1 uçağımı düşürenin 2 uçağını düşürürüm

KKTC’nin kuruluş resepsiyonunda Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Faruk Cömert’le konuşuyoruz...

Cömert Paşa, sözcükleri iyi seçer. Sertlikten değil sonuç alıcı çözümlerden yana bir tavır sergiler.

Bu yüzden hep merak ederdim:

"Ege’de geçen aylarda bir uçağımız düşürüldüğünde acaba komutan nasıl bir ruh durumundaydı? Pilotlar evladı gibi olduğu için nasıl tepki göstermişti? Sinirlendi mi? Sinirlenince Ege’nin diğer tarafına bir mesaj gönderdi mi?"

Sohbet sırasında çok samimi bir ortam olduğu için bu soruları peş peşe sordum. /images/100/0x0/55eaaaacf018fbb8f88efc7a

İşte komutanın cevabı:

- Kolay değil tabii. Biz Ege’de barış istiyoruz. Bunun için de silahsız uçuşlar yapıyoruz. Bu bile bir mesajdı.

Aslında Paşa tam bir cevap vermek istemiyordu ama ısrar ettim:

- Peki onlar silahlı uçarlarsa. Kontrol edebiliyor muyuz yani?

Ve komutan yeterince tatmin edici bir cevap veriyor:

- Barış istiyoruz, ama hiçbir zaman boş bırakmıyoruz. Bu son olayda bizim bir uçağımız düşürüldü. Ben de karşı tarafa açıkça şöyle dedim: Bu benim komutanlığımda düşürülen bir uçak. Eğer bir daha böyle bir şey olursa iki misliyle cevap veririm.

Yani?

- Yani 1 uçak siz düşürürseniz bu defa iki de biz düşürürüz.

Evet, Org. Cömert, bu tepkiyi ya da uyarıyı Yunanistan’daki muhatabına resmen iletmiş. Komutan bunları söylerken yüz ifadesine bakıyorum. Gerçekten çok sert.

Org. Cömert bu tepkiyi gösterdikten sonra Ege’de savaş pilotları arasında "dog fighting" (it dalaşı) denilen ve uçakların düşmesine kadar gidebilecek olan "silahsız hava muharebesi" durmuş...

Yani o günden bu yana özellikle Yunan jetlerinden bizim uçaklarımıza eskiden olduğu gibi taciz eğilimi kalmamış.

Evet, demek ki barış için kuvvet ve irade işe yarıyor...

En azından bir süre...

MHP’den CHP’ye alkışlar

MHP Kongresi’nden uzun analizler yerine salonu ve Bahçeli’yi anlatacağım...

Salondaki alkış noktaları şöyle sıralanabilir:

 Kerkük Türklerine büyük alkış.

 DYP’den, ANAP’tan, AKP’den ve diğer partilerden gelen konuklar için sessizlik. CHP’den gelen misafirlere alkış. Silahların konuştuğu dönemleri hatırlayınca CHP’ye gelen alkışlar önemli oluyor.

 AB’ye ve küreselleşmeye karşı sözlere alkış.

 Mehmet Ağar’ın PKK militanlarına düz ovada siyaset önerisine karşı her eleştiri için alkış.

 Öcalan’ın F Tipi Cezaevi’ne alınacağı açıklanınca yoğun alkış. 

Tayyip Erdoğan "Yüce Divan’a gitmekten Cumhurbaşkanlığı makamına sığınarak kurtulamaz" sözüne yoğun alkış.

 "AB komiserleri onurumuzla oynarsa al kriterlerini git deriz" sözüne yoğun alkış. 

"Ülkücüleri sokağa dökemezsiniz. Terörle sokakta değil iktidarda mücadele edeceğiz" sözüne alkış.

 Salon gerçek anlamda Anadolu insanlarıyla doluydu. 

Haremlik selamlık yoktu. Başı açık kadın da vardı, türbanlı da, başörtülü de. Bir arada halay çektiler. Kadınlar müthiş coşkuluydu.

 Siyah paltolu, takım elbiseli, kısa saçlı gençlerin disiplini dikkat çekti.

15 yıl önce bu günü görseydi

21 Ocak 1991... Tam 5 gün önce ABD Irak’a vurmaya başlamış. Dünya büyük bir merakla Bağdat’ta patlayan füzeleri seyrediyor. Gökyüzünde uçan parlak cisimlerin yarattığı dehşet, duman ve ateşe karışıyor...

