Birand: 32. Gün'ün tek nedeni inat!

Onu, bu akşam 32. Gün’de izlemeyi beklerken, aramızdan ayrılışı haberiyle… Sadece 32. Gün’ü değil, milyonlarca insanı ve haberleri de öksüz bırakan Mehmet Ali Birand’la; haber, habercilik, ilginç yaşamı, tecrübeleri, insan ve hayat üzerine keyifli ve insana çok şey veren söyledikleriyle hoş bir sohbetimiz olmuştu. O’nun anısına…

Haberin Devamı

Dünya ve Türkiye gündemindeki en riskli konuları, en doğru zamanda belirtmekten çekinmeyen, gazetecilikte hep başarılı çalışmalara imza atmış olan ve bunu yıllardır sürdüren Sayın Mehmet Ali Birand, yoğun programı içerisinde bana zaman ayırdı ve röportaj konuğum oldu.

BENİM HAYATIM MEMURLUKLA GEÇMEMELİ!

Galatasaray Lisesi’ndeyken Galatasaray dergisinde görev alanlardan biriydiniz. O zamanlar mı başladı gazeteciliğe merakınız yoksa daha öncesine mi dayanıyor? Ve nedir gazetecilikten anladığınız o yıllarda?

Genelde Galatasaray Lisesi’ne başladığımdan beri gazetecilik merakım vardı. Gazetecilikten de şunu anlardım ben; bir düzeyin önüne çıkabilmek yani başını daha önde tutabilmek, insanlara yön gösterebilmek tutkusu vardı. Bir şey bildiğimden değildi.  Bir şey bildiğimde onu yön göstereceğim şeklinde değildir. Ama hep ‘Acaba ben insanlara nasıl yön gösteririm, farklı ne söyleyebilirim.’ Ben herkes gibi olmak istemiyorum. Herkes gibi olamam. O dönemde devlet memuruydu, çoğu kişinin mesleği. Benim hayatım memurlukla geçmemeli, ben başka bir şey yapmalıyım ve o başka bir şeyin ne olduğunu bilmeden, onu da farklı olarak, gazetecilikten bunu elde edebileceğimi, kendimi tatmin edebileceğimi düşündüm. O şekilde başladı.

Haberin Devamı

Vehbi Koç sizi hem ayağınızdaki sakatlığı tedavi ettirmeniz hem de İngilizce öğrenmeniz için Londra’ya gönderiyor. 1964’te ayağınız alçıdayken, koltuk değnekleriyle haber izlemeye gidiyorsunuz, uzun bir süre. Nedir bu halde bile sizdeki gazetecilik yapma tutkusu?

Gazetecilik tutkusu değil de daha çok bir işe yaramak, aldığı bir işi yapabilmek. En iyisini yapabilmek, farklı yapabilmek, onu gösterebilmek.

Başarabilmek...

Başarabilmek... Aynen… Yani o hırs vardı. Başarmaksa, en iyisini başarmak hırsı... Beni daima bütün hayatım boyunca zaten o hırs götürdü. En iyisini yapabilmek, farklısını yapabilmek...

MAGAZİN MUHABİRLİĞİ YAPTIM. MAGAZİN ÇOK CİDDİ BİR İŞTİR!

Londra dönüşü Milliyet Gazetesi’ne girdiniz.  Magazin bölümünde başladınız. İlginizin olmadığı bir alandı. Bir yıl magazin muhabirliği yaptınız. Beyoğlu’nun arka sokaklarını dolaştınız.  O sıralar dış haberlere ilgi duyan biri olarak “Ne işim var, ne yapıyorum ben burada?”  demediniz mi hiç?

Haberin Devamı

Magazini hiçbir zaman küçümsemedim. Magazin çok ciddi bir iştir!

Çoğu kişi magazini küçümser ama.

Herkes küçümsüyor ama ben çok önemsiyorum. Donanımlı değildim. Nasıl yapılacağını, onun nasıl düşünüleceğini, bir magazin haberiyle karşılaşıldığı takdirde onun ne şekilde yansıtılacağını bir türlü kavrayamamıştım. Ondan dolayı başarısız oldum.

