Pusula bile işine gelirse kuzeyi gösteriyor

Ne büyük ağırlıktır o.

Haberin Devamı

Yok yere öldürülen bir çocuğun anasına, sırf gücünü kaybetmemek için “başın sağ olsun” diyemezsin. Sarılamazsın, acısına ortak olamazsın.
Daha büyük bir “dava” vardır çünkü. Güç koruma davası.
İnsaniyetten, duygulardan, gerçeklerden bile üstün gelir o.
Nedensiz yere giden canların vebali senin boynundadır.
Değil diyemezsin. Geceleri rahat uyur musun bak o bilinmez. Uyur musun?
Kadınların, çocukların, gençlerin, delikanlıların ölümünden, organlarını kaybedenlerden sorumlusundur.
O an söyleyecek doğru söz o ise, sana oy getirecek, yeterince kutuplaşmaya sebebiyet verecekse, sorumluluğu üstlendiğini ifade edersin. Elbette edersin.
Davan vardır çünkü. Çok, çok acımasız olmalısındır.
Vakit hislenme vakti değildir.
Vakit, seni “hakkının koruyucusu” bellemiş vicdan sahibi insanları, masumane duygularla sana inananları manipüle etme vaktidir.
Vakit, manipüle edildiklerinin farkında bile olmayan, tek derdi iki lokma ekmek olanları manipüle etme vaktidir.
Zenginleştirdiklerini daha da besleme vaktidir.
Din, inanç, kalp, vicdan... Gerçek değerler “manipülasyon araçları” oluverir birdenbire.
Nasıl da yarar işe...
Nasıl da yardım ederler çizilmek istenen o hayali “marjinal” görüntüye...
Bu esnada, büyük paralar kazanmış olanlar, keyiflerini bozmak istemez.
İyi kötü yuvarlanıp giden, değirmeni döndüren seçmen, vaziyet değişsin istemez.
Çıkarları için gözlerini, kulaklarını ve ağızlarını kapayanlar bir yana...
Zor dönen değirmenini kaybetme korkusu yaşayan, “Onlar giderse değirmenden de oluruz” korkusu yerleştirilmiş vatandaş bir yana...
Bu iki kol bir araya gelir, “Güvenli” bir kitle oluşturur. “Kemik” kitle.
Ne gariptir ki, güçlünün elindeki pusula hep kuzeyi göstermez.
Güzelim ülke öyle bir hale gelmiştir ki, pusula bile “işine gelirse” kuzeyi gösterir.
“Onu vermeyin, bunu verin” filtreli televizyon yayınıyla, algı yönetimiyle dünyası çizilen seçmen, pusulanın kuzeyi bile “işine geldiği zaman” gösterdiği bir ülkede yaşadığını bilmemektedir...

Haberin Devamı

En azından bunu yapabiliriz...

Demokrasinin gereği olan farklı seslere, muhalefete tahammülsüzlük ve yaftalama normalleşmiştir, her kelime gibi demokrasinin de anlamı bozulmuş, demokrasiden başka her şeye benzemiştir.
Seçmenin algısı başarıyla değiştirilmiş, akılcı bakış açısına “marjinallik”, hakkını arayana “çapulcu” demeye kodlanmış gibidir.
Eh, ne yapsın... “Baba” öyle söylemiş, o da öyle diyecektir.
Olmayan bira şişeleriyle camiye girilmiş, hayali marjinal grup kadın tekmelemiş...
Bir yalanı ne kadar çok söylerse, o kadar inandırıcı olacağını bilen “baba” bulduğu her fırsatta bunu söylemiş...
Halbuki bilse seçmen, o “çapulcu”, “marjinal” dediklerinin, bin bir palavrayla çamurla buladığı güzel insanların kadın-erkek, çoluk-çocuk inanan-inanmayan başörtülü-başörtüsüz, herkesin ama herkesin hakkını korumak için sokaklara döküldüğünü...
Severdi sokakta yürüyeni. Gaz yiyeni. Özgürlüklerini geri isteyeni.
Peki...
Güç korumak uğruna her yalanın mubah sayıldığı böyle bir dönemde...
Kirli siyaset, hayatımızın en derin, en “bize ait” köşelerini bile esir almışken...
Ne yapabiliriz?
Oyumuza sahip çıkabiliriz. (www.oyveotesi.org)
İyi insan olabiliriz.
Vicdanımıza sahip çıkabiliriz.
Kalbimizin terazisine kulak verebiliriz.
Koşullar ne olursa olsun, dik durup eğilmeyebiliriz.
En azından bunları yapabiliriz.

Yazarın Tüm Yazıları