Denizlerde demokratikleşmenin 30 yılı

Bir yanda çok tehlikeli ve çok sıkıntılı yolculukları göze alan aşırı sporcular, denizaşırı yelken yarışçıları, diğer yanda, tropik bir adanın kumlu sahilinde güneş batarken, teknesinde içkisini yudumlama düşleri kuran gezi yelkencileri.

Dünyaları birbirlerinden çok ayrı olmasına rağmen, yelkencilerin okyanuslarda her gün artmasını sağlayan önemli ortak noktaları var; sayıları artan yarışlar, ıssızlığını giderek yitiren koylarda demirleyen tekneler, yaygınlaşan deniz deneyimi, hızla ilerleyen teknoloji. Düşlenemezin gerçekleştiği günler yaşıyoruz.

Son 30 yıl hepimizin hayatını değiştirdi. Olağanüstü hızlanan bir tempo ve tempoyu daha da sinir bozucu hale getiren teknoloji patlaması. Bunun ciddi etkilerini denizlerde de görüyoruz.

Fırtınalar denizi kaynayan bir kazana çevirir. Ne yapacağını bilmeyenler ya da şans yoksunları tarih boyunca bu kaynayan kazanda kaybolup gitti. Geçenlerde bir dergide yaşlı bir deniz kurdunun, "Artık bir fırtınayla karşılaşmadan dünyayı gezmek mümkün bile olsa, denize açılan herkes sert havada ne yapılacağını bilmeli" dediğini okudum. Bu sözlerin denizi çok iyi bilen birinin ağzından çıkması önemli. Ama söyleyene değil söyletene bakmak gerek tabii ki. Son 30 yılda gelişen teknoloji herkesin işini çok kolaylaştırdı.

Uydu telefonları, çok büyük olmayan bir yatırımla hava durumunun çok ayrıntılı bir şekilde teknelere ulaşmasını sağlıyor. Hava durumunu öğrenip limandan ayrılmayan, ya da yaklaşan bir kötü hava cephesinin önünden kaçmak için gerekli değişiklikleri yapan yelkenciler, havanın en kötü etkilerinden kurtulabiliyor. Unutmayın en iyi gezi yelkencisi fırtınadan kurtulan değil, fırtınaya yakalanmayandır.

Magellan’ın denizde e-posta alınmasını mümkün kılan ilk el cihazını 1990’da piyasaya sürmesinden sonra bugün ulaştığımız düzey şaşırtıcı. Daha önce de kısa dalga radyo ile ayrıntılı hava raporları alınabiliyordu ama bugün bir meteoroloji merkezine gelen bilgileri okyanus ortasında teknenize indirebilirsiniz. Magellan bugün, GPS teknolojisinin önde gelen isimlerinden.

GPS deyince... Denizde en önemli sorun nerede olduğunu bilebilmektir. Her ne kadar giderek yaygınlaşan GPS cihazları ilk çalıştırıldıklarında "seyir amaçlı kullanılamaz" mesajı veriyorsa da, bugün kağıt üzerindeki deniz haritalarına bakmadan, sekstant ile pozisyon belirlemeden dünyayı dolaşabilmek mümkün. Elektronik haritaları 1987 yılında teknelere ilk sokan şirket C-Map bugün, uzaydan çekilmiş fotoğraflarla bütünleşmiş, denizin dip şekillerini de gösteren sayısal haritalar ile pazar liderlerinden biri. İlk GPS’i büyükçe bir metal kutu olarak 1996 yılında hayatımıza sokan ise Micrologic şirketi. Bu teknolojinin ulaştığı en son nokta Garmin’in 2004 yılında piyasaya sürdüğü GPS’li kol saati. Bu aygıtların hassaslığı şaşırtıcı; bulunduğunuz coğrafi konumu 3 metre hata payıyla bildiriyor.

