Nasıl içki ukalası olunur

İçki ukalası olunur mu?

Olunur, hem de pek güzel olunur.

Ukalalığın en sevimlisidir üstelik içki ukalalığı.

Düşünsenize bir yere gidiyorsunuz, yanınızdakilerden biri kendine bir cin tonik ısmarlıyor, söze girip cin hakkında kimselerin bilmediği, hadi kimselerin bilmediği demeyelim de meraklısıyla uzmanı dışındakilerin bilmediği bir hikaye patlatıyorsunuz. Cin lafı nereden çıktı biliyor musunuz, diye söze giriyorsunuz, örneğin.

Sonra anlatmaya başlıyorsunuz...

Zamanında alkolü içki değil de ilaç olarak kullanan, o yüzden de adına hayat suyu anlamına gelen Acqua Vita diyen İtalyan rahiplerinden biri, gün gelmiş bu iksire bir tutam juniper yani ardıç eklemiş. Acqua Vita olmuş mu size acqua juniper.

Dönem; ülkeler arası uzun yolculukları sadece tacirlerin, maceraperestlerin ve rahiplerin göze aldığı dönem. İtalya’yı mesken tutan Hollandalı rahiplerden birkaçı ceplerine bu pek hoş ardıç suyunun reçetesini koyup ülkelerine dönmüş ve ona kendi dillerinde ardıç anlamına gelen genever adını vermişler.

Genever’in ünü kısa sürede Hollanda’yı tutmuş. Bu iksiri içenin hastalanmadığına, üstüne üstlük cesaret sahibi olduğuna dair öyle bir efsane yayılmış ki, Hollandalı askerler genever’den bir yudum almadan saf tutmaz, cenke tutuşmaz olmuş. Bu aşırı cesaret İspanyollar’a karşı Hollandalılar’la omuz omuza çarpışan İngilizler’in gözünden kaçmamış. Genever’in tarifi bu kez İngiliz askerleriyle Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluğun başkentine gitmiş, adı uzun lafı sevmeyen halk tarafından gin olarak takdis edilmiş.

Devir en büyük belanın sudan geldiği devir. Kolera salgınının ülkeyi kasıp kavurduğu, veba ile el ele tutuşarak halkı kırdığı bu dönemde sudan korkan herkes akla gelebilecek en kötü koşullarda bu ardıçlı alkolü üretmeye ve tüketmeye başlamış. Kral bakmış halk bu kez sudan değil gin’den kırılacak, iyisi mi mükemmel gin yapımına kadar içkinin üretimini yasaklamış. Sonra her zaman olduğu gibi bir İskoç, Alexander Gordon adlı bir İskoç, alkole ardıçın yanı sıra on beş değişik meyve ve baharat ekleyip tattığında kralın da bayıldığı bir cin üretmiş ve buna London Dry Gin adını vermiş. Başına adını, Gordon’nu da eklemeyi unutmadan elbet.

Şimdi bu hikayeyi dinleyenleri düşünün. Bütün gözlerin size çevrileceğine, bütün kulakların dikileceğine şüpheniz olmasın.

Kimse sıkılmadıysa, belagatiniz de kuvvetliyse buna toniğin hikayesini de ekleyebilir Hindistan’a kadar uzanabilirsiniz. Lafınıza, sıtma salgınıyla kavrulan Hindistan’da görev yapan İngiliz askerlerinin ceplerine konan kininden ve askerlerin içilmesi zorunlu bu zıkkımı yutarken zorlandıklarından başlayabilir, ardından günlerden bir gün hinoğlu hinin biri bu meretin maden suyuyla karıştırıldığında daha kolay yutulabilir olduğunu keşfetmiş, ikinci hin buna biraz şeker eklemiş, adı Schweppes olan üçüncü hin de gidip karışımın patentini almış diye devam edebilirsiniz.

CİN TONİK BÖYLE ORTAYA ÇIKTI

Hindistan’ın kör sıcağında yürürken sağ mataralarından bir fırt cin sol mataralarından bir fırt kininli soda yudumlayan gariban İngiliz askerleri sayesinde ortaya çıkan kokteylin adı neydi peki diye sormak da işin cabası.

İçki, ritüeli en bol, hikayesi en mümbit alanlardan biridir çünkü. Ve en keyifli olanlarından biri. Peki nasıl içki ukalası olunur?

Bunun bin bir yolu yok aslında. Anahtar kelime merak. İçmenin sarhoş olup naralanmak değil, baştan sona bir kültür demek olduğunu bilen meraklı biri zaman içinde içki ukalası olup çıkabilir.

