“BOP” demenin “SİAD”çası

TÜSİAD Başkanı Sayın BOYNER’i NTV’de izledim; samimiydi. Ama inandırıcı gelmedi. Bir gündem yarattıktan sonra, “vallahi hocalarımız kendi aralarında tartışmışlar” diyerek sıyrılamazsınız.

Haberin Devamı

Hele bunu dev bir kurum adına yapmışsanız… Çünkü kurumsallaşma, bir “kural ve prensipler” manzumesidir. Tarz kurumsaldır, anonimdir, takımdaşlık ifade eder. Bireysel olan tavırdır; özgürdür, özgündür. Kurumları yönetenler, doğal olarak kendi tavrının renklerini, yönetimin paletine ekler. Ama tavır tarzın önüne geçerse,  kurumun lastiği patlar ve Libya’daki Bedevî’nin çadırından farkı kalmaz. TÜSİAD, nasıl bir yara aldığının farkında bile değil...
Herkes ilk 3 maddenin neden değiştirilmesi gerektiğini anlatıyor. Neden “değiştirilmemesi” gerektiği üzerinde konuşan yok. Çünkü konuşan, özgür ve ileri demokrasiye terfi etmiş toplumumuzda, iletişim biçimi, artık şöyle resmediliyor: “Ancak bizim doğrularımızı söylersen, seni çağdaş
ve evrensel sayarız. Başka doğrular da olabileceğini açıklar ve savunursan, sen özgürlükçü ve aydınlanmacı değilsin...” Oysa ben de devletin bireyin hizmetinde olması gerektiğini düşünüyorum. Bir farkla ki, “hak ve ödev” dengesi korunsun! “Her şey konuşulabilir” derken, sizi “tek yönlü” bir aldatmacaya sürüklemelerine izin vermemelisiniz. Okuyunuz, araştırınız, karşılaştırıp sentezleyiniz. Çünkü, anayasaların bazı maddelerine, “değiştirilemez” ayrıcalığı ve önemi veren düzenlemeler çağdaştır ve kapısında taklalar attığımız Avrupa Birliği üyesi ülkelerin anayasalarında da, benzer gerekçelerle, değiştirilemez hükümler bulunmaktadır.

Haberin Devamı

Pozitif hukuk da zaten, “gerekçeler bilimi”dir

Toplumsal sözleşme kimliğiyle, anayasaların taşıdığı irade, onların bir “ruh gerekçesi” bulunduğunu da anlatır. Anayasal modelimizin 1920’lere kadar uzanan bu “ruh gerekçesi ve buna bağlı niyet tasarımı”, ulusal sözleşmeyi bir kâğıt parçası olmaktan kurtarabilecek “toplum mühendisliği enerjisi”yle donatılmıştı... Ve satırbaşları da, “öğretim birliği kanunu, harf devrimi, millet mektepleri, halk evleri, köy enstitüleri, anadilde ibadet özgürlüğü ve türkçe ezan” isimli cumhuriyet kazanımlarıydı. Geriye dönüp baktığınızda, bu film zaten geriye sarılmıştır.

Yasalar neden değiştirilmek istenir?

Haberin Devamı

Güncelliğini yitirdiği ve gereksinimlere cevap vermediği için, yetersiz kaldığı için, evrensel normlarla çatıştığı için... Tam bu noktada, “olmazsa olmaz” soruları, dürüstçe sormak durumundayız? Bu anayasanın ilk 3 maddesi yüzünden ne yapamıyorsunuz? Neyiniz engelleniyor ve eksik kalıyorsunuz? Kimler değiştirmek istiyor? “Değiştirilemez olması kimleri ve neden rahatsız ediyor?” ve “değiştirilemez” ne demek? Şu demek: Bu maddeler, anayasa tekniği itibariyle tabu gibi pazarlansa da, devlet sistemine dogmatik sızmaları engellemek için konulmuş sabitlerdir. Sabitler, “değiştirilemez” olmakla dogma ve tabu hale gelmez. Ya nasıl gelir? “Gücünü halktan alsın ama kaynağı din olsun” dediğinizde, gelir. Bu nedenle, ilk 3 madde ismimizdir; kimliğimizdir. Kimliğin yenisi ancak kaybedildiğinde çıkartılır. Onun için yenisini çıkartmayı teklif ve çıkartmaya teşebbüs etmeden önce, eskisini kaybettirmeye çalışıyorlar!

