Kadınlar kötü değil, yumuşak kalpli

"Türk kadını kötü kalpli" başlıklı haberi göreli beri merak ediyordum.

Neden hep kalp hastalıklarının, enfarktüslerin erkekleri yakaladığı zannedilir? Kadınlar kalpten ölmez mi? Onlar "kalpsiz" midir? Bingür Sönmez hocaya sordum. O da dedi ki, "Evet, kadınların kalbi biz cerrahları çok üzüyor. Damarları öyle ince, dokuları öyle yumuşak ki, dikerken zorlanıyoruz." İncelik ve yumuşaklık böyle kusur da olabiliyor işte. Bu yüzden by-pass’larda erkekte olduğu kadar iyi sonuç alınamıyormuş. İşte bu nedenle ABD’de yeni bir alan oluşuyor: Kadın kardiyolojisi. Kadınların tedaviye verdiği cevap farklı olduğu için cinsiyete özel ilim gerekiyor.

Önce Türk kadınları neden kötü kalpliymiş onu açıklayayım. Haber, Türk kadınlarının koroner kalp hastalıklarında dünya birincisi olmasıyla ilgiliydi ve şu başlık atılmıştı: "Türk kadını kötü kalpli."

Hani sadece erkeklerin kalpten gittiği sanılır ya, bu da gayet sağlam verilere rağmen, kadındaki kalp riskini hafifseyen bir yaklaşımdı işte.

Ben de kadın kalbini, kalp damar cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez’e soruyorum. "Türklerin genleri kötü, iyi huylu kolesterolü de (HDL) düşük. Bu yüzden koroner kalp hastalıklarında dünya birincisi. Erkeklerde de, kadınlarda da" diyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) raporuna göre 34-75 yaş arasında 100 bin erkekte 600 ve yine aynı yaş grubunda 100 bin kadında 250 kişi koroner kalp hastalığından ölüyor Türkiye’de.

Bu orandaki büyük felaketi izah etmek açısından hemen Güney Kore örneğine geçelim; ölüm oranı her 100 bin kadında 10. Erkeklerde de 100 binde 50.

Peki Türkiye ile Kore arasındaki bu uçurumun nedeni ne? Öncelikle iyi bir genetik ve beslenme. Koreliler balık ve sebze yiyor, Tai-chi, yoga ve meditasyon yapıyorlar. Bizde ise genler kötü, HDL düşük, mutfak ağır, stres yüksek.

KUTSAL HORMON

Türk kadını ise erkeğe göre daha şanssız. Sönmez hoca "Kadınların kalbi biz cerrahları çok üzüyor" diyor ve kadındaki kalp şanssızlığını anlatıyor:

"Hani genç kızlar vardır, tay gibi yürürler. Çünkü östrojenleri vardır. O çok kutsal bir hormondur kadın için. Saçının parlaklığı, cildinin güzelliği, gözlerinin parlaklığı, kemiklerin sağlamlığı, dik duruşu, hepsi östrojene bağlıdır." Aslında 50-55 yaşına kadar her şey yolunda gidiyor. Ama, sonra menopoz geliyor, kalbi bir koza gibi koruyan östrojen zaten yıllardır azalmaktadır da, menopozla birlikte zerresi kalmıyor ve koroner kalp hastalığı kadında inanılmaz bir hız kazanıyor.

Menopoz döneminde, yağ parçalayıcı östrojenin de yokluğuyla "metabolik sendrom" denilen ölümcül dörtlü başa belá oluyor: Aşırı kilo, yüksek tansiyon, kan şekeri ve yüksek kan yağı. Bunlar da koroner damar hastalıklarının en önemli nedeni.

Östrojen, damar cidarının iç yüzünü koruduğu için bir deneyde erkeklere de hormon verelim, 60 yaşından sonra azıcık östrojenimiz olsun diyorlar. Görüyorlar ki, kadını koruyan östrojen, erkekte damar hastalığının ilerlemesini hızlandırıyor.

