Filozoftur ama delikanlı adamdır ha!

Size bir şey söyleyeyim mi: Ben bu adama bitiyorum.

Haberin Devamı

Yüzündeki narsist ifade ona çok yakışıyor.
Oynadığı besbelli...
Hiç önemli değil.
O bir şey yaptığı zaman, bütün sahne ışıkları ona dönüyor.
Hem felsefenin, hem uluslararası dramların müthiş sitcom’cusu o.
Kim ne derse desin, Bosna’da büyük iş başardı. Libya’da direnen insanların yanında. Hem kendi reklamını yapıyor, hem de işaret ettiği insanlık dramının...
Benim yıllardır “Sitcom” dediğim gazeteciliğin Allah’ını yapıyor anlayacağınız...

*

Times gazetesinin köşe yazarı Ben Macintyre’ın başına geçen ay Paris’te ilginç bir olay geldi.
Tam bir ‘British’ kültürüyle yetişmiş yazar, o gün Paris’in ünlü Lutetia Oteli’nden çıkmış taksi bekliyordu.
Bir dakika, bir dakika; Lutetia Oteli deyince aklıma başka bir şey geldi.
Bu otel, İkinci Dünya Savaşı sırasında, işgalci Alman Ordusu’nun karargahı olarak kullanılmıştı.
Birçok Yahudi ve Fransız direnişçi burada sorguya çekilip, ölüme gönderilmişti.
Geçen yaz sürpriz bir gelişme oldu ve bu oteli, Yahudi bir işadamı satın aldı.
Konuya dönüyorum...

* * *

Haberin Devamı

İngiliz yazar, taksi beklerken, otelden iki kişi çıktı ve sırayı beklemeden, onun önüne geçip gelen taksiye bindi.
Yaptıkları düpedüz terbiyesizlikti.
Bu ‘terbiyesiz’ iki kişi kimdi biliyor musunuz?
Biri İtalyan yazar Umberto Eco, öteki ise Fransa’nın ünlü filozofu Bernard-Henri Levy!
Onunla benzer bir yanımız var.
Türkiye’de bana, “Pop sosyolog” diyorlar.
Ona da Fransa’da “Pop felsefeci”...
Bu sahneyi gözümün önüne getirince kendi kendime, “Yakışır hergeleye” dedim.
Evet, Fransa’daki kısaltılmış lakabıyla BHL böyle bir adamdır.
Bu olaydan kısa süre sonra ilginç bir gelişme daha oldu.
Fransızlar BHL’yi aniden Libya’nın Bingazi şehrinde gördüler.
Üzerinde koyu renk bir takım elbise, içinde yakasının üst üç düğmesi açık bir gömlek, o her zamanki olağanüstü narsistliğiyle, Libyalı direnişçilerin önündeydi.
Manzara aynen şöyleydi:
BHL, askerlerini teftiş eden general edasıyla direnişçilerin önünden geçiyor.
Kolunu kaldırmış, iki parmağıyla zafer işareti yapıyor, direnişçiler de aynı işaretle ona karşılık veriyor.
Bir sonraki fotoğraftaysa onu, Kaddafi karşıtı aşiret reislerinin arasında otururken görüyoruz.
Vücut dili yine aynı.
Toplantının kralı BHL. O konuşuyor, aşiret reisleri hayranlıkla dinliyor.
Üçüncü fotoğrafta, Bingazi’nin Tahrir meydanında 30 bin kişiye sesleniyor.
Oradan çıkıp, bir uydu telefonuyla Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’yi arayıp soruyor: “Direnişin liderini Elysee’de kabul etmeye hazır mısın?”
O da, “Hazırım” diyor.

* * *

Haberin Devamı

Fransa şunu konuşuyor:
“Cumhurbaşkanı Sarkozy’yi Libya’ya müdahale etmeye BHL ikna etti.”
İkisi çok iyi arkadaş.
Günde 5-6 defa telefonla konuşuyorlar.
BHL bazen laptop’unu kapıp Elysee Sarayı’nın kapısına dayanıyor.
Üç dakika sonra Sarkozy’nin önünde.
Bazıları ona, “Libya’nın Lawrence’i”  diyor.
Klasik Fransız aydını ise fena halde gıcık.
Mesela Regis Debray yaptığı bu eylem için, “Komik” diyor.
Ama o, ezberleri bozuyor.
Felsefeye eylem; eylemeyse olağanüstü bir hedonizm katıyor.
Her ikisine de, yakası açık gömlekten fırlayan bir narsisizmi ekliyor.
Size bir şey söyleyeyim mi: Ben bu adama bitiyorum.
Yüzündeki narsist ifade ona çok yakışıyor.
‘Oynadığı’ besbelli...
Hiç önemli değil.
O bir şey yaptığı zaman, bütün sahne ışıkları ona dönüyor.
Hem felsefenin, hem uluslararası dramların müthiş sitcom’cusu o.
Kim ne derse desin, Bosna’da büyük iş başardı.
Libya’da direnen insanların yanında.
Hem kendi reklamını yapıyor, hem de işaret ettiği insanlık dramının...
Benim yıllardır “Sitcom” dediğim gazeteciliğin Allah’ını yapıyor anlayacağınız.
O bir yere gitti mi, herkes onu takip ediyor. Gazeteler onu anlatıyor, o da tanık olduğu faciaları.
İtiraf edeyim, ben de gıcık oluyorum bu adama.
“Bunu ben yapmalıydım” hasedinden kıvranıyorum...

* * *

Haberin Devamı

Şimdi söyleyin bana, bu adamın, Lutetia Oteli önündeki taksi kuyruğunun önüne geçme hakkı yok mu...
Adamın acelesi var.
Her dakika, bir saniye sonraki sitcom’a yetişmeye çalışıyor.
Ama siz Times gazetesinin yazarı gibi, ‘British, British’ bir eğitimle büyümüşseniz, kuralların, ahlakın, etik değerlerin sarsılmaz yüceliğine inanmışsanız, anlamanız mümkün değil.
Çünkü o bir Akdenizli; narsisist, hedonist ve aktivist...
En zeki, en yakışıklı, en etkileyici, en patavatsız, en cesur, en farklı olduğuna inanıyor.
Vallahi haksız da değil...

Yazarın Tüm Yazıları