Melike'yi alkışlayın

Beni değil yahu, aklımı kaybetmiş değilim.

Melike Demirağ’ı. (Yeni albümünde, dillere pelesenk Arkadaş’ın yeni bir yorumu var, kaçmaz.)
Neyse, anlatacağım şey başka.
Sakınmadan yaşını yazacağım, eminim kendisinin buna bir itirazı olmaz.
51 yaşında, yüzüne birtakım kobra zehirleri enjekte etmediği için, kaz ayaklarıyla barışık olduğu için onu alkışlayalım.
“Kaz ayağı da ne?” diyeceksiniz. Efendim, kaz ayağı, sürekli yüzünde bir Pınar Altuğ gülümsemesi taşıyanların mustarip olduğu, göz kenarındaki ince çizgilerdir.
Estetik ameliyat yaptıran güzellik kraliçeleri ekolündenseniz, sizi deli edecek olan yaşam izleridir.
Eski süpergüzeller son yıllarda geçirdikleri operasyonlarla yine güzeller. Ancak, “Ne oldu bu kadına yahu, bir tuhaflık var??” hissini vermekteler.
Kompozisyonun anafikri, o cemiyet dergilerinde bolca gördüğümüz “hümmm” ifadesi.
Sizi bilmem ama ben (mesela) eski Demet Şener’i pek özlüyorum. Sadece pre-enjeksiyon dönemini değil, halini-tavrını da. Ne güzeldi eskiden yarabbim.
Mesela, o martı kahkahalarını hatırlar mısınız? O yıllarda arkadaşlar arasında kim katılarak gülse “Demet Şener gibi gülüyor” derdik.
Kötü bir şey değil bu, sempatik, içten, güzel bir gülüş.
Şimdilerde Saba Tümer’inki karşılık geliyor o gülüşe. (Hani karnının en derinliklerinden gelen, engel olamadığın, “ölücem galiba gülmekten” dediğin türde.)
Demet artık kamera önünde hiç eskisi gibi gülmüyor.
Adeta Madame Tussauds’da bir heykel gibi, büst gibi duruyor.
Neyse, derdim Demet ve eski neşesi değildi, çok uzattım.
“Ya, ne oldu ya bu kadına? Bi tuhaf???” dediğiniz Nicole Kidman’ı, Meg Ryan’ı; bizim sulardan Ebru Şallı’yı (Eski halini hatırlayın, Ozan Orhon’un klibindeki hali mesela; hafif kemikli bir burun, dehşetengiz bir nefaset); Özlem Yıldız’ı (ki kendisini estetiğe ihtiyaç duymuş bir Elizabeth Taylor’a benzetirim, öyle bir delilik hali) düşünsenize...
Bu kadınların hepsi kendileriyle oynadılar.
Bu kadınlar artık her ne “enjekto-konstrüksiyon”, “lipo-emilimsiyon” yaptılarsa kötü olmadı. Maşallah bir içim sular.
Ama...
Balmumu heykele döndüler.
Ortak bir sağduyu, Deniz Akkaya, Ebru Şallı ve Ajda Pekkan arasındaki ortak paydayı farkediyordur.
Hafif bir şişkinlik mi desem, gerginlik mi desem, şaşkınlık mı desem.
Estetiğe karşıyım gibi bir sonuç çıkmasın bundan.
Müjde Ar 20 yıl öncesine ışınlandı. Nefis.
Müdahalesiz Melike Demirağ ayrı nefis.
Fakat diğerleri?
O kırışık doldurmalar, Jamie Lee Curtisvari sicim dudakları dövülmemiş bonfileye çevirmeler...
Çok ama çok belli oluyor sevgili kadınlar. Dayanamıyorum artık “yüzümde estetik yok” açıklamalarınıza.
Hepinize 15 yıl öncesine ait jpeg’lerle, belgelerle gelirim valla.

Tek çare helikopter!

İstanbul yollarında işimiz iş. Boğaziçi Köprüsü’nde ucuz aksiyon filmi sahnesi yaratan kasis, küçük Bebek yokuşundaki mıcırsal ortamlar... Neredeyse 80 derecelik dik yokuşta o kadar çok mıcır var ki, heyelan tehlikesi tabelası konulması lazım.
Ayrıca Bebek sahiline düşecek heyelanın içinden sadece taş-toprak değil, nice 1200 motor otomobil ve çaresiz kadın sürücüleri çıkacaktır... Tek sıkıntımız Bebek değil tabii.
Edirne’den Ardahan’a, Ardahan’dan Edirne’ye kadar. Memlekette araba kullanmak Dakar Rallisi’ne hazırlık yapmaya benzedi artık.
Ayrıca İstanbul’da son zamanlarda, neo-troleybüs metrobüs bitince, sanki hayattaki tüm ulaşım sorunlarımız çözülecekmiş gibi bir hava yaratılmaya çalışıyor. Fakat yetkililerin anlamadıkları bir konu var.
İşine gücüne arabasıyla giden adam “Tanrım, hem metro, hem de büs; ne kadar da medeni bir taşıt” diye arabasının konforunu bırakmayacak. Milim milim giren trafikte Bastil mahkumu gibi kalmak pahasına arabacığından ayrılmayacak.
Bırakacaksa da bu o kadar yavaş olacak ki, o günleri herhalde biz göremeyeceğiz. Toplu taşımanın adam olmasına daha epey vakit var...
Yazarın Tüm Yazıları