İMDADIMA SAMİ KOHEN YETİŞTİ!

Sonrasında Türkiye’de merkezden yurtdışına ilk temsilci olarak gittiniz. O dönemden biraz bahseder misiniz?

O dönemde yani magazindeki başarısız olduğum zaman diliminde ‘Ya bu iş olmuyor, galiba ben bu işi yapamayacağım.’ dediğim sırada Sami Kohen imdadıma yetişti. Sami Kohen’in bir yardımcıya ihtiyacı vardı. Seyahatlere gidiyordu. Dış olaylara gidiyordu.

Haberin Devamı

Sami Kohen’i havaalanında uğurluyordunuz, karşılıyordunuz.

O çok fazlaydı.

Zaman zaman yanında gitmek istiyordunuz. /images/100/0x0/55ea5580f018fbb8f8792296

Oooo… Bunu da araştırmışsın Melike. Sami Kohen’in yanında gidebilmek ama o olmadığı zaman onun yaptıklarına yardım etmek. Ona gidiş- gelişlerinde yardım etmek. Onun kağıtlarını taşıyabilmek. Tam anlamıyla böyle oldu. O şekilde gelişti. Ve ondan sonra da yürüdü. İş rayına oturdu. Ondan sonra merkezde çalıştım. Merkezde çalışıyorsunuz ama merkezde herkes var. Merkezde öyle kolay kolay boyunuzu gösteremiyorsunuz. ‘Neresi boş? diye baktım. Nerede yapabilirim?’ diye baktım. Dışarıda olabiliyor ama gazetenin parası yok. O gücü yoktu, Milliyet’in o dönemde. O zaman dedim ki “Ben gideyim oraya. Kendimi gösterebilirsem, iş çıkarabilirsem beni devam ettirirsiniz. Eğer tatmin edemezsem o zaman geri çağırırsınız.

Haberin Devamı

YURTDIŞINDAYKEN AYDA 200 HABER HAZIRLADIM!

Ve ayda 200 haber hazırlamanız gerekiyordu.

Evet, aynen… Çok iyi hatırlıyorum ayda 200 haber hazırladım, makine gibi çalıştım.

KIBRIS OLAYI PATLAYINCA, DOĞRU ZAMANDA DOĞRU YERDE OLDUĞUM SONUCU ORTAYA ÇIKTI!

Ayda ya 200 haber bulamazsam, gönderemezsem kaygısı olmadı mı hiç?

O olmadı. Yapacağımdan çok emindim.  Çıkaracağımdan emindim. Orda tek kuşkum, kaygım, ‘Acaba çıkaracaklarım işe yarar mı?’ idi. Baktım ki yavaş yavaş oturdu. O ara şans da oldu. Bir süre sonra Kıbrıs olayı patladı. Kıbrıs olayı patlayınca kendiliğinden haber olayı arttı. İyi zamanda iyi yerde olduğum sonucu ortaya çıktı.

1967’de, yaptığınız bir haberle, ilk gazetecilik ödülünüzü aldınız Gazeteciler Cemiyeti’nden. O haberin gerçekleşip gerçekleşmemesi ile ilgili olarak aldığınız riskin kaygısını, endişesini yaşamadınız mı?

Haberin Devamı

Tabii. Şöyle oldu. Orda herkes ‘Antlaşma yapılmış, Kıbrıs’ta anlaşılmış, Makarios imzalamış’ diyordu.

ABDİ İPEKÇİ’Yİ İKNA ETMEK ÇOK GÜÇ OLDU!

Siz o dönem Atina’daydınız.

Evet, ben Atina’daydım o dönem. Benim kaynağım dedi ki ‘Hayır, hâlâ susuyor, hâlâ evet demedi.’ Çok riskli bir şeydi. Çünkü merkezde Abdi İpekçi’yi ikna etmek çok güç oldu.  Emin misin, nereden aldın? Bir daha sor, bir daha sor, bir daha kontrol et.’ dedi. Herkesin aksine bir manşet çıkacaktı. Benim haberimin doğruluğu ortaya çıktı. Böylelikle oturdu ve başladı. Ondan sonra daha önemlisi, tek sütun, çift sütun, iç sütun ve iç sayfalarda haberi çıkan Mehmet Ali Birand imzası bu şekilde manşete çıkabildi. Manşette devam etti.

