Geyik

Pakize SUDA
Haberin Devamı

Bugüne kadar bekledim. Hani belki yığılmadan dolayı postada gecikme olabilir diye. Yok. Bir tane bile gelmedi. Ön tarafında koç resmi, arkasında sıhhat, afiyet, mutluluk dilekleri. Bayram tebriğinden söz ediyorum.

Kardeşim, ‘‘Sen kimseye gönderdin mi?’’ diye sordu. Yerinde bir soru. Ancak ben kimseye faks da çekmiyorum ama ha bire geliyor.

*

Tebrik kartı gelmeyince postacı da gelmedi tabii. Son senelerde hiç gördüğüm yok zaten. Getireceği bir şey kalmadı ki. Bir elektrik bir de cep telefonu faturası. Onları da postacı mı yoksa başka biri mi getiriyor bilmiyorum. Her kimse sessizce kutuya koyup gidiyor. Haklı. 20 milyonluk konuşmaya 80 milyonluk fatura geldiğini gören adamın asabiyetine şahit olmak istemiyordur.

*

Şimdi kuryeler var. Geçen gün kapı çalındı; baktım, kafasında kask, atom karınca gibi biri duruyor karşımda. ‘‘Pizza getirdim’’ diyor. ‘‘Biz pizza istemedik, bir yanlışlık var’’ dedim. Adam gitmiyor. Meğer kuryeymiş. ‘‘Bi zarf getirdim’’ diyormuş. Ne bileyim ben. Kafasındaki kaskı görünce. Kapıda motoru da var. Çok benzeşiyorlar pizzacıyla.

Oysa postacılar kimseye benzemezlerdi. Hayatımda bir gün bile bir postacıya yoğurtçu muamelesi yaptığımı hatırlamıyorum.

*

Postacılarla tebrik kartları yok da bayram var mı? Yani eski bayramlar. Korkmayın, eski bayram geyiği yapacak değilim. Hani yeni ayakkabılarımızı başucumuza koyduğumuz falan. Zaten o tekerleğin icadından önceydi. Benim dediğim daha yakın. Kral TV'nin icadından önce. Hani şarkıcı kısmının bayramdan bayrama, bir de yılbaşlarında ekranda göründüğü yıllar. Sair günde bunlardan birini ekranda görsek yüreğimiz ağzımıza gelirdi. ‘‘Acaba öldü de haberini mi veriyorlar’’ diye.

İşte bayram o zamanlar bayramdı. Güne Rumeli türküleriyle başlar, hicaz, hüzzam vs. fasıllarla devam eder, özel eğlence programlarıyla veda ederdik. Özel eğlence programları hakikaten özeldi. İki sanatçı arasına bir parodi koymak suretiyle teşkil edilirdi. Parodiler günün maná ve ehemmiyetine uygun olurdu. Misal, kurban bayramıysa kurban alımıyla ilgili, yılbaşıysa hindi alımıyla ilgili. Kahramanlar hayvan almaya giderler, alım sırasında başlarına türlü işler gelirdi. Eve dönerken hayvanı ellerinden kaçırırlar, yine başlarına türlü işler gelirdi. Nihayet kesim aşamasına gelinir, o esnada da başlarına türlü işler gelirdi. Bu böyle bir sanatçı bir parodi, bir sanatçı bir parodi şeklinde bütün gece sürer giderdi. Seyrederken mest olurduk.

*

Şimdi özel eğlence programları yok mu? Var elbet. Lakin neye yarar? ‘‘Aşırı doz’’dan mustaribiz. Bazen televizyonu kapatıyorum; üç saat sonra yeniden açtığımda, aynı sanatçı, aynı şarkıya bıraktığım yerden devam ediyor. ‘‘Estağfurullah’’ diyecek gibi oluyorum. Adeta emrimize amadeler.

Sertab Erener'in zor kadın olduğu bizzat kendisi tarafından yüzlerce kere ifade edilmişken, benim hálá merak içinde olmamı kimse beklemesin.

*

Hal böyle diye televizyon seyretmeyecek miyim? Ne münasebet. Açtım bayramda TRT 4'ü. Aynı anda içim de açıldı. Hediye paketi gibi kadınlar. Pırıl pırıl, şıkır şıkır. Dizilmişler. Aralarında Devlet Su İşleri memurları. Yani ilk bakışta öyle zannediliyorlar ama değiller. Onlar erkek TSM ve THM ses sanatçıları. Ve iki yanda iki ayrı saz heyeti. Biri TSM, öteki THM.

Solist çok, şarkı az. Bu yüzden her şarkıyı iki kişi söylüyor. Bir dörtlük biri, bir dörtlük diğeri. Dikkat ettim ikilileri bir araya getirirken birbirlerine husumeti olanları seçmişler. Böylece TRT ciddiyetini sağlamanın kolayını bulmuşlar. Değil şarkının sözlerine göre işmar etmek, bir kere bile göz göze gelmiyorlar. Bir tek Ayşe Taş zaptedilemiyor. Kıçı dursa başı oynuyor. 45 kilo verirse özel kanallara sabah şekeri olması işten değil.

*

Şaka bir yana, TRT en iyisi. Hiçbir kanala değişmem. Koşmuyor ama yürüyor. İleri doğru. Ötekiler ha bire koşuyorlar, ancak koşu bandında. Kan ter içindeler, lakin arpa boyu yol almış değiller.

Kuryelere gelince... Postacıdan geçtim, onları da arar duruma gelmesek bari. Hiç olmazsa kapımızı ‘‘tık’’latıyorlar. Ama korkunun ecele faydası yok, biliyorum. Yakında bilgisayarın ‘‘tık’’ından başka ‘‘tık’’ duyulmayacak, onu da biliyorum.

Mış muş köşesi

Anthony Quinn'in aşkları roman olmuş.O da bir şey mi? Bizim 22 yaşındaki en sıradan manken kızımızın aşklarından bile bir değil, iki roman çıkar.

Altan Öymen ‘‘312 değişsin, ama FP de değişsin’’ demiş. Sayın Öymen yüzümü kara çıkardı. Konuştu.

Turizm Bakanı Erkan Mumcu, ‘‘Gelecek yıl Avrupa'nın bir numarası olacağız’’ demiş.

Kadın dövmekte bir numaraymışız. Hemcinsleriniz sizden önce davrandılar Sayın Mumcu.

Ecevit, ‘‘Ömür boyu yasaklama iyi değil’’ demiş. Doğru. Eskiden ne iyiydi. On yılda bir azar azar.

Burt Lancaster'ın eşcinsel olduğu ortaya çıkmış.

Hillary Clinton lezbiyenmiş. Onlar da mı? Artık bende ve benim gibilerde bir tuhaflık olduğu kanaatindeyim.

Aslanlar kaplan doğuracakmış. Ne var bunda? İnsanlar da aslan doğuruyorlar. ‘‘Analar ne aslanlar doğuruyor’’ demez miyiz?

Demirel, ‘‘Ananıza babanıza iyi sahip çıkın’’ demiş. İnsaf. Daha ne yapalım, ‘‘Baba’’cığım? Bir suyunuza çorba yapmadığımız kaldı.

Yazarın Tüm Yazıları