İçimdeki barok canavar

Bana bir haller oldu. Geçenlerde kardiyo üzerinde zıp zıp koşarken bile Bach dinlediğimi fark ettim.

Haberin Devamı

Hatta bunu söylediğim arkadaşım, “Nasıl ya, delirdin sen?” diyerek naçizane tepkisini göstermiş oldu.
Oralı olmadım tabii. Nitekim klasik müzik denen meret, illa kitap okurken ya da uyuklamaya yakınken, olmadı yemek arkası fon müziği olarak dinlenecektir diye bir kaide yok ki?
Her koşulda, hatta kardiyo üzerinde at gibi koştururken de dinlenebilir pekala.
Çünkü aslında klasik müzik tabir ettiğimiz o derya deniz konçerto dünyası inanılmaz duygu fırtınalarına maruz bırakıyor insanı.
Ve açıkçası hareket halindeyken o fırtınalara maruz kalmak daha bir heyecanlı oluyor.
Lafı nereye getireceğim? Önceki gece izlediğim Borusan Quartet’in “Feel The Connection” adlı mini konserine...
Borusan Quartet, ülkenin en iyi oda müziği topluluklarından.
Kemanda Esen Kıvrak ve Olgu Kızılay, viyolada Efdal Altun, viyolonselde ise Çağ Erçağ’dan oluşuyor.
Perşembe gecesi izlediğim konsere bu dörtlü, avangard erkek koleksiyonlarıyla meşhur modacı Hatice Gökçe’nin şahane tasarımlarıyla çıktılar.
Klasik müzikçileri klasik kıyafetleri dışında görmek gayet gözlere şenlik, defilelik bir durumdu doğrusu.
Aynı şekilde müzik de sürprizliydi. Bu müthiş dörtlü, klasik eserler yerine Alper Maral’ın elektro-klasik bir eserini çaldılar.
Elektro-klasik de nedir derseniz, olay şuydu: Maral’ın önünde bir adet laptop bir de klavye vardı.
Teknolojik seslerle eşilk etti Borusan dörtlüsüne...
Son olarak, bahsetmeden geçersem olmaz. Galatasaray’dan Tünel’e uzanan hat üzerindeki Borusan Müzikevi binasını hâlâ görmediyseniz bir ara mutlaka uğrayın derim.
Ya buradaki sergilerden birine ya da bir konsere...
14 Nisan’daki Musica Nuda konseri mesela, kaçmaz.
Bir acayip güçlü ses ve onun eşlikçisi şahane basçıdan oluşan İtalyan ikili Musica Nuda, I Will Survive’ı da söylüyor kendi meşrebinde, Like A Virgin’i de...
Performansları inanılmaz. Ve en önemlisi, sıkıcı değiller...

Mevzular arası trekking

Haberin Devamı

25 YAŞ KÜÇÜK MÜ
Arzu Sabancı, Özge Ulusoy’la ilişki/flört halinde olan oğlu Hacı Sabancı’yla ilgili soru soran gazetecilere, “Oğlum daha küçük, henüz 25 yaşında” diye yanıt vermiş.
Tamam, anneler için evlatları hiçbir zaman büyümez klişesini biliyorum. Bunun (maalesef) farkındayım, farkındasınız...
Ama 25 yaşındaki bir insana “küçük” demek de abartılı olmamış mı? Bu topraklarda değişmesini/onarılmasını en çok temennilediğim arızalardan biri de bu işte:
Ailelerin çocuklarını ömür boyu hep “küçük çocuk” olarak görmekten vazgeçmeleri...
HİTLER OLAYI
Geçen hafta içinde en çok bu ikiliyi konuştuk: Hitler ve reklamcı Hulusi Derici. Evet, sadece bu ikisi kaldı belleğimde.
Birini ne yazık ki tekrar hatırladık. Diğerinin de kendini fena halde “büyük reklamcı” olarak algıladığına şahit olduk.
Peki reklamı yapılan marka, yani Biomeen’e ne oldu?
Açıkçası o hiç aklımda kalmadı.
Bu markanın bir dönem birkaç ürününü kullanmış biri olarak da tamamen sildim bellekten kendilerini.
“Reklamın iyisi kötüsü olmaz” deniyor ya, şimdi iyi mi oldu yoksa kötü mü bu reklam marka açısından?
ÇOK YAKINDAN SÜREYYA YALÇIN
Malum, modacı Hakan Akkaya Piyasa’da çarşamba partisi yapmaya başlayalı beri Süreyya Yalçın ve sevgilisi sürekli burada. Geçen gece yarısı gittiğimde denk geldim.
Ve kendimi, “O kadar yanıklar mı acaba?” diye Yalçın ve sevgilisini pür dikkat incelerken buldum.
Sadece ben değil, çevremdeki herkes (suç ortaklığı hali).
Sonra dedik ki, “O kadar da kızartma değillermiş”.
Bu arada: Süreyya Yalçın’ı bu kadar dilimize doluyoruz ya.
Umarım gülüp geçiyor, o da bizimle “Sizi gidi sefil beyaz tenliler” diye eğleniyordur.
Yine de onunla bir öğlen kızgın güneşinde ya da solaryum kapsülünde yana yana röportajı yapmak ilginç bir deneyim olabilir günün birinde.
Başlığını da şöyle koyarım mesela: Pigmentlerim Süreyya Hanım’a feda oldu nitekim...

Yazarın Tüm Yazıları