32. GÜNÜN TEK NEDENİ İNAT! /images/100/0x0/55ea5580f018fbb8f8792298

1985’te 32. GÜN programına başladınız. Dile kolay 28 yıl… Bugünlere kadar hep adınızdan söz ettirerek, başarılarla geldiniz. Başlarken, programın bu kadar uzun süreceğini, bu kadar başarı kazanacağını bekliyor muydunuz demeyeceğim ama bu kadar uzun süren başarının sırrı nedir?

Aslında başarılı mı, değil mi? Bence başarı sürekliliğinden gelir. Bir şeyin sabun köpüğü gibi çıkıp, çok büyük başarılar yaratıp ondan sonra yokolduğu zaman ben ona başarı demiyorum. Nice insanlar, nice programlar şöhret olurlar, müthiş fırtınalar estirirler. Bir süre sonra bir bakarsınız yok. Bu yönden 32. GÜN fırtınalar estirdi, ilkleri yaptı, tabuları devirdi. Ondan sonra Türkiye değişti. Türkiye ile birlikte 32. GÜN de değişti. Bugüne kadar ayakta kaldı. Haaa! Ayakta kalmasının tek nedeni inat! ‘İlla bu yapılacak, ayakta duracak, bu gidecek.’ Ve oldu. Çok önemli. Şu bakımdan çok önemli; insanlar hiçbir zaman iyi bir mal değilse sizin malınız, almazlar. Çünkü para ödüyorlar bunun için. Kimse mavi, yeşil, siyah gözleriniz için program yapmaz. Bakın nice çok tutulan programlar yokoldu. Çünkü para yoktu, para azaldı. 32 GÜN kaldı ama. Demek ki; verdiği mal da hâlâ insanları tatmin ediyor. O mal hâlâ insanları tatmin ettiğinden dolayı başarı kaçınılmaz oluyor.

32. GÜN, BENİM NEFESİM TÜKENENE KADAR DEVAM EDER!

32. Gün ne kadar devam edecek. Planladığınız bir bitirme süresi var mı?

32. Gün benim nefesim tükenene kadar devam eder. Benden sonra başka birisi bayrağı devralır ve götürür. 32. GÜN Mehmet Ali Birand, artık çalışamayacağı duruma geldiği zaman bitmez.

Kıbrıs konusu hep dönüm noktası olmuş, gazetecilik hayatınızda. Tesadüf mü bu?

Hem tesadüf hem de benim Kıbrıs konusuna verdiğim emek var. Kitabını yazdım, tekrar kitabını yazdım. Araştırmasını yaptım. Kıbrıs’ı hiç bırakmadım, hiçbir zaman. Kıbrıs benimle beraber bu yaşa kadar geldi. Onun için de ‘Artık yeter, bir çözüm bulunması gerek’ diyorum.

Nasıl bir çözüm bulunacak bu konuya?

Vallahi artık bir çözüm bulunmak zorunda aksi takdirde biz Kıbrıs’ı kaybedeceğiz. Yani Kıbrıs’ı bu saatten sonra elimizde tutmamız son derece güçtür. Kaba güçle tutabilirsiniz ama kaba gücün de bir süre sonra gerçeklerle uyuşmadığını görürsünüz.  Bu, bütün ekonomimizi, dış ilişkilerimizi etkileyen bir noktaya varır. Ve özellikle de Avrupa Birliği konusunda.  Avrupa Birliği bugün Türkiye’nin önündeki en büyük projedir.
 
Avrupa Birliği konusuna, yazılarınızda sık sık yer veriyorsunuz.

Tabii ki. Türk Gençliği’nin, bizim çocuklarımızın, torunlarımızın istikbalidir, Avrupa Birliği.  O zaman kalkıp da ‘Efendim, biz orada şunları şunları tam elde edemedik.’ diyemeyiz. Ve şunu unutmamamız gerekir ki; bugün Kıbrıs’ta, Türkiye istediğini elde etti. Kıbrıs Türk Toplumu da bir devlet kurdu. Artık onun dağılması söz konusu değil. Hakikaten geçmişte yaşamamak gerekiyor.