KOLAY YELKENCİLİK

Yalnızca elektronik aygıtlar değil tekne üretimi ve tekne sistemleri de hayatları kolaylaştırdı. Bugün piyasada satılan teknelerin çoğunun, boyuna bakmaksızın, "Okyanus" standardı var. Şirketler, 10 yıl gövde garantisi veriyor. Bu yüzyılın en önemli kimyasal buluşlarından biri denebilecek epoksi, ahşap ile birlikte uygulandığında tekne gövdelerini kesinlikle su geçirmez hale getiriyor. Ya da kurşun geçirmez özelliği ile bilinen Kevlar kullanılırsa, teknenin darbe dayanımı artıyor. Ver elini okyanuslar.

Okyanus’a nasıl ve kiminle çıkılacak peki? Tek başına mı, birisiyle mi? Tek başına ise yelkenleri basıp indirecek bir Herkül mü olmak gerek eskisi gibi? Değil tabii ki. Geçen 30 yıl "yelken fiziksel güç ister" inancını da kırdı büyük ölçüde.

Barient 1975 yılında elektrikli, iki hızlı yelken vinçlerini sunduğunda, onların bugünkü kadar küçüleceğini ve en küçük gezi teknelerine bile takılabileceklerini kimse sanmıyordu.

Ted Hood 1979 yılında direğe sarmalı ana yelkeni geliştirdiğinde bu ilk kullanım kolaylığının ne denli yaygınlaşacağı da tahmin edilmiyordu. Performansı olumsuz etkilediği gerekçesi ile sarmalı sistemler "saf" yelkenciler tarafından eleştirilse de, fiyatlar düşüyor, işler kolaylaşıyor.

Sporting Lives, suyla temas ettiğinde şişen can yeleklerini ilk kez 1987’de piyasaya sürdü. Büyük bir güvence. Tekneden denize düşenin yerini uyduyla bildiren ve arama kolaylığı getiren EPIRB aygıtının raflarda göründüğü ilk yıl 1991. Şimdi her denizaşırı seyre çıkan neredeyse her teknede var. Yelkencilerin en önemli güvencesi çapalarda büyük bir yeniliğe imza atan Simpson Lawrence, tek parça Delta çapayı 1990’da satmaya başladı.

Teknelerin karmaşık hale geldiğini, insanların teknolojik gelişme nedeniyle kendilerine aşırı güvendiğini, yelkenin sonunda doğayla bir mütareke demek olduğunu söyleyenler çıkacaktır. Ancak karmaşık tekne sistemlerinin zaman içinde basitleştiği ve büyük kullanım kolaylığı getirerek, yelkenciliği kitlelere iyiden iyiye mal ettiği bugün görülüyor. Zaten başka türlü olsaydı, dünyanın her güzel koyunda, bir, iki kişinin keyifle demirlediğine tanık olmazdık. Bu eğilimin süreceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Denizlere yelken açtıran kahramanlar

Denizlere çıkmaya cesaret edenlerin sayısının artmasında "sıradan" kahramanların da rolü var. Bu sıradan kahramanlar, genellikle, sınırlı olanaklarını denizlere açılmak için seferber eden, bu amaç için yemeyen içmeyen, para biriktiren, planlayan ve düşleyen insanlar. Sadun Boro’nun 1960’ların sonunda gerçekleştirdiği dünya turu buna bir örnek. Bu gezi ardından yayınladığı kitabı Pupa Yelken’de anlattıkları ve özellikle teknesi Kısmet’in yapılış öyküsü, bugün bile olanakları yeterli olmayan deniz tutkunlarına bir pratik ders niteliği taşır. Sadun Boro’nun ve onyıllar sonra ondan etkilendiklerini saklamayan Atasoy çiftinin, yedi deniz aşan kaşiflikleri Türkiye’de yelkenin büyük bir kitle tarafından fark edilmesine yol açtı. Onların açtığı yoldan bugün birçok kişi gidiyor. İnsanları denize çağıran kişilerin en önemlisi bence Eric Hiscock’dur. Eşi ile çıktığı dünya turunu anlattığı ve ilk baskısı 1949 yılında yapılan Yelken Seyri kitabında Eric Hiscock temel denizcilik kurallarını bilen bir karı-kocanın tekneleriyle dünyayı dolaşabileceğini anlattı. Üstelik Hiscock döneminde, bugün herkesin hayatını kolaylaştıran teknolojik imkanlar yoktu. Ne dayanıklı yelkenler, ne dayanıklı ipler, halatlar, ne GPS, ne uydu telefonu. Baskısı en son 1981’de yapılan Yelken Seyri kitabı, denize açılan herkesin, bu yüksek teknoloji çağında bile başucu kitabı olmalı. Tania Aebi’nin 20 yaşında genç bir kızken başarıyla tamamladığı dünya turu ve kitabı, irade ile neler yapılabileceğinin çok güzel bir örneği. "O 17 yaşında yaptığına göre, ben de yapabilirim" diyebilirsiniz okuyunca. Tania, bu işi bir aşırı sporcu olarak değil genç bir kızın neler başarabileceğini göstersin diye ailesinin isteği üzerine gerçekleştirdi. Kitabın Türkçesi de çıktı geçenlerde. Ve diğerleri... Hepsi önemli rol modelleri. Bu cesur kişiler de "yapılabileceğini" göstererek, geçen 30 yılda yelkenciliğin önünü açtılar, hepimize cesaret verdiler.

