Alçal ki yerin bu yer değildir

Perşembe gecesi, atv’de Siyaset Meydanı’nın ilk kez yayınlandığı 1994 yılından 2004’e kadarki hikáyesinin özetlendiği ‘10 Yılın Hikáyesi’ne takılıp kaldığım için işten çıkamadım.Siyaset Meydanı, Siyaset Meydanı olduğu dönemde hakikaten güzel programdı be.

Hele ki benim gibi insomniaklar için bulunmaz nimetti...

O málûm klişeyle ‘konuşan Türkiye’nin şimdiki car car-vır vır’ından azade bir güzellik. Tabiri caizse, ‘insan gibi konuşan Türkiye...’

Şimdiki programlarda şöyle bağırmak gelmiyor mu içinizden ara ara: ‘Bi’ susun be!’

Bosna’daki katliamın ele alındığı 6 Şubat 1994’teki ilk programı takiben, yıllar içinde neler neler tartışılmadı Siyaset Meydanı’nda:

Kürt meselesi, türban polemiği, mafya, ordu-siyaset ilişkisi, şeriat, imam hatipler, özürlü hakları...

Ve niceleri...

Türk popu, Türk sineması, türkülerin kardeşliği; hatta aşk...

Aşk, Siyaset Meydanı’nda tartışılır mı abi? Tartışıldı, tartışılabildi...

(Gerçi hatırımda kaldığı kadarıyla o program, diğerleri arasında, komedi kısmı ağır basan bir nev’i romantik komedi gibiydi; ayrı...)

SİZE DE GELİCEM’DENBAK ORAYA GELİRSEM’E

Üniversite amfilerinde, orta ve ilköğretim öğrencileriyle yapılan programlar...

Öyle bir mecra; liseli öğrencilerin Süleyman Demirel’e ‘maalesef hep başımızda olduğu ama memleketi bir türlü olduramadığı’ için sitemlerini sunabildiği ve hesabını sorabildiği...

Daha önceleri sadece belli bir kesimin, Siyaset Meydanı sayesinde tüm ülkenin tanıdığı ‘tartışma programı şöhretleri’: Toktamış Ateş meselá...

Ve daha önceleri anonim şahsiyetler olan, Siyaset Meydanı sayesinde tanınan nice sima: Ben diyeyim Gönül Çil, siz deyin Özlem Kızılkaya...

Sıcak gündemin nasıl da böyle kısa sürede yavşama noktasına gelip dayanabildiğine inanabiliyor musunuz?

Ali Kırca’nın ‘Gelicem, size de gelicem’inden, Semra’anım’ın ‘Bak şimmmmmdi oraya gelirrrsemmmm’ine...

Nereden nereye...

Geçenlerde, Toktamış Ateş, Doktor Arif Verimli gibi isimlerin yanı sıra, Selçuk Parsadan ve yine meşhur dolandırıcımızdan olan Raki (Rıza Zobu) ile birlikte Objektif programında ne tartışıyordu bir düşünün Allah aşkına: Semra’anım!..

Gerçi Toktamış Hoca’nın yüzünde; ‘Ben bu hállere nasıl düştüm?’ şeklinde hayıflanırcasına bir ifade de yok değildi ama?..

Gönül Çil deseniz, bildiğiniz gibi daha sonra antika kaçakçılığından, konu komşuyu dolandırmaktan filan gözaltına alındı.

O zamanların neredeyse konservatif bir tonda tavizsiz Kemalist, idealist öğrencisi Özlem Kızılkaya ise şimdilerde ikinci eş sıfatıyla, Hakan Uzan ile birlikte firari...

Ne oldu da böyle oldu? Nasıl oldu da olabildi? Bu kadarı, ‘oha falan olduracak’ kadarı yani?..

Arada ne kaçırdık dersiniz?

NASIL OLSA HALKSIKILIR DİYE DİYE

Ateş Hattı, A Takımı gibi programlar geldi geçti değil mi; tartışma programıymış gibi başlayıp sonradan hokkabazlık arenasına dönen mutant şeyler...

Şimdilerde Ali Kırca’nın sunduğu da dahil, ana haber bültenlerini TeleVole niyetine izliyoruz işte.