GÖRÜŞEMEDİĞİM FİDEL CASTRO KONUSUNDA LEYLA UMAR SEVİMLİLİĞİ İLE ÖNÜMÜ KESTİ!

32. Gün programı süresince birçok dünya lideriyle görüştünüz. ‘Bir tek Fidel Castro’yla görüşemedim. Onda da Leyla Umar önümü kesti.’ demişsiniz.

Leyla Umar charme’nı yani sevimliliğini kullandı. Ama güzel oldu. Bunda kasıt yoktu.

HEP KAZANMAK DİYE BİR ŞEY YOK. KAYBETTİKLERİM DE OLDU!

Nasıl öğrendiniz?

Başvuru yaptığım zaman cevap geldi, ‘Sizden önce Leyla Umar başvurdu. Başkan O’nu kabul etti. Onun için sizi kabul edemiyoruz.’ diye. Hep kazanmak diye bir şey yok. Yani kaybettiklerim de oldu. Kaybettiklerimden biri de oydu.

HERKES YÜZDE 100 GARANTİLİ BİR İŞ YAPMAYA ÇALIŞIYOR. BEN RİSK ALIYORUM!

Dünya ve Türkiye gündemiyle ilgili olarak en tehlikeli olayları en doğru zamanda söyleyen kişisiniz. Çekinmiyor musunuz, korkmuyor musunuz bu durumlarda?

Ben risk alıyorum. Haberde risk alıyorum. Ön alıyorum, risk aldığım oranda. Tabii hesaplı bir risk alıyorum. Gelişimi gördüğüm anda, ‘Bakın böyle bir gelişmeyle karşı karşıya kalabiliriz’ diyorum. Herkes % 100 garantili bir iş yapmaya çalışıyor. ‘Aman ben hiçbir yerde hata yapmayayım’ diye. Ben hata yapabilirim. Yaptığım tahminlerde bazı hatalar da oldu ama farklı çıktı. Ama bunu orana vurursanız, yaptığım hata % 4 - 5, % 95’te de ben doğru çıkarım.

Gazeteciliğin avantajlarına değinirsek neler söylersiniz?

Gazeteciliğin avantajları; insanlara bir şeyler verebiliyorsun. Ne hissettiğini anlatabiliyorsun. İnsanları yönlendirebiliyorsun. Benim sloganım bu. ‘Benim işim haberdir!’ Haberi iyi koklarım, haberi iyi bilirim, haberi iyi yorumlarım. Bu iç haberde de olur, dış haberde de. Avantajları bunlar.

Peki ya dezavantajları…

Yaptığınız en ufak bir hata 10 misli ile fatura ediliyor size. Bunlar da oldu. Olacak da. Bunları yaşamak zorundasınız.  % 100 garantili bir iş değildir. Çünkü yazdığınız yazı ve söylediğiniz apaçık ortadadır. Günü gününe yaşar gazeteci. Günü gününe yaşadığınız zaman, her gün de bir iş yaptığınız zaman mutlaka yara - bere alırsınız.

ÖNEMLİ OLAN NE DEDİĞİNİ ANLATABİLMEKTİR!

Gazeteciliği meslek olarak seçmek isteyenlere önerileriniz neler olur?

BBC’yi açsınlar Her radyoda BBC’nin kısa dalga yayını var. Onu dinlesinler. Tek yolu budur. Ve bol bol konuşmak, kafa göz yara yara konuşsunlar. Üstelik de kafa göz yara yara konuşmaktan da hiçbir zaman çekinmemek lazım. Önemli olan ne dediğini anlatabilmektir. Benim onlara tavsiye edebileceğim tek şey, minimum İngilizce öğrenmeleri, maksimum İngilizce, İspanyolca öğrenmeleri. Öğrenmedikleri zaman yerel gazeteci olarak kalacaklardır. Hiçbir zaman gelişme sağlayamayacaklar ve dünyada ne olup bittiğini anlayamayacaklardır. Dil bilmeyen bir insan, sadece Türk kaynaklarına dayanarak bir uzman olamaz, bir araştırma yapamaz.

