Hamasi nutukları bırakmanın zamanı geldi

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin Irak’ta olup bitenleri "tribünden seyretmeyeceğini" söyledi. "Türkiye düşüncelerini açıklamak için kimseden izin alacak değildir" dedi.

Başbakan’ın bu sözlerini okuyunca, insanın "helal sana" diye bağırası geliyor!

Ama ne yazık ki Irak’ta olup bitenleri seyretmekten başka seçeneğimiz de yok gibi.

Hafızası kıt bir ulus olduğumuz için şöyle eski günlere doğru bir yolculuk yapmakta yarar var.

Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay yetkilileri 2, 10 ve 24 Temmuz 2002 tarihlerinde bir dizi toplantı yaptılar ve Irak krizine ilişkin olası senaryoları ve Türkiye’nin izleyebileceği politikaları saptadılar.

14 Ağustos 2002 tarihli "gizli" kayıtlı bir Dışişleri belgesi sanki bugünkü durumu anlatıyor.

Merak edenler Fikret Bilá’nın "Sivil Darbe Girişimi ve Ankara’da Irak Savaşları" isimli kitabında bu belgenin tam metnini bulabilirler.

Belgeyi okuyunca insan Dışişleri ve Genelkurmay yetkililerinin uzak görüşlülüklerine hayranlık duyuyor.

Tespitleri şöyle: "Bağımsız bir Kürt devletinin Kuzey Irak’ta ilan edilmesi! Musul ve Kerkük’ün Kürtlerin denetimine girmesi! Kürtlerin bağımsızlaşmasına yol açacak ádem-i merkeziyetçi yapıların ortaya çıkması. Türkmenlerin de Kürtler gibi Irak nüfusunun ana unsurlarından biri olarak görülmediği ádem-i merkeziyetçi yapıların oluşması."

Ve bu tespitlere göre hazırlanan senaryolar da belgenin ekinde yer alıyor.

Sonrasını hepimiz hatırlıyoruz.

Bu tespitlere dayanarak ABD ile yapılan bir "Memorandum of Understanding" anlaşmasına dayanılarak bir tezkere TBMM’ye gönderildi ve TBMM bu tezkereyi reddetti.

O gün tezkere kabul edilmedi diye sevinç gösterileri yapanların, bugünkü tabloya bakarak atıp tuttuklarını da hep birlikte izliyoruz.

Hamasi nutuklarla geçiştirilemeyecek bir dönemeçteyiz ve artık kendimize yeni bir Irak politikası çizmek zorundayız!

Aranan şey ’barış’ değil, ’federasyon’

’TÜRKİYE Barışını Arıyor" isimli toplantıdan sonra yayımlanan sonuç bildirgesinde şöyle bir ifade var: "Yirminci yüzyılın başında Cumhuriyet kurulurken ıskalanan barışı, yeni bir yüzyılın başında ıskalamayacağız."

Bu cümleden bir tek şeyi anlıyorum: Toplantıya katılanlar 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin bir "federasyon" olarak kurulmamasından dolayı büyük bir üzüntü içindeler!

Şimdi bu hedefi "ıskalamamak için" neler yapmak istedikleri de belgenin içinde yazılı.

Zaten "bölgenin kaynaklarının bölge için kullanılması" önerisi de bunun ekonomik altyapısını hazırlamak için oraya konulmuş.

"Gözü yaşlı romantik" konuşmacıların neye alet olduklarını, sonuç bildirgesini okuduklarında anlamış olduklarını umut ediyorum.

Muhalefeti kendi içinde bir hükümet

DEVLET Bakanı Kürşad Tüzmen, bankacılıktaki yabancı sermaye artışının taahhüt sektörünü olumsuz etkilemesinden endişe duyduğunu açıkladı.

"Polonya’daki taahhüt sektörü bu nedenle artık yok" dedi.

Tüzmen, Müteahhitler Birliği Başkanı’nın "bankacılıkta yabancı payının artmasının müteahhitlerin yurtdışı işlerde teminat mektubu alımını zorlaştıracağı" görüşüne katıldığını belirti.

Bir süredir, hükümetin bazı bakanlarının da benzer bir kaygıyı paylaştığını biliyoruz.

İcra makamında bulunan kişilerin, böylesine önemli konularda endişelerini dile getirmekle yetinmeyip bunun gereklerini yerine getirmeleri gerektiğini söylemek istiyorum.

Öte yandan konunun Başbakan’ı da ilgilendiren bir yönü var.

Başbakan, Anayasa gereği bakanlıkların uyum içinde çalışmalarından sorumlu!

Bankacılığın geleceğiyle ilgili böylesine derin endişeler besleyen bakanlar olduğuna göre, bu konu neden Bakanlar Kurulu’nda tartışılmıyor?

Bu tablo tam anlamıyla "muhalefeti kendi içinde hükümet" görüntüsü yansıtıyor.

Hükümet bu konuda bir görüşbirliğine varsa iyi olacak.
Yazarın Tüm Yazıları