Çıkmasına çıkabilir de tadılan her katrenin hikayesinin peşine düşmek de kolay iş değildir. İnternet, kitap, dergi gibi nispeten kolay ulaşılabilir kaynaklar, gerçekten meraklı birine gün gelir yetmez olur. İşte o zaman yollara düşmek gidip bu meretlerin üretildikleri ülkeleri gezip kendin gibi merak böceğinin soktuğu adamlarla tanışmak gerekir ki, bu da her babayiğidin harcı değildir. Emek ister, zaman ister, para ister. Varsa ne ala.

Merakının peşine düşüp ona emek veren ve bu işe zamanını parasını yatıran kişi an gelir o işin ehli olup çıkar. Bu yolda ömrünü tüketene de ne dendiğini biliyorsunuz. Uzman!

Hevesi uzmanlık değil de sadece ukalalık olan benim gibi biri peki ne yapacak?

N’apacak, bu işi bilenine danışacak.

Ben de öyle yaptım, gittim Ertan’ın adına Bar Training Center dediği ofisinde ukalalığın nasıl öğretildiğinin tadına baktım.

Ertan benim canım. Kendisi ile teşrifim onun on iki on üç yaşlarına rastlar. Yeni yetmeliğin herkese bol akne ve bol sıkıntı dağıttığı yaşlara yani. Sarp’ın arkadaşıydı.

Kaçak oğlum Ömer’le hafta sekiz gün dokuz bize gelir Sarp dahil evde bulunan akranları can sıkıntısından hayali toplar yaparken değdiği her şeyi güzelleştiren o mucize insanlar gibi ortalığa neşe saçardı. Hayata iştahla sarıldığı tombikliğinden belliydi. Merakı, sorduğu sorulardan. Turizm ve otelcilik okudu sonra.

Taa başından beri ne olursa olsun onun, insanlarla bire bir temasta olacağı bir işi olması gerektiğini düşündüm. Okulu bitirdi, evde oturma lüksüne sahip olmadığından dönemin ünlü mekanlarında önce barmen, ardından bar sorumlusu, hep yükselerek hep ilerleyerek çalışmaya başladı. Bütün bu işleri de ne torpil, ne rica, gidip kendi buldu.

İçki merakı o günlere mi rastlar yoksa uzun yıllar çalıştığı içki ithalatçısı Diageo şirketindeki yoğun mesaisine mi dayanır bilmiyorum.

Bildiğim İskoçya’ya gide gele, tada koklaya, okuya dinleye, viskinin sırrını çözdüğü. Sonra da birer birer diğerlerinin: Romun, cinin, votkanın, martinin, tekilanın vesairenin.

Şarabı sever ama ukalalığını etmez. Onun uğruna adanacak ikinci hayat istediğinin farkındadır.

Konyağa bayılır, meleklere düşen paya razı, şmpanyaya her içki sever gibi şapka çıkarır.

İşte o Ertan, kelimenin gerçek anlamıyla çalışıp didindikten, bir ara da ölüp dirildikten sonra gidip kendine Esentepe’de sözünü ettiğim Bar Training Center’ı açtı. Turid ile anlaşmalı olarak profesyonellere ders veriyor, gerektiğinde otellerle çalışıyor, şirketlere danışmanlık yapıyor ve istendiği takdirde özel gün/gece düzenliyormuş.

Ama laf arasında bana içki ukalalığı öğretiyorum demedi mi, bitti. Fırladığımla Esentepe’deki ofise gittim.

Önce minicik yudumlarla viski tadımı ve şatalorla çevrili sisli Skye adasından tutun da viskilere o müthiş isli tadını veren ve sadece İskoçya’da bulunabilen peat kömürüne yığınla viski ukalalığı. Talisker, Glenkinchie, Lagavulin, McAllan derken laf lafı açtı, gelip Teoman Hünal’a ve onun son yazısına dayandı: Martini, James Bond, Dr.No. Karıştırma, Çalkala!

Oradan da Havana Rom’a, derken katıldığı tüm yarışmalarda birinciliği elden bırakmayan ve dünyanın en iyi cinlerinden olduğu söylenen Ten’e, sonunda da yazının başında anlattığım cin tonik hikayesine.

İki saat sonra Ertan’ın yanından ayrıldığımda damağımda Caolica’nın isi vardı. Küfemde de onlarca içki hikayesi...

Meraklısı için: www.ertanengin72@, www.bartrainingcenter.com
Yazarın Tüm Yazıları