‘Şuyum buyum olur musun; ha, olmazsan da ex’tiredelim, bir dahaki turda başkalarıyla deneyelim’ programlarından filan çok da farkı yok ana haber bültenlerinin.

Belki daha az reyting alıyorlardır; belki öyle bir fark olabilir.

İşin kötüsü, hani hep ‘Bu da geçer, halk bundan da sıkılır’ deniyor ya...

Mevzu maalesef hep; ‘dibe vurduysan ya da hálá düşüyorsan’da bağlanıyor.

İrtifa alınmıyor, habire irtifa kaybediliyor.

Halk magazinden sıkıldı, hadi dizilere takılalım...

Halk dizilerden sıkıldı, hadi sokakta görsen dönüp suratına bakmayacağın tiplerden sahtekár TV şöhretleri yaratalım; ‘hayatın içinden’, daha doğrusu ‘evin ya da çiftliğin içinden’ dizilerine takılalım...

Hatta bu ‘gerçek dizimsi’ sakaletlerden sabah ve öğle kuşağı için ‘kenar mahalle ağzıyla tartışma’ programları çıkarıp ayrıca nemalanalım.

Halk bunlardan da sıkılınca ne yaparız?

Çirkefin ve zırvalığın konuları tükenmez...

Dip diye bir şey yok; düşmenin sonu gelmez...

Zamanı gelince bakarız...

Bir kapak ki yakışır yani

Kılından tüyünden taviz vermeden en dekoltesinden kadın kıyafetleri giymiş, erkek olduğu için yatıp kalkıp şükretmesi gereken, es kaza öyle doğsaymış hakikaten çirkin bir kadın olacağı tescillenmiş bir Cem Davran...

Resminin altında şöyle yazıyor: ‘Bu da RTÜK’e kapak olsun!’

Bu haftaki Tempo dergisinin kapağı bu...

Şöyle söyleyeyim; çoook uzuuun zamandır Tempo’nun böyle iyi bir kapak konusu işlediğine şahit olmamıştım.

Şimdi ‘Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?’ diyeceksiniz... Ne diyeyim, bir dereceye kadar haklı da olabilirsiniz.

Yani sen kalk önce, ‘Ah nerde o eski Siyaset Meydanı?’ tonundan pek nostaljik bir muhabbet tuttur, sonra da ‘He’s a Lady’ programının Türk televizyonlarına uyarlanmasına müsaade etmeyen RTÜK’e ve Başkan Fatih Karaca’ya muhalefet eden Tempo’ya ‘Helal olsun!’ de.

Hani böyle programlara karşıydık?

Müsaadenizle, kendi çapımda gayet istikrarlı olduğumu iddia etmek isterim. Bir kere o zırva programların müptelası olduğunu her fırsatta yineleyen biriyim. Yani sahtekárca TV’de sadece belgesel ve film seyrettiğimi iddia edecek filan değilim.

Ne münasebet, böyle programlara hiiiç itirazım yok. SADECE bu tip programlara mahkûm olmamıza var; bir...

Bunun yanında, artık yurt dışında ‘Ananı Türk televizyonunda görmüşler’ nev’i laflar dönecek derecede laçka programlardan geçilmeyen ekranlarda, ‘Türk erkeğinin etek giymesi’ söz konusu olduğunda galeyana gelen zihniyete fena hálde kılım; iki...

Cem Davran şiir gibi konuşmuş: ‘Fatih Karaca’nın ‘Türk erkekleri dernek başkanı’ gibi konuşması çok manasız. Bir durum oluyor ve hemen birileri çıkıp; ‘Ben Türk halkı, kadınları veya erkekleri adına konuşuyorum’ diyor. Kimse kimseye böyle konuşma hakkı vermiyor ki.’

Ne dediği pek anlaşılmayan çünkü ‘aslında’ hiçbir şey demeyen Karaca’nınki de dahil, RTÜK ve Türk erkeği tipolojisi üzerine birçok kişinin görüşüne yer verilen, Hesna Onbaşı, Pınar Denizer, Okan Konuralp ve fotoğrafta Engin Irız imzalı, gayet güzel işlenmiş bir haber.

Ve RTÜK’e yakışır bir kapak...
Yazarın Tüm Yazıları