Haberin Devamı

Evrensel ile küresel arasındaki ayrım

Aydınlanma’nın tarif ettiği evrensel değerler, aşkın bir ideali simgeler. Benliği ve aklı özgürleştirmeyi hedefler. Basit bir hak değil, çok ötesidir. Küreselleşmede ise bu özgürlük tablosu tümüyle eksik bırakılmış ve modelden özellikle çıkartılmıştır. O sadece total ticaretin ve alışverişin işlerlik kazandığı, sürdürülebilir bir kazanç bir sistemini dayatmaktadır. Diğer BOYNER’in cümlesinden ise ben şunu anlıyorum: “Türkiye’de bir kısım insanların servetlerinin korunması, devletin bölünmesinden daha önemlidir… Ortada bir kötü niyet yok, saflığın “T” hali ve bu sadece basit bir tercih meselesi inanın. Korkarım TÜSİAD, evrensel olanın peşinde değil, o küresel olanı istiyor.

Haberin Devamı

ESİAD’ın görüşü nasıl?

Yazımı tam bitirmiştim ki, ESİAD’dan açıklama geldi. Bu metinden tek bir sözcük bile atlayarak yapılacak bir alıntı, anlamını çok değiştirebilir. Bu nedenle, metnin tamamını gazete sayfalarında bulup (mutlaka) okumayı, değerli okuyucunun sorumluluğuna bırakıyorum. Herhalde, daha bu konu üstünde konuşuruz. Benim görüşlerimi “zihnimde biraz demlendikten sonra” yazmam, hepimiz için daha hayırlı olacak. Ama Boyner ve Şükürer’in açıklamaları, yazımın başlığına şeklini verdi; müteşekkirim…

BOP ne demektir?

ESİAD Yönetim Kurulu Başkanı, kadîm dostum Sıtkı ŞÜKÜRER’in 2003’te yazdığı enfes bir makale, “Yeni Anayasa” tartışmalarına renk katarak, konuşulanları daha anlaşılır hale getirebilir sanıyorum. Şöyle diyor (özetle) Şükürer, “Her şeyden önce poker yaşamın bizzat kendisidir. Poker performansı, seans bütünlüğü içinde birbiriyle ilintili bir strateji içerir. Çok bilinen deyimle kimin kazanacağı ‘papuçları bağlarken’ belli olan bir oyundur. Herkesin her aşamada konuşma hakkı vardır. Tek bilinemeyen kâğıt, oyuna inanılmaz bir gizem katar. Bu unsurun varlığı beraberinde her bir oyuncunun diğerlerini yanlış yönlendirmesi için tek kritik kozdur. İşte bu noktada dipsiz bir psikolojik savaş ortamı oluşur. Kendinizi, mimiklerinizi, ses tonunuzu tasarlamak, o elin görünür gerçeğinin çok ötesine geçer, gölgesinde bırakır. Blöf olgusu birkaç boyutu olan karmakarışık bir denklemdir. Poker bir kumardır. Her şeye rağmen kaybetme riskini bünyesinde barındırır. Bu yönüyle baktığınızda oyuncuda bir ‘kaybetme kültürü, ahlâkı’ oluşturur. Zihninde yenilgiyi bütçeleyen, kötü sürprizlerde vakarı elden bırakmaz…” Unutmadan ve çok uzatmadan tarif etmek gerekirse, bir poker terimi olan bop (bob), oyuncular ellerindeki kâğıtların yeni durumuna göre tekrar konuştuklarında, “oyundayım; ama artırmıyorum” demektir. SİAD’lar da, “bertaraf olmamak için oyunda kalayım ama bana ek bir maliyet getirmesin” diyor galiba.

Yazarın Tüm Yazıları