Ben değilsem kim? Şimdi değilse ne zaman?

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, "derin devlet" tartışmasına devam ediyor.

Önceki gün de yaptığı bir konuşmada şunları söyledi: "Tabii bana soruluyor, derin devlet var mı? Şu anda yine söylüyorum, var. İstiyorlar ki varsa çıkar meydana. O kadar kolaysa bugüne kadar siz çıkarsaydınız. Sizin döneminizde yok muydu?"

Başbakan’ın konuya yaklaşımında ciddi bir sorun var:

AKP, dört yıldan uzun bir süredir iktidarda. Bu süre içinde kendisinden beklenen, önceki iktidarların yapmayı başaramadıklarını gerçekleştirmesidir.

Şöyle düşünmesi daha doğru olurdu: Eski hükümetlerin yapmayı başaramadığı işler nedeniyle halk beni seçti ve şimdi onların yapamadıklarını yapmalıyım!

Eğer böyle düşünmeyi başarabilmiş olsaydı, elinde iktidar gücü bulunmayan bir muhalefet lideri gibi konuşmalar yapmasına da gerek kalmazdı.

Başbakan, madem böyle bir sorunun varlığını kabul ediyor, yapması gereken belli: TBMM’deki yasama gücünü ve elindeki yürütme yetkisini bu sorunun üstesinden gelmek için kullanmak!

İktidar sahiplerinin, yapılmayan işler ve yerine getirilmeyen görevler nedeniyle bir muhalefet lideri gibi eski hükümetleri suçlama hakkı yoktur.

Geçen gün Digitürk’teki Commander in Chief dizisinde ABD’nin kadın başkanı Talmut’tan alıntı bir söz söyledi: Ben değilsem kim, şimdi değilse ne zaman?

Başbakan bu sözü büyük harflerle bir káğıda yazdırıp her zaman görebileceği bir yere asarsa iyi olur!

Teknoloji ’Türkçe’, ismi ’İngilizce’

MANİSA’da Vestel’in hizmete soktuğu 5 yeni fabrikanın fotoğraflarını gazetelerde gördüm.

Bu fabrikalar topluluğu, Avrupa’nın en büyük üretim tesisi olarak tarihe geçti.

Yapılan işin büyüklüğünü belki sadece fotoğraflara bakarak anlayabilmek mümkün değil. Size bu dev tesiste bir yılda nelerin üretilebileceğini yazayım: 700 bin klima, 1 milyon bulaşık makinesi, 1 milyon fırın, 500 bin dizüstü bilgisayar, 12 milyon dijital cihaz, 4 milyon LCD ve plazma televizyon, 10 milyon CRT televizyon, 2,5 milyon çamaşır makinesi, 3,5 milyon buzdolabı.

Gazetede bu açılış nedeniyle yayımlanan ilanda da Vestel logosunun altına şöyle yazılmış: Teknolojinin Türkçesi.

İnsana gurur veriyor gerçekten.

Ama bir sorunum var. "Teknolojinin Türkçesi"nin yaratıldığı bu tesisin adı İngilizce!

"Kent-şehir" gibi yaygın kullanılan kelimeler dururken tesise neden "City" adının verildiğini anlamak zor.

Daha da zor olanı Başbakan’ın sözlerini anlamak!

O da tesisin bu muazzam görüntüsünden etkilenmiş ki şöyle diyor: "Az önce Meclis Başkanımız Bülent Arınç ile konuştum. Bundan sonra burası Vestel City değil, Vestel Country olarak anılacak."

Hazır ismi değiştirilirken, tesisin adını da Türkçeleştirmek daha iyi olmaz mıydı?

Not: "Senin çalıştığın binanın adı da İngilizce" diye itiraz etmek isteyenlere, arşivden bu konudaki yazılarımı bulup okumalarını öneririm.

Hak aramak ayıp değildir!

HALUK Ulusoy’un, Futbol Federasyonu’nun "siyasi baskıyla" seçime götürüleceğine ilişkin FIFA ve UEFA’ya gönderdiği iddia edilen mektup, futbol kamuoyunda tepkiyle karşılandı.

Tepkilerin temelini "Bir koltuk için Türkiye’yi uluslararası kuruluşlara şikáyet etmek doğru değil" görüşü oluşturuyor.

Benzeri yaklaşımları, haklarını uluslararası kurumlarda arayan vatandaşlarımız için de görüyoruz.

Haluk Ulusoy’un Futbol Federasyonu’nu yönetme tarzıyla mutabık değilim.

Varlığının, Türk futboluna zarar verdiğine, bugün yaşadığımız ve bir türlü çözülemeyen holiganlığın da Ulusoy’un "adamına göre muamele" ilkesinden kaynaklandığına inanıyorum.

Buna rağmen, Ulusoy’un "Ayıp etti, Türkiye’yi şikáyet etti" diye eleştirilmesini haksız buluyorum.

Medeni dünyanın bir parçası olarak kalacaksak, vatandaşlarımızın haklarını gerektiğinde uluslararası kuruluşlarda da aramalarına alışmalıyız.

Günümüz dünyası, eskisi gibi değil. Sınırlarımızın içinde istediğimiz gibi yaşayamaz, istediğimiz gibi hareket edemeyiz.

Evet, bu topraklar içinde egemenlik kayıtsız ve şartsız bu ülkenin insanlarına aittir, bunun tartışılacak tarafı yok.

Ancak unutmamalıyız ki, dünyadan izole bir hayat sürmeyeceksek, uluslararası kuruluşların varlığını ve koydukları kurallara uymayı da kabul etmek zorundayız.

Öte yandan FIFA ve UEFA’nın bu şikáyeti ne kadar ciddiye alacağını da görmeyi beklemekte yarar var.

Kişisel görüşüm şu ki Ulusoy boşuna çabalıyor.

Seçimlerin yenilenmesi için toplanan imzaların siyasi baskı altında verilmediğini ortaya çıkarmak son derece kolay.

Ulusoy, bu hareketiyle sadece biraz daha zaman kazanabilir, hepsi o kadar!
Yazarın Tüm Yazıları