Ezel, Behlül, Cevahir, Polat Alemdar ve ben Lost olduk...

Her şey İngiltere'ye gitmek üzere bindiğim uçakta başladı.

Haberin Devamı

Uzunca zamandır bir yerlere gitmediğimden birikmiş millerim sayesinde bizınıs kılastan kaptığım koltuğa sevinçle oturdum.
 
Sabahın bir körü olmasına rağmen İlk ikramda, tercihimi portakal suyu yerine şampanyadan yana kullandım. Uçak korkumla Allah korkum neredeyse eşittir benim.
 
Bir ara baktım, hostesler bana doğru bakıp fısır fısır bir şeyler konuşuyorlar, ünlüyüm ya ben ondandır dedim.
 
Fakat bu duruma birkaç kadının haykırışları da eklenince durum ortaya çıktı. Amanın booo, bizim uçakta Ezel, Cevahir, Polat Alemdar hatta ve hatta Behlül varmış…
 
Uçak havalandı, yolculuk başladı, iki bardak viskiyi indirdikten sonra rahatladım. Bu sefer yanımdaki boş koltuğa acaba hangisini davet etsem diye düşüncelere daldım.
 
Bir anda motorun sesi değişti. Aman Allah’ım  bir terslik var, irtifa kaybetmeye başladık, çığlıklar başladı, ay kafama oksijen maskesi düştü, vvuuuuuuuuu, gidiyoruz, eller kafada, kafa bacaklar arasında, huuuuuuuuuuuu, küt…
 
Birinin beni çekiştirmesiyle gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm şey Behlül’ün o deniz mavisi gözleriydi. Tüm nezaketiyle kolumdan tutup “Benimle gelin, acilen uçaktan çıkmamız lazım” dedi.
 
Işığa doğru ilerleyince bir baktık etrafımız palmiye ağaçlarıyla dolu ve önümüzde Behlül’ün gözleri renginde uçsuz bucaksız bir deniz…
 
O sırada birileri bize “Buraya gelin buradayız.”diye seslendi.
 
Aman Allah’ım;  Polat, Ezel ve Cevahir kumların üzerinde oturuyorlar. Polat’ın bir elinde tesbih diğer elinde telefon ”Ulan ben hele İstanbul'a bir döneyim de bu çekmeyen hattın hesabını koocell den soracağım, kesin bu da Gladio'nun işidir. Bütün dizi kahramanlarını tek uçakta öldürüp Türk ev kadınlarını bunalıma sürüklemek amacındalar…” diye bağrınıyor.
 
Hemen yanlarına gidip oturduk. Ezel sırtındaki ceketi çıkartıp benim sırtıma koydu, ”Isınırsın şimdi.” dedi. Cevahir, “Hoş geldin bacım, tek sağ kalan hatun sensin icabında. ”gibi laflar etti.

Haberin Devamı

Ezel, Behlül, Cevahir, Polat Alemdar ve ben Lost olduk...
 
Bir an aklıma geldi, hani derler ya "Bir adaya düşsen yanına alacağın üç şey nedir?" diye. Tam olmasa da uyuyordu benim durumum, etrafımda dört tane taş erkek, biri taştan biraz uzak ama olsun. Bir ara eğer bu adadan kurtulamazsak, soyumuzu devam ettirmemiz gerekirse diye düşündüm. Acaba hangisinden çocuk isterdim? Düşün düşün işin içinden çıkamadım. Hepsini iyice tanımaya başladıktan sonra karar veririm dedim. Otuzdokuz yaşında olup doğurganlığımın derecesi nedir o mühim değil, aşk her şeyin ilacıdır…
 
Behlül’den çocuk yapsam, ilerde yakın akrabalarına asılma ihtimali olduğundan, hemen vazgeçtim. Cevahir, iyi kalpli temiz bir çocuk ama biraz sahtekar, ben zaten bıkmışım sahtekarlıklardan. Polat ve Ezel kalıyor geriye. Polat biraz karışık, Ezel de fena değil ama ikisi de zırt pırt estetik ameliyat olup yüzlerini değiştiriyorlar, gerçi bunlar mafya. Bu estetik cerrahlara para mara da vermiyorlardır, arada benim botoxlar da bedavaya gelir diye düşündüm.
 
Polat’ın sinirleri yatışınca başladık durum mütalaası yapmaya, bizden başka kurtulan olmamıştı uçakta.
 
İlk iş uçağa gidip kullanılacak ne varsa aldı erkekler, Allah'tan kıyamayıp beni yanlarına almadılar. Onlar giderken koltuk numaramı söyledim ve ekledim, ”Kim makyaj çantamı bulur getirirse, yanağına bir buse konduracağım“ diye…
 
Daha sonra gelen yemeklerle karnımızı doyurup, uçaktan gelen tüm içkileri de lüpletince uyuya kalmışız hepimiz.
 