Ve Devlet Başkanı Saddam Hüseyin o mağrur haliyle dünyaya meydan okumaya devam ediyor. Kimine göre ucuz bir diktatör, kendisine göre "Arap dünyasının efsane önderi"...

İşte 21 Ocak 1991’de Erdal İnönü’yle birlikte bir grup gazeteci Bağdat’a gidiyoruz. Saddam’la görüşülecek. Bir anlamda arabuluculuk ihtimali var.

Bizi Bağdat’ta El Reşit Oteli’ne yerleştiriyorlar. Beklemeye başlıyoruz. "Efsane önder" bizimle görüşecek. Saatler geçiyor ses yok. Bir gün geçiyor yine ses yok. Ertesi gün öğle saatlerinde bir hareketlenme oluyor. "Saddam bekliyor" diye bizi araçlara bindiriyorlar. Saatlerce şehirde geziyoruz. Sonra yeniden otele dönüyoruz. "Olmadı, güvenlik sorunu" diyorlar. Ve yeniden beklemeye başlıyoruz. Nihayet ertesi gün Saddam’ın olduğu binaya gidiyoruz. Müthiş bir arama. Saatlerimiz, kemerlerimiz, kalemlerimiz alınıyor. Bir tek metal bırakmıyorlar. Ve sonra Saddam bizi karşılıyor. Ben hayatımda böylesine bir "kendini beğenmişlik" görmemiştim. Bacak bacak üstüne atmış, yılan derisi ayakkabılarını gözümüze sokarcasına oturuyor. Elini kaldırınca etrafı kalkıyor. Sağ elinin işaretparmağını gösterdiği kişi titremeye başlıyor. Ve biz ne sorarsak soralım o aynı cevabı veriyor. Bir kez "Ben cevabımı alamadım" demek cesareti gösterirseniz ters ters bakılıyor.

İşte 15 yıl sonra o diktatör idam sehpasını bekliyor. Dün kişisel arşivime bakarken gözüm bu fotoğrafa takıldı.

Soru ise şuydu:

- Acaba diktatörler sonlarını görebilselerdi, uygarlık tarihi daha mı değişik yazılırdı?

Birleşme arayışı vekil pazarlığı için

BÜLENT Ecevit’in cenaze töreniyle başladı. Duygusal bir ortamdı. Ve Rahşan Ecevit’in ısrarıyla tırmandı..

Solda güç birliği arayışından söz ediyorum...

Ne gariptir ki, bir dönem özellikle CHP’den gelen "birleşme, güç birliği" önerilerine, "onlar çamura battılar" diyerek en keskin şekilde karşı çıkan Rahşan Hanım’dı...

Hatta, o devirde birleşme için yumuşama eğilimi gösteren Ecevit’i bile katılaştıran yine Rahşan Hanım’dı...

Rahşan Hanım bir "kara liste" yapmıştı.

Listenin başında da Deniz Baykal vardı. Fikri Sağlar, Ali Topuz, Hasan Fehmi Güneş gibi isimler bu kara listedeydi. Sonradan bu listeye Hüsamettin Özkan, Ali Ilıksoy, İstemihan Talay ve arkadaşları da katıldı.

Kim Ecevit’e biraz yaklaşırsa kara listeye girmişti.

Şimdi bakıyorum Rahşan Hanım 180 derece döndü. Ve "duygusal arayışlar"la "birleşme çubuğu" yakılması için harekete geçti.

CHP içinde biraz nabız yoklayınca gerçeği görüyorsunuz.

Bu arayışı Deniz Baykal yakın çevresine şu sözlerle yorumluyor:

"Birleşmeden bahseden kişiler, Türkiye’nin sorunlarını değil, kendilerinin milletvekili olabilme alternatiflerini düşünüyorlar. Onlar için laiklik, rejim, cumhuriyetten daha önemlisi seçimlerde bir milletvekili koltuğu kapabilmek. Yoksa dertleri Türkiye’yi daha büyük bir vizyonla kucaklamak değil. Bunlarla vakit geçirmek yerine halka gidelim."

Evet, olay ortada. Baykal için birleşme diye bir ihtimal yok. Rahşan Ecevit’e gelince. Kendi partisinin lideri Zeki Sezer’e karşı Yılmaz Büyükerşen’i ortaya atıyor. Yani "Büyükerşen projesi" için Sezer’e "geçici figüran" görevi yüklüyor. Kendi partisinin genel başkanına bu muameleyi yapan birisi birleşme için nasıl inandırıcı olabilir?

Düpedüz Sezer’e saygısızlık...
Yazarın Tüm Yazıları