Meclis TV ve Richard Clayderman

Televizyon seyretmek konusunda bağışıklık sistemi çok güçlü bir insanım.

Normal, aklı başında bir insanın yarım saat seyrettikten sonra sedyeyle taşınmasını gerektirecek derecede sinir bozucu programları bile seyredebiliyorum.

Yıllar süren bir çalışmanın neticesinde kazanılmış profesyonellik diyebiliriz benim durumuma; özellikle genç arkadaşları, gerekli eğitimi almadan benim gibi televizyon seyretmemeleri konusunda baştan uyarayım...

*

Sabah uyandığımda haber kanallarında bir süre takıldıktan sonra sinirlerimin sağlamlığını ölçmek için birkaç sabah programını karıştırıp "shot" yapıyorum.

Ahu Tuğba ve ona duyduğu aşk neticesinde durup dururken tekno dans yapmaya başlayan takım elbiseli bir canlıya dönüşen Meriç "The Bey"in maceraları, Safiye Und Faik Şov olmazsa olmaz.

Safiye Und Faik İkilisi’nden Safiye Hanım, tuvalet/gerdanlık şeklinde ekranda.

Onu öyle görünce utandım, bir ara "Ayıp olmasın, ben de bir ceket giyeyim bari" dedim ama o anki kılığımın üstüne ceket giymenin bir manası yoktu.

Safiye Hanım yemek yapma bölümüne geçene kadar Faik Bey’in sersemletici etkisi yüksek yorumlarına da katlanmayı göze almıştım. Ama tahminimce her biri 7-8 santim uzunluğunda ojeli tırnaklarla yemek yapılırken fena olduğumdan kaçtım.

Daha kahvaltı etmemiştim, o sebepten...

Moda, müzik konularında yeni açılımlar da sağlıyor bu programlar, malumunuz.

Ancak hafta içi Nadide Sultan’ı body üzerine leopar desenli mini etek ve eteğin kumaşından yapılma kravatla gördüm Seda Sayan’ın programında. Magazin programlarının ’şık/rüküş’ bölümünü boylar gibi geldi bana.

Kendisini "Kim şık kim rüküş, nı-ha-ha!" diyen dış sese emanet ediyorum.

*

Sabah programları televizyon kanallarımız arasındaki en sinir bozucu yapımlar değil elbette.

Diziler var bir de ama o işe karışmıyorum pek.

Ne zaman bir dizi görsem "Post-Prestij Müzik Ailesi" görünümü kazandırılmış (Siyah ceket içine beyaz gömlek, hakikaten pis sakal, ’vividentkısilit’ kullanır gibi silah kullanan model) adamlar, "Yavrım... Yavrıııııııımı kopartmayın benden şerrrrrrrrefsizleeeeer!" diye ağlayan kadınlar var.

*

Aranızda "Ne var ki bunda? Ben bu dediklerini seyredip, gece yarısı uyanıp üstüne GAP TV’nin tarım programlarını seyrediyorum..." diyenler olacaktır.

Şifa dilerim, bir şey demem başka onlara.

Tıraşı noktalayıp, asıl problemime gelelim: TBMM TV.

Sanırım Meclis TV’nin dünyadaki tek seyircisiyim.

Eğer sıkı bir oturum varsa, soruşturma önergesi filan, tadından yenmiyor bu kanal.

Hafta içinde Kürşad Tüzmen’le ilgili tartışmaya takıldım mesela. Fiyuuuuuv! Heyecan kasırgası şeklindeydi!

Ancak TRT’nin bu kanalla ilgilenen sorumlularından, müzikal manada bir ricam olacak.

Meclis’te arıza çıktığı zaman Meclis Başkanı "Oturuma ara veriyorum, gidip bir yüzünüzü yıkayın, beş dakika sonra yine burada buluşalım" diyor ve ekibini de alarak Amerikan mahkeme filmlerindeki gibi arkasındaki kapıdan çıkıp gidiyor.

O sırada ekrana "Oturuma beş dakika ara verilmiştir" yazısı geliyor ve müzik başlıyor.

"Meclis TV’yi seyretmekle kalmamış, ara verildiğinde ekrandaki yazı karşısında oturmayı sürdürmüş başka cesur insan tanıyor musunuz?" diye sormadan geçemeyeceğim bu noktada.

Ekranda boş bir salon ve "beş dakika civar kanalları zapla, sonra gelirsin canına susadıysan" notunu görenlerin durumunu kolaylaştırmak için fon müziği çalıyor bir de.

Benim meselem de orada başlıyor zaten.

Meclis TV’de bekleme dönemlerinde asansör müziği çalıyor arkadaşlar. Bildiğimiz asansör müziği.

Asansörle Petronas Kuleleri’ne filan çıkmıyorsanız, tamamını dinleme şansınız olmayan Richard Clayderman benzeri parçaları Meclis’in sunduğu imkan sayesinde dinleyebiliyoruz!

Dinleyen kişileri Beyaz Dizi kahramanına çevirmek niyetiyle yapılmış olan ve otel lobileriyle asansörler dışında ancak son derece tehlikeli manyak katillerin evlerinde bulabileceğiniz bu müzik türünün Meclis TV tarafından benimsenmesi ilginç tabii.

