Dostluk üzerine...

DAHA önce de yazmıştım... Taraf’ta sevdiğim bir köşe var (artık ekte)...

Telesiyej. Televizyon programlarını eleştiriyor daha çok. Fakat bu defa benim bir yazıma takılmış.

Tanımadığı ve neden onu seçtiğini bilmediği bir okuru (Ben kim olduğunu tahmin edebiliyorum) şikáyet edince, bakmış benim yazıya, içinde o da okuru gibi vefa bulamamış, dertlenmiş, almış kalemi eline...

Konunun ne olduğuna girmiyorum. Çünkü yazıyla ilgili kendimi savunma gereği duymuyorum.

Herhangi birini hedef alan yazı değildi, dolayısıyla vefayla ilişkilendirilmesini abes buluyorum. Haklı olduğum sadece bir kişinin alınganlık göstermesinden belli zaten. (Bundan sonra tepki gelirse, saymam.)

Bugün yapacağım şey, bu vesileyle vefa, dostluk, arkadaşlık üzerine biraz laflamak olacak yalnızca. Biraz da gazetecilik üzerine.

Şu ünlü, "Gerçek dost kara günde belli olur" sözünden başlayalım mesela.

Oldum olası doğru gelmiyor bana.

Daha doğrusu eksik buluyorum.

Bu sözü duyduğum zaman aklıma hemen "arkadaş"ının iyi gününe tahammülü olmayanlar geliyor. Kötü günde koşmayı, "ne iyi insan" olduğunu etrafa göstermek için fırsat bilen sözde dostlar...

Dostlar birbirlerinin başarılarını da beraberce kutlayabilmeliler. Koşmak için kara günü bekleyenleri akbabaya benzetiyorum.

Dostlukta en önemli kriterlerden biri şu benim için:

Her iki taraf da birbirini istediği zaman arayabilmeli ve ULAŞABİLMELİ birbirine. Tek taraflıysa bu, dostluktan söz edilmez. Yalnız bir tarafından canının istediği zamanlara sıkıştırılmaz dostluk.

Bundan ötesi, o süslü püslü laflar hiç ilgilendirmiyor beni.

* * *

Sayın Telesiyej yazarı,

Size isminizle hitap edemiyorum, isminiz yok çünkü.

Ne güzel!

Her zaman özenmişimdir, isimsiz yazanlara. Mesela ben de isimsiz yazıyor olsaydım kimse beni "vefasızlık"la suçlamayacaktı şimdi.

Siz... Aylardır herkesi eleştirip duruyorsunuz. Uzaydan gelmediğinize göre, bunların içinde tanışınız, arkadaşınız, hatta dostunuz olanlar vardır mutlaka. Ama ne onlar ne de onların adına başka biri "vefasız" diyemiyor size.

Özgürsünüz.

Aslında Türkiye’de iyi bir gazeteci, doğru dürüst köşe yazarı olmak için "isimsiz" olmak şart bana sorarsanız. Öteki türlüsü elini kolunu bağlıyor insanın. Kimse eleştiriye gelemiyor, herkes kayırılmak istiyor çünkü. Bakıyorsunuz arkanızdan bir incinmişler ordusu! Ve neler yapabilecekleri hiç belli olmaz.

Türkiye’de 70 milyon "dokunulmaz" var!

Oysa kalemi eline aldı mı gazeteci, duygularını bir kenara koyabilmeli. İşin içinde babası olsa doğru bildiğini yazmalı. Sizin gazetenin de ilkesi bu değil mi? Hatta çıkış nedeni?

Vefanın yeri gazete köşeleri değildir Sayın Yazar. Ve çok derindir bu vefa meselesi. Bir girersem...

Son olarak benden size bir atasözü... "Dost acı söyler."

Karşıdaki de gerçek dostsa eğer, acı söze itiraz etmez.

Ama ne acı söylemeye cesaret edebilecek, ne de o acı sözü duymaya tahammül edebilecek birileri var ortada. Onun için sahte dostluklardan geçilmiyor ya...

MIŞ-MUŞ

ABD’de 22 yaşında üniversiteli kız, okul masraflarını çıkarmak için bekáretini satışa çıkarmış.

Yazık! Çok yazık! Hakikaten çok üzüldüm. Bizimki bedavaya gitti de...

Şanlıurfa’ya acı biber heykeli dikilmiş.

Buna da şükür, çiğköfteyi akıl edememişler!
Yazarın Tüm Yazıları