Elçiliklerin cadde savaşı

Ankara’da çeşitli ülkelere ait elçilik ve rezidans binalarının bulunduğu cadde ve sokaklar kimi zaman o ülkeye, kimi zaman da hiç anlaşamadığı ülkelere ait isimleri taşır.

Hal böyle olunca da, yabancı elçilikler arasında başkent cadde ve sokaklarının isimlerini kapma konusunda gizliden gizliye savaş yaşanır. Nasıl mı? İşte, Hürriyet’ten Özgür Ekşi’nin yaptığı araştırmanın sonuçları.

Öteden beri hedef tahtası olarak gördüğü İran’a girmenin sinyallerini veren ABD’nin Ankara Büyükelçisi, İran Caddesi’nde oturur. Ayrıca İran’ın Orta Asya’dan stratejik komşusu olan Pakistan da bu caddedir. Buna karşılık ABD’ye inat rejimini devam ettirmeye kararlı İran’ın Büyükelçilik posta adresi Tahran Caddesi’dir.

Filistin’in varlığını kabul etme konusunda yıllarca ayak direyen İsrail, Mahatma Gandi Sokak’da yer alırken, Türkiye’nin yıllar önce devlet olarak tanıdığı Filistin’in Büyükelçiliği Filistin Sokak’dadır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Hindistan ile Pakistan’ın ayrılmasında önemli rol oynayan Pakistan’ın lideri Muhammed Ali Cinnah’ın adı Ankara’nın en ünlü protokol caddesinde yaşar. Hindistan ve Pakistan zaman zaman şiddetlenen Keşmir-Cammu çekişmesiyle savaşın eşiğine gelse de, Hindistan’dan Ankara Büyükelçiğine gönderilen mektuplar Pakistanlı lider Cinnah’ın adını taşıyan caddedeki adresine ulaşır.

Dünyanın en kalabalık Müslüman nüfusunun yaşadığı ve laiklik ile şeriat arasında mücadelelere sahne olan Endonezya’nın Ankara Büyükelçiliği ise İslam’a karşı tavrından dolayı "Allah düşmanı" manasında "Adüvvullah Cevdet" diye anılan Abdullah Cevdet Sokak’da yer alır.

Fransa en şanslı elçilik binasına sahiptir ki, Paris Caddesi’nde konumlanır. Keza Romanya Elçiliği Bükreş Sokak’ta, Fas Elçiliği Rabat Sokak’ta yer alır. Almanya ise Willy Brand Sokak’la temsil edilir ki, bu sokakta bir tek Özbekistan Elçiliği bulunur.

Ana dilimiz en son 1960’da sorulmuştu

Avrupa Birliği’ne uyum çabası içindeki Türkiye, ana dilde eğitim ve yayın gibi sorunlarla da mücadele ediyor. Peki, ülkemizdeki ana dil panoraması ne durumda? Oldukça kısa bir araştırmaya girdim ve tam 47 yıl öncesinin rakamlarıyla kafamda oluşan soruya yanıt buldum.

Türkiye’de yapılan nüfus sayımında, "Ana diliniz nedir?" sorusu en son 1960 yılında sorulmuş. O sıralar ülkemizin nüfusu 27 milyon 754 bin 820 kişiymiş. Ve bu sayıma göre verilen cevaplar aşağıda verdiğim tabloyu oluşturmuş. Hiçbir yorum yapmadan istatistiki verileri bilginize sunuyorum.

22 bin ile 100 kişi arasındaki yelpazede de beyan edilen ana diller ise şöyle sıralanıyor: Sırpça, Rusça, Hırvatça, Bulgarca, Lehçe, Portekizce, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Almanca, Abazaca, Acemce ve diğer diller ile ana dili bilinmeyenler.

Kadir İnanır’a Legion D’Honneur

Bir davette, Necef-Ahmet Uğurlu çiftiyle koyu sohbete dalmıştık. Necef Hanım, çok yakın dostu Kadir İnanır’la olan ilginç anılarını anlatırken, çevresindekileri gülme krizine sokmuştu.

