Alafranga güz

Portekiz ve İspanya’dan başlayın; sonra Fransa’ya, İtalya’ya; hatta Almanya’ya uzanın, bütün Batı Avrupa’da sonbahar oynaklığı esas olarak üzüm mevsimiyle bütünleşir.

Şüphe mi var, tabii ki gök kurallarıyla ilintilidir ama, her mevsim aslında yine de yere; yani tabiata; yani toprağa aittir.

Ve kim ki toprak dedi, mutlaka ve mutlaka, onun "efendisi" köylünün adını telaffuz etmek zorundadır.

Dördünün arasında o köylülüğe en çok ait olan mevsim de sonbahardır.

Çünkü, güz, toprak insanlarının mükáfatlandırılması anlamına gelir.

Çünkü sonbahar bir bayramdır ve herkesten önce de, köylülüğün bayramıdır.

Bu girizgáhı yaptım ya, şimdi belki bana, "Be şehir budalası, be asfalt piyadesi, be makadam süvarisi, tabiatla aran olmadığını ve de köylülükten hiç hazzetmediğini ilan ede ede kaleminde çoktan mürekkep bitmiş olmasına rağmen, toprak sonbahar ilintisini işlemek sana mı kaldı"diyeceksiniz.

Evet efendim bana kaldı!

Eğer daha önce ifade ettiklerimi hakkıyla anlamadıysanız derdinize yanın.

Burada tekrardan "Öyle değil, böyle demek istemiştim" diye açıklama getirerek sizinle polemiğe girecek değilim ama, yalnız şu kadarını söyleyeyim:

Doğayla haşır neşir olmamak ve köylü refleksleriyle uzlaşmamak, ne o doğayı, ne de o köylülüğü gözlemlememek anlamına gelir.

Ve ben iyi bir gözlemci olmakla övünürüm ama yine de her neyse, çünkü esas olarak aşağıdaki konuya değinmek istiyorum.

*

Bütün mevsimler gibi sonbahar da, kuzey-güney yarımküre ayrılığı hariç, zamanda değilse bile mekánda değişiyor.

Yani, coğrafi, dolayısıyla da büyük ölçüde o coğrafyadan etkilenmiş toplumsal şart ve geleneklere göre, güz, dünyanın farklı yerlerinde, farklı yaşanıyor.

Ne çöl kumunda, ne kutup buzulunda, ne de tropik cangılında mevsimlerin hakkıyla yaşanabileceği gerçeği bir yana, üç aşağı beş yukarı benzer iklimlerde de ayrılıklar ortaya çıkıyor.

Öyle ve nitekim, örneğin, şarap üreticisi ülke ve bölgelerde köylünün mükafatlanması; daha doğrusu kendi kendini mükáfatlandırması, kütükler toparlanıp, salkımlar sulandırılıp ve şıralar fıçılandıktan sonra başlar.

Portekiz ve İspanya’dan başlayın; sonra Fransa’ya, İtalya’ya; hatta, Ren ve Mozel ırmaklarını izleyerek yukarıya, ta Almanya’ya uzanın, bütün Batı Avrupa’da "sonbahar oynaklığı" esas olarak "üzüm mevsimiyle" bütünleşir.

Zaten, o Almanya’da Goethe değil midir ki "kadehlerin altın üsáresi"ne dair mısra, Schubert değil midir ki "güz iksirlerinin şifası"na dair musiki bestelemiştir?

Latin ülkelerdeki "şarabiyat mevsimi" kültüründen bahsetmeye ise zaten gerek yok!

Malum, bu genel sürece Türkçede de "bağbozumu" diyoruz.

Ancak, söz konusu "şarabiyat kültürü"nün Türk toplumunda sıfıra sıfır elde var sıfır olduğu göz önüne alınırsa, çok isterdim ki dilbilimciler deyimin kökenini şöyle iyicene araştırsınlar.

Sözcük acaba "ab-ı hayat şurubu"yla hiçbir ilgisi bulunmayan, örneğin yemişlik çavuş üzümü yahut sultani kuru üzüm bağının bozulmasına mı uzanıyor?

Yoksa, Rumu, Karamanlısı, Bulgarı derken, gayrimüslim tebaa şarapçılığının etkisiyle mi dilimize mal olmuş?

*

Bu tür araştırmacılığa bilgiç lûgatta "etno lenguistik" deniliyor ki, bir bakıyorsunuz, karşınıza hiç beklenmedik sonuçlar çıkıveriyor.

Hayır hayır, tabii ki Anadolu köylülerinin de fi tarihinde, örneğin Fransa’nın Bordeaux yöresi şarapçıları gibi, tatmaya dahi ihtiyaç duymadan, sırf mahzenden çıkardıkları şişelerin mantarını koklayarak sıvıya şıppadak not verdikleri gibisinden bir hipotez geliştirmiyorum.

İran Hayyam’ından esintili ve tabii ki şehirli Divan şiirimizi hariç tutarsak, gerçekten de Türk köylü folklorunda bir "şarabiyat" edebiyatı yoktur ki, sırf bu bile ciddi ipuçları verir.

Fakat yine de, gerçekten araştırmaya değer, Türkçedeki "bağbozumu" sözcüğü acep nereden geliyor ve hangi geleneğe uzanıyor?

Yukarıda Bordeaux dedim ya işte birden aklıma geldi; hatta belki de, sonbahardan kapıyı açtıktan sonra yazıyı "alafrangalaştırıp" (!) şaraba kaydırmamın bilinçaltı nedeni bundan kaynaklandı, ben uzak, çok uzak bir zamanlar önce o taraflara bağbozumunda çalışmak için gitmiştim.

Gitmiş, çalışmış ve dolayısıyla da, tabii ki köylü, fakat bizimkinden çok farklı sonbaharların ne demek olduğunu orada görmüş ve yaşamıştım.

Bunu gelecek pazara bırakıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları