Serdar Turgut: Operette gece-2

Serdar TUGUT
Haberin Devamı

Dün, operaya gelirken neler yaşadığımı, salonda en ön sırada oturmam nedeniyle geçirdiğim panik atağını ve genelde klasik müzik üzerine düşüncelerimi yazmıştım.

İkinci perdenin başında bana Fazıl Say'ı hatırlatan gelişme oldu ve birilerinin cep telefonu ‘Geschichten aus dem Wienerwald’ operasının tam ortasında çalmaya başladı.

Ben Rana'ya ‘‘Ya senin cep telefonun ne durumda?’’ dediğim an olanlar oldu.

Korkudan faltaşı gibi açılmış gözlerle çantasını açtı.

Birden korkudan paralize oldum.

Düşünsenize; en önde oturuyoruz;

İki yanımız da operanın yetkilileriyle çevrili;

Rana'nın en sakin anında bile çantasında çalan bir telefonu bulabilme zamanı minimum 10 dakika...

Çalmayan bir telefonu bulabilmesi ise benim tahminime göre 21'inci yüzyılın ikinci yarısını filan bulmalıydı...

* * *

O anda dua etmeye başladım. Dua da bilmiyorum sadece içimden ‘‘Allahım Allahım ne olur yalvarıyorum sana şu anda çalmasın ne olur Allah'ım’’ diye sessizce haykırıyorum.

Bir çalsa. Ah bir çalsa...

Ay düşünebiliyor musunuz olacakları. Rana kendi sesinin yüksekliği nedeniyle hafiften sağır olduğu için telefonunun zil sesi maksimum düzeyde.

Öyle ki bazen Anadolu tarafına gidiyor, telefonunu evde unutuyor, Üsküdar'dan Beşiktaş'a motorla geçerken Gümüssuyu'ndaki evde telefonu çalsa yarım saat sonra eve geldiğinde ‘Beni kim aradı acaba?’ diye sorabiliyor. O kadar yüksek zilin sesi.

Bir çalsa, ortada operet filan kalmaz dümdüz olur ortalık yemin ediyorum.

Bu arada Rana tabii katiyen bulamıyor telefonunu.

Adeti olduğu üzere çantayı yere boşaltmadı Allah'tan, çünkü bunu yaptığı takdirde belki telefonu çok daha hızlı bulabilirdi ama bu sefer de operetin sonuna kadar devam etmesi mümkün olmazdı.

Çünkü sanatçılar bir çantanın içinden bu kadar fazla lüzumsuz eşya nasıl çıkabilir ki diye hayretten donup kalacaklarından o şoktan sonra oyunu sürdürebilmeleri mümkün değildi.

* * *

Birden başımdan aşağıya ter boşandı.

Ve aniden büyük bir rahatlama hissettim içimde.

Yüksek dozajda narkoz almış gibi bir histi bu, bilmem anlatabiliyor muyum?

Şu kararı almıştım: Telefonu eğer o anda çalarsa, Rana'yı sahneye sürükleyip herkesin önünde boğacaktım.

Bu temsilin akışı açısından bir problem de teşkil etmeyecekti çünkü telefonu çalınca operanın sürmesi fiilen mümkün olamayacağından, oyun zaten durmuş olacağından rutin bir cinayetin operete ek zarar vermesi mümkün gözükmüyordu.

Yani anlayacağınız Rana'yı sahnede boğmam oyunun dramatik akışında öyle radikal bir kopuş filan yaratmayacaktı.

Sonra da utancımla yaşayamayacağımdan kendimi de öldürmem gerekecekti tabii ki.

Bunu da yanımda taşımakta olduğum elektrik şok aletiyle yapmayı kararlaştırmıştım.

Tam beynimden 200 bin voltu verince artık ne olur bilemem ama bunun o gece AKM'de bulunan seyircilerin hayatları boyunca unutamayacakları kadar fantastik bir gösteri olacağı da kesindi.

* * *

Aniden mucize oldu. Çantanın içinden o yeşil ışık göz kırpmaya başladı.

Uzayın derinliklerinde kaybolan Kaptan Kirk, kara deliğin içinde parıldayan bir gezegen bulduğunda nasıl sevinip, havalara sıçrarsa ben de öylesine sevindim.

İşte telefon orada HER AN ÇALMAYA HAZIR vaziyette bekliyordu.

Rana telefonu eline aldı, düğmeye bastı.

Ama o ne, yeşil ışık hálá daha yanıyor...

Bastı, bastı, bastı yine ışık orada.

Bunun anlamı telefonun kapanmayı reddetmesiydi doğal olarak.

Alacakaranlık kuşağına dönüşmüştü operet bir anda.

Kapanmayan bir cep telefonu. Bir de çalsa... Allahım ne olursun yalvarıyorum Allahım çalmasın...

Rana bana döndü ve ‘KAPANMIYOR’ dedi.

Nnnnnne ddde de de de mek kapaaaaaaaanmıyoor diye konuşmaya çalıştım ama konuşamadım. Korkudan, düşünürken bile kekelemeye başlamıştım.

Aldım elinden telefonu...

Kırıldı mı kırılmadı mı bilemiyorum ama ortadan ikiye ayırıverdim, pilini çıkardım ve parçaları çantasının içine fırlattım.

Sonra da hiçbir şey olmamışçasına sahneye gözlerimi diktim.

İşte bundan on dakika sonra da I KISS YOU MAHİR'İ hatırladım.

DEVAMI YARIN

Yazarın Tüm Yazıları