklılar, talep var...

Talep var ama neden var?

Bu cevapları bileceğiz n’olacak, değiştirebileceğimiz bir şey var mı?

Yok.

Kadın, ‘Ben artık seninle birlikte olmak istemiyorum’ demiş, sonra da gitmiş başka biriyle birlikte olmuş.

Adamı keleğe getirmemiş, yanlış yapmamış...

Ama nedense bizde tavır şu:

Bir adam, kadından sıkılır ayrılırsa normaldir, haber bile olmaz, ama bir kadın adamı bıraktığı zaman, bir de üstüne üstlük gidip biriyle birlikte olursa, olay ‘Sen nasıl yaparsın bunu ona!’ şeklinde bir toplumsal hesap sormaya dönüşür...

Oysa, kimse kimseye mülk değil.

İsteyen istediğini bırakır gider.

Ve sevgi varsa ihanet yoktur arkadaşlar.

Oh be, yine rahatladım.

Nokta.

Yeni Tarkan patates gibi

Durdu durdu...

Kaçtı kaçtı...

Saklandı saklandı...

Bir de ortaya çıktı ki...

*

Kızmak yok, alınmak yok, gücenmek yok...

Tarkan, patates gibi!

Şiş yani.

Şişmiş yani.

Biliyorum, mühim olan ruh güzelliği ama...

Olmamış yani!

*

Avea’nın reklam kampanyasındaki Tarkan, hayranları için -ki ben de onlardan biriyim- tam anlamıyla bir hayal kırıklığı.

Yanlış anlamayın, bu aralar ben de şişim, şişmanım, şişko patatesim...

Doğurdum-moğurdum ama ne fark eder ki...

Haticeye değil neticeye bakın...

Bir şişman bir şişmana, ‘Ben ettim, sen etme’ diyor.

Şifreyi öyle çözün yani.

Fırsatını buldu, çaktı diye değil.

Madem bu kadar açık konuşuyoruz, bir başka konuda daha fikrimi belirteyim:

Reklam da hafif kalmış, daha doğrusu ortalama. Yeteri kadar parlak değil. Belki stratejileri öyledir bilemem ama bir izleyici olarak benim beklentilerimi karşılamaya yetmiyor, Avea, Tarkan ve 5 milyon dolar bileşimiyle yapılabilecek şeyler konusunda yetersiz kalıyor...

*

Böyle söylüyorum ama aslına bakarsanız, ben bir Tarkan fanıyım.

Onu çok seviyorum.

Sadece yetenekli değil aynı zamanda iyi kalpli biri olduğunu düşünüyorum.

İçinin güzelliği yüzüne vuruyor.

Ama bu defa içi biraz fazla güzelleşmiş, o yüzden yüzü de biraz fazlaca şişmiş!

Söylemeden geçemeyeceğim:

Ama asıl düşmanım Tarkan’ın berberi.

O güzelim çocuğu sen nasıl bu hale sokarsın!

O patates görüntüsünün altında yatan en önemli etken o.

Reklamı izleyip hiç mi vicdan azabı duymuyor o berber.

Hiç mi bir berber, o berbere, birader, sen berberliği bırak demiyor!

Söylediklerimin en önemli kanıtı:

Bir billboard’lara bir reklam filmine bakın, iki farklı Tarkan suratı var, televizyon reklamlarındaki patates, billboard’lardaki bizim bildiğimiz eski Tarkan.

Televizyon reklamlarında, o güzelim yüz, ablak dediğimiz türden oluvermiş.

Belli ki, saçlarını kestirir kestirmez, o filmi çekmiş.

Oysa kadınlar bilirler ki, yeni kesilen saç, ilk kesildiği gün güzel değildir, birkaç gün sonra oturur, kendine gelir.

O yüzden o berbere gıcığım ya...

Tarkan’ın o kafayla filmi çekmesine izin vermemeliydi.

Saçlarının oturmasını beklemesini söylemeliydi.

Oh be.

Suçluyu buldum, rahatladım!

ALYA’YA KARDEŞ GELDİ

Kızımızı görmeye gelen 4 arkadaşımız, armağan olarak Alya’ya bir kardeş getirdi.

Tuhaf bir cümle oldu ama gerçek aynen böyle.

Yalnız o kardeş, kağıt şeklindeydi.

Olay şöyle oluyor:

Çocuk Sağlığı Derneği’ne gidiyorsunuz, ‘Ben Şefkat Eli Programı’nıza üye olmak için geldim’ diyorsunuz, onlar da size ‘Hoş geldiniz’ diyorlar, kısaca programdan söz ediyorlar, en güler yüzlü halleriyle bir form veriyorlar, siz dolduruyorsunuz, desteklemeyi düşündüğünüz çocuğun yaşını belirtiyorsunuz, (0-2 yaş mı, 3-6 yaş mı, 7-10 yaş mı, yoksa 10 yaş ve üzeri mi?) ve tabii cinsiyetini ve aklınızdan geçen aylık destek tutarını ve aklınızdan geçen ödeme aralıklarını...

Siz bu müracaatı yaptıktan sonra, Çocuk Sağlığı Derneği yetkilileri size zor durumda olan, yardım edilmesi gereken bir çocuk söylüyorlar.

Siz de ona destek oluyorsunuz.

Mesela bir yıllık okul masraflarını karşılıyorsunuz.

Ya da bunu biri adına, birine armağan olarak yapabiliyorsunuz.

Arkadaşlarımızın Alya adına yaptığı bu.

İtiraf etmeliyim ki, çok hoşuma gitti.

Artık Alya’nın bir ablası oldu.

Çok güzel oldu.

Siz de ya çocuğunuza kardeş getirmek, ya da bir başkasına hediye vermek isterseniz, yardıma muhtaç bir çocuğun destekleyici ailesi olabilirsiniz...

(0212 296 94 28 0212 230 59 13)

cocuksagder@superonline.com
Yazarın Tüm Yazıları