Sonraki birkaç gün bu şekilde geçti, adaya ve duruma ısınmaya çalışıyorduk.
 
Adada namustandır deyip bana uyumam için özel bir mekan yaratmışlardı. Makyaj yapamadığımdan olsa gerek, bana kadından çok bacı muamelesi çekiyorlardı ama ben hala ümitliydim, aralarından birinin bana kesin aşık olacağından…
 
Bu sırada yemek stoğumuz da tamamen bitmişti, erkekler avlanmak üzere yola koyuldular. O gün tek bir şey canımı sıktı, Polat’ın bana dönüp ”Geri döndüğümüzde ateş hazır olsun Ayşe.“ demesi…
 
“Adada bile erkekler hep aynı“ diye suratına bas bas bağrındım ben de, ne cesaretse…O ise bana kızgın kızgın bakıp bir şey demeden sırtını döndü gitti.
 
Elleri boş döndüler. Hatta nazik Behlül eline kıymık battığı için ağlıyordu, sinir oldum.
 
İş düştü başa, ”Bari ateş yakın” dedim.  “Ben gidip ağaçlardan yaprak koparacağım, biriniz de denizden yosun mosun çıkarsın da dolmaya iç olsun.” Polat, ateş ederek kuru yaprakları tutuşturmaya çalıştı ama sonra kurşunu bitince durmak zorunda kaldı.
 
Ormanda biraz ilerledikten sonra bir kara duman gördüm. “Allah Allah…” dedim. “Buraya birileri ev kurmuş ama bacasını ayarlayamamış herhalde, çünkü fena halde tütüyor” derken, o kara duman geldi etrafımı sardı ve beni boğmaya başladı. Tam o sırada biri yetişti. Elinde pilli bir fön makinesi bütün dumanı dağıtıyordu. Ben biraz öksürdükten sonra: “Ay” dedim. “Allah razı olsun hayatımı kurtardınız.”
 
İlk bakışta adamı Lost’daki Lock zannetsem de sonradan vazgeçtim çünkü adamın pala bıyıkları vardı.
 
Bana o gevrek ve tok sesi ile cevap verdi:
“Önemli değil kardeşş, lafı mı olur ?”
 
Meğer buraları hep Ramiz dayınınmış. Daha dutlukken üstelik…
 
Ben Ramiz dayıyı da alıp bizimkilerin yanına döndüğümde, Ezel'in sevineceğini zannederken, Ezel kaçacak delik aradı. Meğer işin rengi başkaymış. Bu, Ezel'in soyduğunu sandığımız (bize öyle yedirilen) kumarhanenin asıl sahibi Ramiz dayıymış. Ezel'den de intikam almak için onu bir sürü oyunun, dalaverenin içine sokmuş ihtiyar kurt.
 
Ramiz dayı Ezel'e doğru hamle yapacakken oradan yerli büyücü kadın kılığındaki Mürüvvet Sim fırladı aniden. Elinde klasik merdanesi, Ramiz'e: “ Bey, bey sana kaç defa dedim, yabancıları alıp getirme burası bizim adamız. Diğer yakadaki turşucu karı koca zaten gece gündüz kavga edip rahatımızı kaçırıyor, bir de bunlarla mı uğraşacağız” diye söyleniyordu. O sırada denizden beyaz saçlı, beyaz top sakallı bir adam çıkıverdi. “Meliha'mı bana verin, canım ciğerim, biliyorum sizde o” diyordu. Denizden baban çıksa ye demişler ama bu kez denizden “Samim” çıkmıştı. Sonra Polat bir nara attı ve şıkıdım şıkıdım göbek atmaya başladı. Çok şaşkındım, bir anda, bütün kahramanlar üzerime üzerime gelmeye başladı. Behlül beni sarsıyordu:  “ Ayşeeeee, Ayşeeeee söyle bana, senin yengen var mıııı? Benimkiler bittiiii. Varsa nerdeeeeeee?“ diye bağırıyordu. Sarstı, sarstı, sarstı beni….
 
“Hanımefendi!! Hanımefendi lütfen uyanır mısınız?“
Genç ve güzel bir hostes beni nazikçe sarsıyordu.
 
“Hanımefendi, uçağımız piste indi. Uyuyakaldınız herhalde. Geçmiş olsun.” dedi
 
 
Not 1: Bir daha uçakta içip içip sızmayacağım.
Not 2: Ne rüyaydı ama, dört bir yanımız dizilerle kaplı olunca benden de kalkıp George Clooney, ya da Brad Pitt görmem beklenemez herhalde

Yazarın Tüm Yazıları