ŞU ANDA GÜNLÜK ULAŞTIĞIM DİNLEYİCİ VE OKUYUCU SAYISI 1  MİLYON CİVARINDA

32. GÜN devam ediyor, Haberleri sunuyorsunuz, yazılarınız devam ediyor. Bunların dışında başka yapmak istediğiniz projeleriniz var mı?

E, artık bunlar benim yeteri kadar vaktimi alıyor. Haftada bir 32. GÜN, her gün haberler… Yazılsr yazıyorum. 1 milyon tiraja ulaşan, bir sendika gibi yazı yazıyorum. Posta, Hürriyet’in, Milliyet’in siteleri, Hürriyet’in dış baskısı, Daily News, Daily News’in sitesi. Şu anda günlük ulaştığım dinleyici ve okuyucu sayısı 1 milyon civarında. Başka kimsede de bu kadar tiraj olduğunu sanmıyorum.

Şimdiki soracağım soruyu Sayın Mehmet Y. Yılmaz’ a sorduğumda, durdu. Düşündü, düşündü. ‘Yaaa Melike, ne zor bir soru sordun.’ demişti. /images/100/0x0/55ea5580f018fbb8f879229a

Ne sormuştunuz ki?

‘Yaşam felsefeniz nedir?’ demiştim. Sizin cevabınız ne olacak, yaşam felsefenizin ne olduğuna dair sorduğum soruya?

Yaşam felsefem nedir? İnsanlara mümkün olduğu kadar çok bilgi verebilmek. İçinde bulunduğum durumu, bana gelen bilgileri onlara yansıtabilmek. Basite indirgeyip, onlara neyin ne olduğunu anlatabilmek. Bu çerçevede sadece çalışma makinesi değil, aynı zamanda teknemle uğraşabilmek, konsere gidebilmek, çocuğumu alıp seyahate gidebilmek, karımla beraber bir seyahate gidebilmek.

Hayatın her alanında var olmak yani.

Evet, aynen… Hayatın her alanında, bir parça da olsa... Evet öncelik çalışmamdır. Çok çalışırım, tempom yüksektir. En önemli unsur çalışmak ama sadece çalışmak olmamalı.

YILLAR GEÇTİKÇE ÖĞRETMENLİK KOMPLEKSİ Mİ GELİYOR İNSANA, NE!

Sizi en çok mutlu eden şeyi öğrenmek istersek...

Beni en çok mutlu eden, sokakta birilerinin bana gelip, ‘Yaaa biliyor musun, şu konuyu bilmiyordum ama sen bana anlattın, şimdi anladım ve öğrendim’ demesi. Belki de yıllar geçtikçe öğretmenlik kompleksi mi geliyor insana, nedir?

DEVLET EKONOMİDEN ELİNİ ÇEKTİĞİ ORANDA YOLSUZLUKLAR ÇEKİLECEKTİR!

Türkiye yolsuzluklar, skandallar yaşıyor. Bu tatsız konuları aşabileceğimizi düşünüyor musunuz?

Gayet tabii. Devlet ekonomiden elini çektiği oranda yolsuzluklar çekilecektir. Devlet, ekonomi içinde olduğu sürece bu devam edecektir. Çünkü devletle politik unsurlar işin içine girdiği zaman ‘Şunu da zengin etsek, bunu da zengin etsek, o dostum, bu ahbabım’ böyle gider. Onun için ben Avrupa Birliği diye boş yere tepinmiyorum. Türkiye’nin geleceğini kurtaracak, önünü açacak tek proje Avrupa Birliği’dir.

GENÇ İNSANLARA ‘MEDYAYA GİRİN’ DİYORUM!

Son olarak söylemek istedikleriniz varsa...

Ben medyanın bütün prestijini kaybetmesine rağmen hâlâ da yükselen bir yıldız olduğuna inanıyorum. Genç insanlara ‘Aman medyaya girin.’ diyorum. Girmek zor, ‘Ama giremiyoruz’ değil. İyi iş yapan herkes medyada yerini buluyor.

Yazarın Tüm Yazıları