Murat Bardakçı: Namazın ilk fotoğrafları

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Namazın hareketleri, batı için asrlar boyunca egzotik bir hayaldi ve çoğu hayale dayanan oryantalist tablolar bu hayalleri daha da renkli bir hale getiriyordu. Avrupa namazın gerçek görüntüsüyle ancak fotoğrafın icadından sonra tanışabildi. İşte, bu fotoğraflardan ikisi, 1880'lerin başındaki Kahire'den namaz görüntüleri.

Namaz ve namazın hareketleri, batı dünyası için asırlar boyunca merak konusuydu. Batı, İslami ibadet biçimiyle ilk önce Haçlı Seferleri sırasında tanıştı ve bu tanışıklık kıta Avrupası'nda önceleri esrarlı bir söylenti yarattı.

O devir seyahatnamelerinde sık sık 'Yüksekçe bir yere çıkan bir kişi insanlara ibadet vaktinin geldiğini duyuruyor ve Müslümanlar toplanıyorlar. İbadetlerini kalkıp oturarark, arada bir de secde ederek yapıyorlar' şeklinde ifadeler yeralırdı.

Aradan asırlar geçti, Avrupa oryantalist resme merak saldı ve camilerin yanısıra ibadetler de resme konu oldu. Resimlerini Ortadoğu ülkelerine bizzat giderek yapan ressamların oranı gitmeyerek oturdukları yerden ve hayallerini kullanarak çizenlere göre çok azdı, dolayısıyla ibadet görüntüleri oryantalist resimde gerçeğin çok ötesindeydi. Çizimlerde genellikle yere oturmuş kalabalık bir grup görünür, gruptakilerin bir kısmı kollarını yukarıya kaldırırken bir kısmı da secde eder; ibadet ve özellikle namaz, bir kargaşa halinde görünürdü.

Avrupa, namazın gerçek görüntüsüyle ancak fotoğrafın icadından sonra tanıştı ve asırlar boyunca egzotik bir hareketler zinciri olarak hayal ettiği namazın nasıl kılındığını ancak bu sayede öğrenebildi.

İşte, bu fotoğraflardan ikisi: Sayfada gördüğünüz resimlerden biri Pascal Sabah, diğeri de Dittrich adında bir fotoğrafçı tarafından 1880'li senelerin başında Kahire'de çekilmişler. Resmin gerisine bir fon yerleştirildiği apaçık belli.

Suyolcuzáde Mustafa Eyyubi

İstanbul'da Eyüp'te doğmuş olan hattat, Ömer adında birinin oğlu ve Türk hattatları hakkında önemli bir eser yazmış olan Suyolcuzáde Mehmed Necib Efendi'nin dedesidir. Kuvvetli bir hattattır ve hattatlar arasında 'Suyolcuzáde' diye anılır. Önce 'Dede' adında birinden, sonra da Büyük Derviş Ali'den altı çeşit yazıyı öğrenerek icazetname aldı. Hocası

Derviş Ali'nin müsaadesiyle, Hafız Osman'a hocalık etti.

Elliden faza Kur'an, yüz kadar en'ám, evrád ve birçok murakka ve kıt'a yazan sanatkár, 1686'da vefat etti ve Eyüp'te Kazasker Árif Efendi Medresesi'nin karşısına defnedildi. Mezar taşını torunu yazdı ve ölümü üzerine Şeyh Himmetzáde Abdullah 'Olmadı má-i hayátından Suyolcuzáde sir' tarihini söyledi.

Kur'an'daki Saba Melikesi edebiyata kadar uzanır

Hüdhüd isimli kuş, edebiyatta 'haberçavuşu' olarak geçer. Ona bu özelliğin ve ismin verilmesi Kur'an'a, Hazreti Süleyman'la Saba Melikesi Belkıs'ın bahsedildiği Neml Suresi'ne dayanır. Hüdhüd, Kur'an'a göre Süleyman Peygamber'in haberçavuşluğunu' yaşmaktadır.

Edebiyatta 'haber çavuşu' olarak bahsedilen Hüdhüd adındaki kuşun öyküsü Kur'an'a, Neml Suresi'ne dayanır. Hüdhüd bahsi, surede Hazreti Süleyman'ı Saba Melikesi Belkıs'tan haberdar eden kuş olarak geçer ve şöyle bir hadise anlatılır:

Kuş dilini bilen Süleyman Peygamber bir gün divan kurar ve cinler, insanlar, kuşlar yerli yerlerine geçerler. Süleyman, hüdhüd kuşunu göremeyince 'hüdhüd'e ne oldu?' der. 'Çetin bir azaba uğratacağım onu, yahut da kestireceğim'. Aradan çok geçmeden hüdhüd gelir ve bir haber getirir. 'Bir kadın padişah ve o kadın padişahın büyük de bir sediri var. Kendisi de, kendisine uyanlar da güneşe tapıyorlar' der.

Süleyman bu haberin doğru olup olmadığını anlamak için bir mektup gönderir ve şöyle yazar: 'Bu mektup Süleyman'dandır; Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla yazılmıştır. Bana karşı yücelik davasına girişmeyin; teslim olarak gelin bana'... Mektubu hüdhüd kuşuna verip yollar. Saba Melikesi olan Belkıs mektubu alınca, adamlarına danışır. 'Padişahlar' der, 'bir ülkeye girdiler mi bozarlar, yakıp yıkarlar orasını; yüceleri alçaltırlar. İyisi mi bir armağan gönderelim'.

Süleyman Belkıs'ın armağanını alınca, 'Bizde daha iyileri var' der ve etrafındakilere 'İçinizden hangisi onu tahtıyla beraber kim getirebilir?' diye sorar. Bir ifrit 'Yerinden kalkmadan getiririm onu' der. Katında, kitaptan bilgi bulunan 'Asaf', 'Ben gözünü yummadan getiririm onu' cevabını verir ve o anda Belkıs'ın tahtı Süleyman'ın yanıbaşına gelir. Süleyman tahtın şeklini değiştirir ve Belkıs gelince 'Tahtın bu myydu?' diye sorar. Belkıs 'Pek benziyor' cevabını verir. Süleyman'ın sarayına girdiği zaman da billur döşemeyi su zannedip bacaklarını sıvamaya başlar ve sonunda gerçek dine girer.

Acem pilávı

İyi cins kıvırcık eti ufak şekilde doğranıp tencereye atılır. Et yağlı değilse bir-iki kaşık sade yağ iláve edilip kavrulur ve kevgirle süzülüp alınır. Kalan yağa üç-dört baş soğan doğranır, kavrulur ve üzerine önceden hazırlanmış olan et yerleştirilir. Etin üzerine bol fıstık, üzüm, tarçın, karanfil ve kakule konur. Önceden yıkanmış bir ölçü Mısır pirinciyle iki ölçü soğuk su ve tuz iláve edilir. Tencerenin kapağı kapatılır, kor üzerinde yavaş yavaş suyunu çekene kadar pişirilir ve bir kadayıf tepsisine başaşağı edilir ('Melceü't-Tabbáhin'den).

Yazarın Tüm Yazıları