Küçük bir not, benzer müzikleri ısrarla çalan bir diğer kanal da at yarışı kanalı galiba. Meclis ve hipodrom arasında paralellik kurmaya çalışırken yolumu kaybetmeye niyetim yok, o yüzden girmeyeyim oraya.

Clayderman benzeri müziklerin memleket gerçekliğinden kopukluğuna filan girmeyeceğim. Tutup The Clash’tan "I’m So Bored With The U.S.A." çalacak hallerinin olmadığının ben de farkındayım.

İşlerine karışıp "Şunu çalın, şunu çalmayın" diyecek halim de yok. Ancak Meclis TV’ye oturumun havasına uygun parçalar seçmelerini önerebilirim belki.

Bütçe görüşmelerinde heavy metal, vekil maaşlarının artırılması konuşulurken oyun havaları gibi...

Saygılarımla arz ederim...

(NOT: Seda Sayan’ın programında arka plandaki dev ekranda şu yazıyor: Herkes kendi kalbinin ekmeğini yer. İmza: Seda Sayan... Bir de bunu anlasam, ah bir de bu ne demek anlasam...)

Sizi bir sempozyuma davet edeceğimi sanmazdım aslında...

Yıllar önce yakın arkadaşım Yeto’yu "Gel usta, sinemaya gidiyoruz" diyerek "Stalin dönemine eleştirel bir bakış" temalı filme götürdüğüm gün, ikimizin de hayatında önemli bir dönüm noktası olmuştu.

O günden sonra Yeto bir süreliğine sinemadan soğudu diyebiliriz. Ben de soğudum bir süreliğine haliyle...

Ama bu travmatik sinema yolculuğunun bendeki asıl etkisi, parlak bir fikir gözükse de gideceğim etkinliklere insanları peşimden sürüklememek noktasında belirdi.

Şimdi sevgili arkadaşlar, size bir sempozyumdan bahsedeceğim.

Hissedebildiğim kadarıyla "sempozyum" dediğim andan sonra büyük bölümünüz dağıldı. Çok iyi arkadaşmışsınız, teşekkür ederim!

Kalanlara anlatayım...

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı önümüzdeki hafta (9-10-11 Kasım) Nişantaşı’ndaki The Sofa Hotel’de "İstanbul’da Yaşam Kültürü Sempozyumu" düzenliyor.

Amaç, katılımcıları bayıltacak uzunlukta konuşmalar yapacak bir takım insanları bir araya getirmek! Şaka yapıyorum tabii, gayet eğlenceli oturumlar var.

Doğan Hızlan, Nuri Çolakoğlu, Altan Öymen, Ferhat Boratav, Şakir Eczacıbaşı, Genco Erkal, Cem Yegül, Yavuz Baydar, Naim Dilmener, Aydın Boysan, Ahmet Örs, Artun Ünsal, Rüşdü Saraçoğlu gibi geniş bir isim yelpazesi var bir kere.

Daha ismini sayamadığım çok kişi var, meraklılar sanırım www.iksv.org adresindeki web sayfasından tam programa ulaşabilir.

Benim amacım, 10 Kasım Cuma öğleden sonraki iki oturumla müzik ve mutfak kültürünü takip etmek.

Ama kafayı sıyırıp, otelde yer ayırtarak perşembeden girip, cumartesi öğlen saatlerinde çıkıp eve dönmek gibi bir plan da yapılabilir.

Katılım bildiğim kadarıyla ücretsiz, eğer giriş paralıysa da bir şekilde aramızda toplarız dayanışma ruhuyla.

İKSV’deki arkadaşlarımı bu faydalı sempozyumu düzenledikleri için tebrik ederken, sokak satıcılarına da karlı bir girişim önereceğim.

Cumartesi programında öğleden sonra 15.30’da başlayacak oturumun başlığı "Mutfak Kültürü..."

Bu oturumun başkanı Aydın Boysan.

Ahmet Örs ve kıymetli ağabeyim Artun Ünsal da konuşmacı.

Artun Ünsal "Sokak Mutfağı" üzerine konuşacakmış. Artun Ağabey konuştuktan sonra The Sofa Hotel’den ayrılacak kitle, yanılmıyorsam bir çekirge sürüsü gibi dağılacaktır Nişantaşı’na.

Artun Ünsal, Ahmet Örs, Aydın Boysan üçlüsünü dinleyen bir insanı Nişantaşı’nın kestanecileri kesmez.

Bu kitleye kokoreç de gerekir, Çiçek Pasajı’nda Sev-İç’te Aydın Boysan’la iki kadeh rakı da gerekir!..

Nişantaşı bu ihtiyaçları karşılayabilecek bir muhit değil.

Bu sebepten, tezgahı kapan seyyar satıcı arkadaş, zabıta ekiplerine de dikkat ederek Nişantaşı civarına konuşlansın bence.

Sizi bir gün sempozyuma davet edeceğimi sanmazdım ama bakın neler oluyor işte...
Yazarın Tüm Yazıları