Yılların oyuncusu Kadir İnanır, bir gün Necef Hanım’a gelip, "Fransızlar bana, ülkelerine yaptığım katkıdan dolayı Legion d’Honneur nişanı takacaklar." demiş. Başta Necef Uğurlu olmak üzere etrafındakiler ünlü sanatçıyı kutlama gayreti içine girerken de nedenini açıklamış.

"Fransızca kökenli motivasyon kelimesini Türkçe’ye kazandırdığım için bu ödüle layık görüldüm."

Ağca’dan Seda Sayan’a! "Beni beklese iyi olurdu"

Mehmet Ali Ağca’nın tahliyesinden sonra medya, geçmiş dosyaları tozlu raflardan çıkaradursun, aklıma karanlıkta kalmış çok sayıda olayı aydınlatmasıyla ünlü gazeteci Saygı Öztürk’ün "5-6-2 Tamam Reis" isimli kitabı geldi. Dogan Kitapçılık tarafından yeniden basılan eseri bir kez daha gözden geçirdim. Bir çok yeni bölüm ilave edilip, bilgiler güncelleştirilmiş. Ancak, kitabın daha önceki baskılarında Ağca olayı ve 1978 yılında sol görüşlü yedi üniversite öğrencisinin Ankara Bahçelievler’de öldürülmesiyle ilgili gerçekleri bir kez daha okuma şansını yakalamış ve çok ilginç bilgilere ulaşmıştım. Şimdi o bilgilerin yerine başka önemli aktarımlar var. Neyse gelelim özel bir bölüme.

Kitapta Ağca’nın Seda Sayan’a hayranlığını anlatan bir bölüm de var. Türkiye’ye getirilirken İnterpol görevlileri ile sohbetinde kısaca şunları söylüyor:

"En çok Seda Sayan’ın şarkıları beni etkiliyordu. Çok güzel sesi ve yorumu var."

"Geçenlerde evlendi, haberin var mı?"

"Hayır şimdi öğrendim. Beni beklese iyi olurdu."

Nihat Doğan elini çabuk tutsa iyi olacak, benden söylemesi.

La Fontain’den konyak

Ritz Carton Otel’de boğaz manzaralı akşam yemeğim, bir çok ünlü isimle aynı havayı solumamı sağlıyordu. Yemek sonrası, Kerem Görsev’in caz konserini dinlemek için otelin bar kısmına geçerken, randevulaştığım iki gazeteci arkadaşımla da orada buluşuyorduk. Garsona içeceklerimizi sipariş verip, Görsev’in sihirli piyano nağmelerine kulak kabartırken de, dakikaların nasıl geçtiğini anlamıyorduk. Ta ki, hesap pusulasıyla burun buruna gelene kadar.

Pusulada yazan rakam karşısında önce şaşırıp, sonra da doğruluğunu teyit için masa arkadaşlarımla birbirimize soruyorduk. Evet gördüğümüz doğruydu ve şef garsona seslenmekten başka çaremiz kalmıyordu.

Birer bardak rakı ve kolanın fiyatı normaldi, ama bir kadeh konyağın karşısına yazılan 240 lira oldukça abartılıydı. Garson hemen yüksek rakamı izah etmeye başlıyordu.

"Efendim, siz La Fontaine De La Pouyade Cognac içmişsiniz. 90 ile 110 yıllık bu konyağın şişesinin fiyatı iki bin 500 dolardır."

Tabii hemen ortaya atılıp, "Yahu biz size konyak dedik, sen adını bile yeni duyduğum bu şeyi getirdin. Böyle özel bir içki sorulup, getirilmez mi?" diye itiraza başladım.

Sonuçta otel yönetimi, müşteri memnuniyetini gözeterek, özür dileyip, hesap pusulasındaki rakamı indirip rahat bir soluk almamızı sağladı. Buradan çıkacak ders, siz siz olun beş yıldızlı otellerde adını sanını bilmediğiniz yemek ve içeceklere uzak durun. Şahsen, adını bile ilk kez duyduğum bir içki markasının sayesinde gözüm artık açık.

Bu arada tilkisi ve kargasıyla tanıdığım La Fontain’den Masallar kitabını, pahalı konyağı yüzünden okumaya bile tövbe ettim.
Yazarın Tüm Yazıları