Benim güzel provokatörüm

ÇOK eskiden, İzmir’de Namık Kemal Lisesi’nin bahçesinde, çocukluktan biraz geç çıkmış bir lise öğrencisi iken, Albert Camus olmayı isterdim.

"Yabancı"yı okur okumaz, o kılığa bürünmüş, epeyce bir yıl o kılıkta gezmiştim.

O yıllarım, Camus ile James Dean’in sanki aynı açıdan çekilmiş iki portresi arasında gidip gelmişti.

Bir gün biri, öteki gün öteki olmuştum.

Üniversite yıllarımda ise Mick Jagger ile Che arasında sıkışıp kalmıştım.

Hiçbir şarkıyı sonuna kadar söyleyemediğim halde, Mick Jagger’dım.

Dağlara çıkmak için ne arzum, ne de cesaretim olmadığı halde ayna karşısında epey Che taklidi yapmış, berelerin altına saklanmıştım.

Maymun ruhum, işte böyle yıllar boyunca kılıktan kılığa büründü.

* * *

Koskocaman adam oldum, biri olmak huyumdan hiç vazgeçmedim.

Robert Redford’u, "Havana" filminin son sahnesinde, üst düğmesi ilikli çok güzel gömleğiyle Küba’ya bakarken gördüğüm an, hemen o oldum.

Üst düğmesi ilikli adam.

"Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği"ni okudum.

Kadınları seven, ama bir kadın karşısında esir olmuş, teslim olmuş zavallı bir erkeğe dönüştüm.

Yaşı 50’yi geçmiş her erkek gibi, biraz Sean Connery, biraz da Jack Nicholson’ı tattım.

Bir ara, Salome’nin ruhuna bürünüp kadın bile oldum.

Sırf kadını ve onun karşı konulmaz iktidarını anlayabilmek için.

Daha neler olmadım ki.

Sırf Ernest Hemingway olabilmek için kalkıp ta Key West’e gittim.

Kafka’nın Prag’daki mahallesinde, Tennessee Williams’ın pervers muhitlerinde epey volta attım.

Kendimi Mahler’in tren vagonunda buldum.

Bitap düşmüş bir beden, hastalıklı, maraz bir kafa ile sancılar, ıstıraplar içinde bir şehirden ötekine seyahat ettim.

Beni bekleyen bir istasyonda ölebilmek, hemen bir sonrakinde yeniden doğabilmek umuduyla tren yolculuklarına çıktım.

* * *

İnsan büyüdükçe, içindeki maymunu da büyüyor. Serpiliyor, cüreti artıyor, hatta edepsizleşiyor.

Bir bakıyorsunuz, o maymunun yanına bir maymun daha almış, nüfusunuz artmış.

Aynı anda hem o hem bu olmaya başlamışsınız.

Losey
’in "Servant"ındaki, üç kişinin her biri siz olmuşsunuz.

Sabah birinin bedeninde uyanmış, akşam ötekinin bedeninde yatağa girmişsiniz.

Sonra arada sıkışıp kalmış, kozanın cidarı oradan buradan tırtıklanmaya başlamış.

* * *

Hayatımın her döneminde olmak isteğim biri, birileri vardı.

Kimi gerçek, dokunabildiğim, hissettiğim insanlar.

Kimi hayal kahramanları.

Hiç fark etmiyor.

Çünkü hepsi isyankárdı.

Hepsi vasatlığa, sıradanlığa kafa tutan, hepsi farklı olmanın yalnızlığını ve tehlikelerini seçmiş kahramanlardı.

Hayatımın bir döneminde o oldum, başka bir döneminde öteki.

Alın yazısı öyle yazılmışsa, insan içinde bir maymunla doğmuşsa, o maymun çılgın, deli bir provokatörse...

O provokatör her gün günahlarına, cüretlerine bir suç ortağı arıyorsa...

Aradığını mutlaka bulur.

Bir Ege şehrinin lise bahçesinde, Camus’u bulur.

Kuzey Amerika kıtasının en güney ucunda, bir okyanus kasabasında Hemingway’i, onun zilzurna yerlerde süründüğü barları bulur.

Mahler’in treninde ölüm yolculuğuna çıktığında acıların, kıskançlıkların en derinini bulur.

O maymun çok iştahlıdır.

İnsanı kılıktan kılığa sokar.

Rezil de eder, vezir de.

* * *

Farklı olmayı seçtiyseniz, ne de olsa adaba aykırı bir yanınız varsa, o maymunsuz yapamazsınız.

İşte o an, Mehmet Ergüven’in bugün Ayşe Arman’a söylediği o sözlerin manasını anlarsınız.

"Aldığımız zevklerden bıkıyoruz. Verdiklerimizden asla."

Yani her gün içimizdeki o provokatör maymunun bizi soktuğu kılıkla verdiğimiz zevklerden.

Kimine yazdıklarımızla, kimine bedenimizle.

Kimine bestelediklerimizle, kimine tuttuğumuz aynalarla.

Kimineyse çektiğimiz acılarla.

Bazılarına verdiğimiz en büyük zevk de, bedbahtlığımızdır.

Olsun. O da insanlığa bir nevi hizmettir, provokatör maymunun sağ omzuna yazılmış tek sevabı da budur.
Yazarın Tüm Yazıları