Yarışlar olmasa teknoloji ilerlemeyecek

Denizaşırı yelken yarışları, yüksek teknolojinin ağır şartlarda denenmesini sağlıyor ve bu nedenle birçok yeniliğin de anası aslında.

Volvo Ocean Race bu yarışların en önemlilerinden biri. Daha önceki adıyla Whitbread birçok yeniliğin denendiği çok pahalı bir arenaydı. Bu yılki yarış da öyle.

Yarışın ilk ayağında, Cape Town için çıkıştan hemen sonra Biscay Körfezi’nde yaşanan büyük fırtına, en ileri teknolojili teknelerin bile denizin gazabından kurtulamayacağını göstermişti.

Sürmekte olan ikinci Cape Town-Melbourne ayağında da deniz yine gücünü gösterdi. Favori teknelerden Brasil 1’in karbon direği geçtiğimiz çarşamba günü Güney Okyanusu’nda üç noktadan kırıldı. Yarışın üçünü gününde ise yine bir yüksek teknolojik icat olan hareketli salma sisteminin bozulması Ericsson’un yarıştan çekilmesine yol açtı.

Takım yarışları yoldaşlık ruhu ile kişisel başarı ve iradeyi bir araya getiriyor. Örneğin Volvo Ocean Race kazanılmasa da, her bitiren ekip için bir cesaret anıtı niteliği taşıyor.

Bir de dünya denizlerine rekorlar kırmak için tek başına açılanlar var. Bunların en ünlülerinden biri 2005 yılında tek başına dünyayı en hızlı dolaşan denizci olan Ellen MacArthur. Dev teknesi B & Q ile açılan ve bir başına 71 günde rekor kıran MacArthur çok önemli bir rol modeli oldu.

Kitleleri denize çekecek bir başka örnek kadın ise 32 yaşındaki Denise Caffari. Yakınlarının kısaca Dee dediği Denise, kararlı kişiliğini yansıtan bir rekor denemesini sürdürüyor bugün: Var olan rüzgar ve akıntılara karşı giderek, tek başına dünyayı en hızlı dolaşan insan olmak. Bu kuşkusuz çok yorucu bir deneme. Ancak daha önce 18 kişilik bir ekibi 23 metrelik bir teknede denizaşırı yarıştıran Dee, rekoru kıracağından emin.

Bireysel iradelerini insanlığın hizmetine sunan bu insanların denediği teknolojiler kuşkusuz riskli. Makinelere güvenerek hayatlarını tehlikeye atıyorlar. Ama yine de her yarış sonrası alınan dersler, gezi yelkencilerinin hayatını kolaylaştıran yenilikler olarak kısa sürede karşımıza çıkıyor. Yani onlar, bir anlamda deney kobayları da.
Yazarın Tüm Yazıları