Asansöre atla giren cumhurbaşkanı

ABD'de Arkansas'ın başkenti Little Rock'tayım desem, belki size bir şey ifade etmez. Ama Başkan Clinton'ın memleketi desem, daha tanıdık gelecektir.

Bayramın üçüncü ve dördüncü gününü işte ‘‘derin Amerika'nın’’ bu küçük şehrinde geçirdim.

Clinton gibi müthiş bir siyasetçiyi yetiştiren bu küçük şehir nasıl bir yerdir?

* * *

Hemen teşhisimi söyleyeyim:

Isparta Türkiye için neyse, Little Rock da Amerika için aynı şey olmalı.

Yani ille de benzetmek isterseniz demek istiyorum.

Akşam saat 18.00'de sokaklarda kimse kalmıyor.

Sanki hayalet bir şehirdesiniz.

Böylesine sakin bir şehirde, fazla işi olmayan bir eyalet valisinin seksten başka meşgalesi yoktur diye düşünüyorsunuz.

Şehir dümdüz bir ovanın ortasında.

İnsanın içine işleyen kuvvetli bir rüzgár esiyor.

Tam Anadolu'nun bozkır rüzgárı gibi.

Kaldığım otelin adı ‘‘Capitol Hotel’’. Yani ‘‘Başkent Palas’’ diye çevirebilirsiniz.

1876 yılında inşa edilmiş.

Daha açıldığı yıl Arkansas'ın en önemli oteli olmuş.

Kanunlar eyalet meclisinde yapılıyormuş. Ama siyasetin genel merkezi bu otelmiş.

Çünkü bütün siyasi görüşmeler ve anlaşmalar bu otelde yapılıyormuş.

Otelde ilk dikkatimi çeken şey asansörü oldu.

Hayatımda hiç bu kadar büyük bir asansör görmedim.

İçinde, karşılıklı iki divan var dersem, herhalde büyüklüğü hakkında bir fikir edinirsiniz.

Merak ettim. Niye bu kadar büyük bir asansör?

Cevabı çok ilginçti.

Otel çok ünlü misafirleri ağırlamış. Bunlardan biri Amerika'nın eski başkanlarından Ulysess Grant'mış.

Grant, 1880 yılında otelde kalmış.

Şimdi sıkı durun.

Bu Başkan Grant'ın ilginç bir alışkanlığı varmış.

Odasına, atıyla gitmeyi severmiş.

İşte bu nedenle, başkanın atıyla girebileceği bir asansör yapmışlar.

Otelde dikkatimi çeken ikinci şey ise, lobideki barın girişinde asılı olan iki illüstrasyon tabloydu.

İkisi de Little Rock'u aynı açıdan ve yükseklikten gösteren illüstrasyonlardı.

Biri 1871'deki Little Rock'tı.

Arkansas Nehri'nin iki yanına kurulu küçük şehirde ne bir köprü, ne de bir bacası tüten fabrika görünüyordu.

İkinci illüstrasyon ise şehrin 1887'deki halini gösteriyordu.

Şehir çok az büyümüştü. Ancak bacası tüten 20'ye yakın fabrika vardı.

İkinci bir fark ise nehrin üzerine kurulan iki köprüydü.

Birinci tabloda nehrin üzerinde çok sayıda buharlı gemi görünüyordu.

Ama köprüler yapılıp şehrin iki yakası birbirine bağlanınca, bu gemilerin bir bölümü ortadan kaybolmuştu.

1871 yılında yapılan ilk illüstrasyona daha yakından bakarken, ilginç bir ayrıntı dikkatimi çekti.

Resimdeki gemilerin yan taraflarına isimleri yazılmıştı.

Mesela birinin üzerinde ‘‘Rob Hard’’ ismi okunuyordu. Bir başkasının üzerine ‘‘Arkansas Belle’’ yazılmıştı.

Tam ortadaki geminin ise çok tanıdık bir ismi vardı.

Geminin üzerinde ‘‘Dardanelles’’ yazıyordu.

Yani bizim Çanakkale Boğazı'nın uluslararası ismi.

Demek ki, 1870'lerde birisi, gemiye bu ismi vermişti.

Yani Türkiye'den binlerce kilometre uzakta birisinin kalbi, buralarda atıyormuş.

* * *

İki tablo arasındaki fabrika farkına bakarken, aklıma Bernard Lewis'nin son kitabı geldi.

Chicago, New Orleans ve Little Rock'ta gittiğim bütün kitapçılarda, en görünen yerinde hep bu kitaba rastladım.

Bernard Lewis kitabında, bana göre çok önemli bir soruyu gündeme getiriyor.

İslam dünyasının, özellikle 11 Eylül'den sonra şu soruyu kendi kendine sorduğunu söylüyor:

‘‘İslam dünyası acaba neden geri kaldı?’’

Bernard Lewis, ‘‘Bu soruyu sormak yerine şunu sormak daha doğru olur. Acaba Batı neden ileri gitti?’’
diye devam ediyor.

Kitabı, Amerika'ya gelmeden okumaya başlamıştım. O sırada kendi kendime, ‘‘Bu soruyu öyle veya böyle sormanın ne farkı var?’’ dedim.

* * *

Capitol Hotel'
de, iki tablo arasındaki fabrika farkını gördüğüm an, bu sorumun cevabını da buldum.

Tabii, kendime göre cevabım.

Bizler, yani İslam álemi, ‘‘İslam neden geri kaldı’’ diye sorarken ruhumuza karakter olarak işlenmiş olan ‘‘negatif bir duyguyla’’ düşünüyoruz.

Oysa ‘‘Batı neden ileri gitti’’ sorusunun arkasında kuvvetli bir ‘‘pozitif ruh’’ var.

İşte 16 senede küçücük bir şehirde bacası tüten 20 fabrikayı yapan pozitif ruh.

‘‘Neden yapmadık’’ diye hayıflanan, tembel ve menfi bir kafa değil, ‘‘Neden yapmıyoruz’’ diye harekete geçen, pozitif bir eylem ruhu.

Ben Amerika'dayken Türkiye'de Avrupa Birliği'ne karşı alevlenen ‘‘menfi taarruzu’’ öğrenince, işte bunları düşündüm.

Demek ki bu toplumda sadece ‘‘Neden geri kaldık’’ diyenler yokmuş. En az onlar kadar güçlü bir de ‘‘Neden ileri gitmek istiyoruz’’ sorusu da tedavüldeymiş.

Türkiye 200 yıl önce Batılılaşma kararı aldı.

Cumhuriyet bunun en önemli adımıydı.

Ne yazık ki şimdi bazı çevreler, işte o muazzam cumhuriyet idealini tersine çevirmeye çalışıyorlar.

Hem de ‘‘Kuvayı Milliye’’ kavramına, karşı devrimci bir mana kazandırarak.

Ama hiç korkmayın.

Bu halkın yüzde 70'i istikametini tayin etti.

Bu halk Batı'ya, Avrupa Birliği'ne doğru uzun yürüyüşüne başladı.

Bu halkın Batı ideali, içine atlı cumhurbaşkanı alacak asansörler kadar büyüdü.

İstikamet, ‘‘muasır medeniyetler’’ coğrafyasıdır.

Beşinci sınıf, kendi içine kapanık, cüce Ortadoğu diktatörlükleri değil.
Yazarın Tüm Yazıları