İşte kadın da aynışekilde ilaçlara farklı cevap veriyor. Kadın hastanın çarpıntısı daha fazla, hastalığın ilerleme hızı farklı. Oysa tedavi yöntemleri erkekler üzerine yapılan araştırmalaragöre icat edilmiş. Bu nedenle ABD’de "kadın kardiyolojisi" ayrı bir ihtisas dalı haline geliyor.

"28-30 yaşlarında erkek hastaları ameliyat ediyoruz. O yaşlarda kadın hemen hemen hiç yok. 11 yıllık meslek hayatımda 40 yaşın altında ameliyat ettiğim kadın hasta sayısı 15-20’dir. Erkek hasta ise çok çok daha fazla" diyor hoca.

KÖTÜ GENLERHER YERDE

Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, kötü genler ve HDL düşüklüğü Türklerin yakasını bırakmıyor. Almanya’da doğan, Alman gibi yaşayan Türk çocukları var. OnlarınHDL’si de en düşük seviyede çıkıyor.

Kadınların bir dezavantajı da, kalp hastalığından muaf olduklarını zannedip sigara içmeleri, kötü beslenmeleri ve hareketsizlik. Hoca yoğun iş temposunda sürekli hareket halinde olup asansör de kullanmadığından beline alet takıp günde kaç kilometre yaptığını kontrol etmiş. Çıka çıka 1.5 km çıkmış ki, ev kadınları çok yoğun zannettikleri gündelik tempolarında bu kadar kilometre yapmıyorlar. Çalışan kadınlar da sigara içiyor, çocuk doğurmuyor, doğurursa bir tane doğuruyor, onu da emzirmiyor. Hormonları da onu terk ettiğinde erkekten bir farkı kalmıyor.

Böylece kadın kalp hastalığına yakalanma kıvamına geliyor. Peki by-pass olmakla sorun bitiyor mu? Hayır. Şu badireler çıkıyor:

"Kadınların kalp damarları daha ince, kalp dokuları daha yumuşak, bir kadın hastanın kalbine by-pass ameliyatı yapmak, erkekten iki misli zor. Damarlar ince olduğu gibi, dokular çok yumuşak, dikerken zorlanıyoruz. By-pass ameliyatı sonrasında erkekte aldığımız sonuç da kadına göre daha iyi. Kadınların damarları ince olduğu için, kullandığımız by-pass damarları da çok ince. Uzun dönemde erkeklerin by-pass’ları daha başarılı oluyor."

Peki menopoz sonrasında kalbi korumak için hormon tedavisine uzun uzun devam etmeli mi? ABD’de açıklanan çalışmanın sonucunu hatırlatıyorum. Uzun dönemli kullanımın meme kanseri riski yarattığını ve östrojenin kalbi korumak açısından hiçbir işlev görmediğini söylüyordu o rapor. Bunun üzerine pekçok kadın hormonu bırakmıştı.

Hayır bırakılmamalı diyor Sönmez hoca. Nedeni çok mantıklı. Östrojen hormonu, meme kanseri yapıyor deniyor ama, ABD’de yılda 250 bin kadın koroner kalp hastalığından ölüyor, 40 bin kadın da meme kanserinden. Kontrol edilebilen bir risk var ortada. Altı ayda bir mamografi ve jinekolojik muayene yapılır ve bu risk ortadan kaldırılır.

Kanser asla kalbin önüne geçemez

Dünyada kalp ölümlerinde birinci olduğumuz gibi, Avrupa’nın erken by-pass şampiyonuyuz. Türk kadınları ortalama 60 yaşında yatıyor ameliyat masasına. Avrupa’da en geç by-pass olanlar ise Avusturyalı kadınlar. Ortalama 67.

Türkiye’de ölüm sebebi olarak birinci sırada yüzde 60 ile kalp hastalıkları yer alıyor. Arkasından kanser geliyor. Prof.Dr.Sönmez’e göre kanser hiçbir zaman kalbin önüne geçemez, çünkü kanser olmak için belli bir yaşa ulaşmak gerekiyor. "By-pass ameliyatı yaptığım birçok hasta kanserden ölüyor. Çünkü kanser olabilecek yaşa ulaşıyor. By-pass olmasa 55-58 yaşında ölecek" diyor.
Yazarın Tüm Yazıları