AK Partililer gazete yazarlarına not vermeyi kimden öğrendiler

Yeniçağ’da Sabahattin Önkibar yazdı.

Haberin Devamı

Meğer AK Parti’de gazete yazarlarına not veriliyormuş. MKYK toplantılarında iktidarı öven gazetecilerle, muhalefet yapan gazeteciler birer birer saptanıyor ve not veriliyormuş. Bunlardan bazılarına “pekiyi” notu verilirken bazılarına “sınıfı geçer” deniliyor, bazıları da sınıfta bırakılıyormuş.

Böylesine akılsızca bir uygulama gerçekten AK Parti’de yapılıyorsa, bunu kimden öğrendiklerini de mutlaka araştırmak gerekiyor.

Acaba gazetecileri kategorize edip, bazılarını kara listeye alan Genelkurmay’ın “akreditasyon” modelinin yaratıcısı basın uzmanlarından mı öğrendiler bu not verme modelini?

Belki de 28 Şubat post-modern darbesi sürecinde bazı gazetecileri andıçlayan “Batı Çalışma Grubu”nun uygulamaları onlara ilham verdi.

 

Haberin Devamı

Acaba kartelciler mi?

 

Bir ihtimal de, 28 Şubat sürecinde kartel kurup, bazı gazetecileri susturan ve işsiz bırakan medya sermayelerinden ve yöneticilerinden AK Partililerin esinlenmiş olabilecekleridir.

AK Parti sözcülerinden bir yalanlama gelmediğine göre, bu not verme uygulaması demek ki gerçek. Bu arada bunlar beni de “pekiyi” notuna layık görmüşler.

Geçer not alamayan ya da not listelerinde yer almayan gazete yazarları, haklı olarak konuya hemen eğilip, “ayıp” falan diye yazdılar. Kaliteli bir gazete olduğunu vurgulayan Milliyet’in bir yazarı ise, iyi not alan gazete yazarlarını “fahişe”ye benzeten bir yorumla, Milliyet’in kalite çıtasını iyice yükseltti.

Aslında siyasetçilerin de bürokratların da basına ve gazete yazarlarına bakış açıları hep sakat olmuştur.

 

Gidiciler ve kalıcılar

 

Partiler gelir gider. Bir siyasi iktidara hoş görünerek ömür boyu mesleğinde başarılı olmuş gazeteci pek yoktur. Ama gazete sermayeleri ve yöneticileri, iktidar değiştiğinde, yeniiktidarın liderine yakın olarak bilinen gazetecileri hemen cilalarlar. O iktidar gidince de, gidene yakın olduğu için cilalanan gazetecinin rütbeleri sökülür.

Haberin Devamı

Bu gerçeğin ışığında bir yere dayanmayı mesleğinin gereği olarak gören gazeteci için en akılcı tutum, değişebilen iktidarlara yakın olmak yerine, “sürekli iktidar”a yakın olmaktır. Genelkurmay’a yakın, MİT’e yakın, Emniyet’e yakın gazetecilik, gazeteciye sürekli “pekiyi” notu getirir.

AK Parti’nin sınav kurulunun sınıfta bıraktığı gazeteciler arasında, andıçların içeriğini sorgulamadan benimseyip meslektaşlarını toplumsal linçe sunanlar da, elektronik muhtıralara “oh be, nihayet beklediğimiz oldu” diyenler de mutlaka vardır. Hatta CHP’nin kaybettiği her seçimin ertesinde “zaten bu halk cahil, kime oy vereceği belli olmaz” diyenler bile vardır.

 

Haberin Devamı

Bazı notlar zor verilir

 

Bunca yıllık deneyimin ertesinde şu gerçeği saptadım.

Gazeteci gazetecinin kurdudur.

Patronunun karşısında dut yemiş bülbül olup, patron dışındakilere ve özellikle kendi meslektaşlarına bazen hakaret bile etmeyi ilkelilik veya cesaret zanneden anlayış, bizim meslekte fazlaca geçerlidir.

Bu anlayışın sahiplerinin eski patronlarına karşı da çok cesur çıkışlar yaptıkları hep görülmüştür.

Siyasi parti fonksiyonerlerinin bir köşe yazısını okuyup, “Bu bizden yana-Bu bize karşı” diye gazete yazarlarına not vermeleri hem yanlıştır hem kolaydır. Zor olan, “Biz gidiciyiz, ama bu yazar kalıcı olan doğruları her çeşit çevre baskısına rağmen savunabiliyor” yargısına varabilmektir.

Haberin Devamı

“Kalıcı doğrular”ın çoğulcu ve sivil demokrasi, kuvvetler ayrılığı, temel hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü, yasaların önünde herkesin eşitliği, şeffaflık, haklı ve serbest rekabet, bilgi, saygı ve insan sevgisi olduğunu artık öğrenmiş olmamız gerekiyor.

Sami Selçuk’lar her topluma lazımdır

Yargıtay Onursal başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk, Star’daki son yazısında Immanuel Kant’ın (1724-1804) yaşam öyküsünü ve insan düşüncesine katkısını anlattıktan sonra, konuyu şöyle bağlamıştı:

- Kant şöyle der: İnsan nedir sorusunu antropoloji, neyi bilmeliyim sorusunu metafizik, ne umabilirim sorusunu din, ne yapmalıyım sorusunu ahlak yanıtlar.

- ‘Katışıksız Aklın Eleştirisi’nin (1781) inançla ilgili kesiminde, Tanrı’nın akıl ile kanıtlanamayacağını söyler, yadsır; bir bakıma dini bilimin egemenliğinden kurtarır… ‘Uygulamacı Aklın Eleştirisi’nde ise, Tanrı’yı yüreğinde yeniden yaratır. Tanrı’da insanı bulur.

Haberin Devamı

Bir köşe yazısında ciltler dolusu kitap okuduktan sonra sahip olunabilecek bilgiyi okurlarına böylesine özlü sunabilmek için Sami Selçuk olmak gerekiyor.

 

Yazarın Tüm Yazıları