En gülünç gölge tipi Tuzsuz Deli Bekir

Türk Gölge Oyunu-Karagöz isimli iki CD ve bir kitapçıktan oluşan eseri tanıtırken, Karagöz ile Hacivat karakterlerine değinmiş Doğan Hızlan.

Geleneksel oyunlardaki tiplemelere günümüz Türkiyesi’nde de her zaman rastlayacağımıza dikkat çekerek, "İki kişinin birbirlerini anlamadan konuşmaları, Hacivat’ın eski deyimle lügat paralayarak konuşmasına karşılık Karagöz’ün yalın bir dille konuşması, halktan biri olması karşıtlığı oluşturan öğelerdir" demiş.

Birbirini anlamadan, hatta dinlemeden sürekli birbiriyle tartışan Karagöz ve Hacivat tiplemeleri komiktir elbet. Ama benim Karagöz oyunlarında en gülünç bulduğum tip Kasımpaşalı kabadayı tiplemesi Tuzsuz Deli Bekir’dir.

Tam bir mahalle kabadayısı olan Tuzsuz Deli Bekir, mahallede ne zaman bir dalaş çıksa, yanından ayırmadığı kamasıyla ortaya çıkar ve anlaşmazlıkları kaba kuvvetiyle çözüverir.

Narası da meşhurdur:

"Hieeeyt ben Tuzsuz" diye megalomanik bir nidayla çıkıverir meydana.

Hieeyt Ben TUZSUZ!

Anamı kesen BEN

Babamı kesen BEN

Kardeşimi kesip rakıma meze yapan yine BEN

Hieeyt! Var mı lan bana yan bakan?

Doğan Hızlan’ın da dikkat çektiği gibi geleneksel oyunlarımızın günümüz yaşantısında mutlaka izdüşümü olduğuna göre, Tuzsuz Deli Bekir’in bu geleneksel külhanbeyi narasının günümüz izdüşümü nasıl olurdu dersiniz?

Ortalık karıştı mı cebindeki çakısıyla çıkıverir kürsüye:

Hieeyt ben Tayyip!

Çiftçiye "ananı da al git" diyen BEN

Soru soran gazeteciye babalanan BEN

Din kardeşini soyup soğana çevireni siyasetime çerez yapan yine BEN

Hieeyt! Ben Başbakan. Var mı bana yan bakan?

Ramazan geldi doldur sepeti

Milliyet’in Cafe ekinde cuma günleri yazan Sabanur Kıraç’ı takip ediyor musunuz? Kimsenin aklına gelmeyen konuları, kimsenin bakmadığı bir yönünden bakarak, farklı bir üslupla yazıyor. Üstelik bu farklılığı mantık tutarsızlıklarına düşmeden yapıyor. Bu tip bir yazarın olmadığı Milliyet ana gazetede yazmaya başlar ve önemli bir boşluğu doldurursa şaşırmamak gerekir.

Geçenlerde yine enteresan konulara değinmişti. Başlık atmayı da çok iyi bildiği için, değindiği konulardan ikisinin başlığını vereyim gerisini anlarsınız: "Popstar dediğin kısa boylu olur", "Sezen Aksu’nun bacakları neden konuşulmadı?", "Bu kariyerlerin katili adamlar mı ilişkiler mi?"...

Geçenlerde yazdığı bir başka yazısının başlığı ise "Ramazan’ı Sevgililer Günü’ne benzettiler"di.

Birtakım yazarların çifte standardını çok iyi yakalamış Sabanur Kıraç. Haklı olarak soruyor, tüketimi körüklüyor diye Yılbaşı’nı, Sevgililer Günü’nü her fırsatta eleştiren yazarlara; "Ramazan’ı aynı amaçla sömürenleri neden eleştirmiyorsunuz?" diye...

Son derece haklı değil mi? Üstelik mübarek Ramazan ayını tüketimi körüklemek amacıyla kullananların, Yılbaşı’nı, Sevgililer Günü’nü kullananlardan önemli bir farkları da var. Ürünlerini satmak için insanların açken aşırı güçlenen imrenme duygusunu sömürüyorlar. Nereye baksak sahanda pişen sucuklar, kazanda kaynayan çorbalar, sıcak pidenin arasına koyulan pastırma dilimleri...

Ayıp olmuyor mu gerçekten?
Yazarın Tüm Yazıları