Ancak bizim kuşak çocuğuyla geyik yapar

BİR iki sene önce, 1980'ler üzerine bir yazı yazacağım. Bir yandan kendi kuşağımın hatırlayacağı orijinal hadiseleri yazayım istiyorum, bir yandan da, yeni kuşağa ‘‘Bu ne demek abi şimdi ya’’ dedirtmek...

Kendime kobay olarak gazeteden 1980 doğumlu bir eleman buldum.

Oturttum bunu karşıma yazıyorum.

Mesela soruyorum buna: ‘‘Sen Commodore 64 biliyor musun?’’

Eleman cevaplıyor ‘‘Ne modor, kaç?’’

‘‘İyi’’ diyorum ve devam ediyorum: ‘‘Kajagoogoo?’’

Cevaplıyor: ‘‘Hayvan sesi mi o ağbi?’’ ‘‘Terbiyesizleşme, zopalarım seni. 'Too Shy' diye şarkıları vardı, grup o oğlum...’’

*

Böyle böyle yazıyı tamamladık.

Sonra aynı günün akşamı elemanlarla buluştuk. Bizim junior elemanla aramızda geçen konuşmaları anlattım, güldük.

Sonra Topesto dedi ki; ‘‘Bizim okulda Uçan Kafa Mehmet vardı hatırlıyor musunuz?’’

Riko'yla hemen hatırladık.

Bir gün okulun bahçesinde kale direğinin dibine ortalanan topa uçmuş ve fakat topa değil direğe geçirmişti kafasını. O günden itibaren Uçan Kafa olarak çağırmıştık Mehmet'i.

Direğe kafayı çaktığı anda bir şey olmamıştı. Ama sonra zaman içinde yaptığı bütün acayip hareketleri bu olaya bağlamıştık...

Neyse yahu; konuyu dağıtmayalım: ‘‘N'olmuş usta Uçan Kafa'ya?’’ diye sorduk.

‘‘Çocuğu olmuştu ya onun. Geçen gün muhabbet nereden açıldıysa, bizim eleman çocuğa'Biz senin yaşındayken televizyon yeni yeni çıkıyordu Türkiye'de. Renkli değildi ve tek kanallıydı televizyon o zaman’’ demiş.

Yani ancak bizim kuşaktan bir insan çocuğuyla geyik muhabbeti yapmaya kalkışabilirdi. Uçan Kafa'nın bu girişimini de malum olaya bağladık ve ‘‘Eeeee; n'olmuş çocuğun tepkisi’’ diye sorduk.

‘‘İnanmamış tabii ki Küçük Uçan kafa’’ dedi ve devam etti: ‘‘Çocuk ne renkti o zaman renksizse?’’ diye sormuş.

Muhabbet iyice yalan olduğundan kısa kesmek istiyoruz Riko'yla: ‘‘Biz son kez sorsak 'Ne olmuş netice itibariyle?' diye; sen de uzatmadan anlatsan birader’’ dedik.

Topesto toparladı: ‘‘Tutmuş televizyonun renk ayarından televizyonu siyah beyaz yapmış ve 'İşte bu renkti...' Çocuk da ağlamaya başlamış 'Babam televizyonu bozdu' diye... Tam bir aile faciası...

*

Bu kez Riko, ‘‘Tek kanalı nasıl açıklamış peki?’’ dedi.

İkimiz birden ‘‘Uzatmaaaa’’ diyerek konuyu kapattık.


Dev çileğin gölgesinde


GEÇEN hafta cuma günü, Denizlispor-Galatasaray maçı için, İzmir'den yola koyulduk...

Bir yandan İlhan Söyler ve İlyas Namoğlu'yla muhabbet ediyorum, bir yandan da etrafı seyrediyorum.

Anadolu'da karayoluyla seyahate çıktığımda hep güzel isimli yerleri not etmek istiyorum. Ama ya üşeniyorum, ya da, hımmmm üşeniyorum işte.

Atça tabelasını gördüğümde de aynı şey geçti aklımdan.

Daha sonra Atça girişinde, o mükemmel tabelayı gördüm: ‘‘Welcome To The Paris Of Turkey: Atça/ Türkiye'nin Paris'i Atça'ya Hoşgeldiniz...’’

Tabelayı gördükten 40 saniye sonra filan çıkmıştık Atça'dan. O kadar küçük bir yer. Bu arada bir de dev çilek gördüm. ‘‘Yol yorgunluğu, hayal gördüm herhalde’’ diye geçiştirdim bu durumu...

Yani, maça yetişme derdimiz olmasa, biraz vakit geçirmek isterdim Atça'da ama olmadı. Denizli'ye maç başlamadan 40 dakika önce filan varabildik.

Bizi Denizli'ye götüren şoför arkadaşa sordum: ‘‘Yahu bu Atça hakikaten bu kadar güzel mi?’’ diye sordum.

‘‘Zengin bir ilçedir. Toprağı çok bereketli’’ dedi.

Bütün cesaretimi toplayarak, ‘‘Peki çilek yetişiyor mu?’’ Atça'da dedim.

‘‘Çok güzel çileği vardır’’ dedi.

Dev çilek böylece açıklanmış oldu.

Şimdi arkadaşlar bir dahaki bienale kadar yetiştirmek istediğim bir projem var. Uygun mudur sizce de...

Daha önce Malatya'da dev bir kayısı heykeli, Aydın'da da dev bir incir heykeli görmüştüm.

Başka heykeller de muhakkak vardır. Bunları bulup yanlarında fotoğraf çektirsem, sonra da ‘‘Benim Dev Meyvelerim’’ diye sergilesem, güzel olmaz mı?..
Yazarın Tüm Yazıları