Güzel felsefe

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Felsefeye olan inancımı 1998'in Şubat ayında, hafta içinde bir gün tamamen kaybettim.

Olayın hafta içinde olduğunu net olarak hatırlıyorum, çünkü o gün sabah yataktan kalktığım anda bile mutlu değildim.

Bizim radyo diskcokeylerinden insanın sadece cumartesi günü mutlu olabildiğini öğrendiğimden, anlattığım günün hafta içi olduğuna adım gibi eminim.

Neyse, mutsuzluğuma rağmen ekmek parasını çıkarmak için yazılarımı yazdım.

Sonra da ‘‘How The Mind Works’’ adlı kitabı okumaya başladım.

Şimdi bana lütfen, zaten halihazırda mutsuz olan bir adamın neden bilinçli tercihiyle ‘‘Zihin Nasıl Çalışır?’’ adlı bir kitabı okumaya giriştiği gibi bir soru yöneltmeyin.

Bu sorunun cevabını bilseydim, baştan mutsuz olmaz ve sonsuz kısırdöngüyü de kırıverirdim, değil mi ama?

***

Kitabın ilk sayfalarında yazar Steven Pinker, insan beyninin çalışma mekaniği üzerinde duruyor.

Beyinde meydana gelebilecek hasarlar sonucunda çok ilginç hastalıklar olabiliyor.

Örneğin bir hasta, John F. Kennedy'nin fotoğrafını her gördüğünde bunu Martin Luther King olarak algılıyormuş.

Gerçi bu, bir pazar yazım olabilecek zenginlikte bir konu ama, yemin ediyorum şaka yapmıyorum.

Sonra bir başka hasta ise beynindeki hasar nedeniyle çevresinde olan hareketleri algılamamaya başlamış.

Şöyle anlatayım olayı:

Masanın üzerinde suyla dolu bir şişe sürahi ve yanında da bir adet bardak var diyelim.

Hasta bunu görüp algılayabiliyor.

Daha sonra doktor, sürahiden bardağa su dolduruyor.

Bardak dolunca da sürahiyi tekrar yanına koyuyor.

Hasta suyun doldurulma olayını katiyen algılamıyor.

Yani bardağı ilk önce boş, sonra da aniden dolu olarak görüyor. Aradaki hareketi göremiyor.

Bütün hareketli olayları böyle algılıyor hasta. Boş duran koltuğu bir anda dolu olarak görüyor. Gerçekten korkunç bir şey.

Neyse, konumuz bu değil. İşte bu noktada o gün beni felsefeden tamamen soğutan olaya geliyoruz.

İnanılacak gibi değil, ama bazı filozoflar BU HASTALIĞIN FELSEFİ AÇIDAN OLABİLMESİNİN MÜMKÜN OLMADIĞINI düşünmüşler.

Ve BUNUN NEDEN OLAMAYACAĞINI DA YİNE FELSEFİ BAZI ARGÜMANLARLA açıklamışlar.

Yani yemin ediyorum, tam kafa atılacak tipler bunlar.

***

O gün felsefeyi tamamen reddettim.

Zaten bir süredir Jacques Derrida okuyarak kendimi felsefeden soğutmaya çalışıyordum.

Onun yazdıklarının yüzde 98'ini anlamadığımdan hedefime varmak üzereydim.

Gerçi Derrida, ‘‘Arkadaşlık Üzerine’’ adlı kitabında yaşamda arkadaşlığın neden olamayacağını anlatarak sempatimi kazanmıştı, ama bu başarısı ondan soğumamı engellememişti.

Tam bu yolda iken, o şubat, hafta içinde okuduğum şey tavrımı iyice netleştirmeme neden oldu.

***

Bu arada diyebilirsiniz ki, Derrida bu kadar anlaşılması zor bir feylesof ise o zaman insanlar neden onu çok seviyor.

Bunu sorabilirsiniz...

Ben de size derim ki, James Joyce'un ‘‘Ulysses’’inin en iyi İngilizce roman seçilebildiği bir dünyada, Derrida'nın da en popüler feylesof olmasından daha doğal bir şey yoktur.

Bugüne kadar Ulysses'i tam olarak anlayabilen tek bir Allah'ın kulu çıkmamıştır.

Bırakın anlamayı, kitabın içindeki cümleleri algılamak bile imkânsızdır.

Gerçi akademik hayatta Joyce'çular diye bilinen bilim adamları da vardır, ama diğer bilim adamları onları kaybedilmiş vakıa olarak görmekte ve daha fazla üzülmesinler diye ne isterlerse yapmaktadırlar.

***

O şubat ayı hafta içinden bu yana felsefeden umudumu tamamen kesmiştim.

Bir daha beni içine çekebilecek, beni mutlu edebilecek, zihnimi gıdıklayabilecek bir fikir yapısı bulabileceğimi hiç düşünmüyordum.

Ancak yanılmışım.

Üç gün önce hayatın sevimli sürprizlerinden bir tanesi başıma geldi.

Dalay Lama'da beni çok hayrete düşüren bir fikir buldum.

Evet DALAY LAMA'da dedim, beni yanlış okumadınız.

Ve o fikri okuduktan sonra uzunca süre kendimi gerçekten değişmiş bir insan olarak hissettim.

Kulağımda Yanni'nin müzikleri çınladı. Her insanı kardeşim gibi algılamaya başladım. Onların suratına ıslak gözlerle baktım ve gülümsedim.

Gerçi bu ruhsal bozukluğum çok uzun sürmedi. Sokakta on dakika yürüdükten sonra tekrar normal halime döndüm, ama olsun Dalay Lama beni yarım saatliğine bile olsa değiştirmişti ya, siz ona bakın.

***

Bakın ne demiş ulu Dalay Lama:

‘‘Bir insan geneleve gittiği zaman, orada yaptığı harcamayı üçüncü bir kişinin üstüne yüklemiyorsa, yani parasını kendi ödüyorsa, o zaman geneleve gitmesinde bir sakınca yoktur.’’

Size yemin ediyorum, bu tam da benim hayat felsefem ya.

Ben de genelev masraflarının başka insanların üstüne yıkılmasına kesinlikle karşıyım.

Ve kendi parasını ödeyen her insanı da sempatiyle karşılıyorum.

Tabii anlamadığım şeyler de var bu cümlede.

Örneğin, acaba Tibet'te genelev var mı?

Varsa Tibetliler oraya gruplar halinde mi gidiyorlar?

Tibet genelevinde para ödeme esnasında hiç kavga çıktı mı?

Bir insan, başka bir insanın genelev masraflarını neden üstlensin ki?

Ve son olarak da, Dalay Lama bu konuya neden el atmak ihtiyacını duydu. Acaba arkadaşları, ona genelev faturalarını mı getirdiler?

Neyse ne. Benim bugüne kadar okuduğum en pratik içerikli felsefe buydu, bunu da bilin.













Yazarın Tüm Yazıları