Yunanlılar 'Alaşya'da ne ararlar

HİTİT, Babil ve Mısır kaynakları Kıbrıs'ın tarihsel adının Alaşya olduğunu kaydederler. Bu konuda temel kaynak Ahdı-ı Atik (eski kitap)'dir.

Haberin Devamı

Alaş ve İya'dan oluşan bu sözcük, Kazak sözlüğünde; Kazak, Kırgız ve Tatarlar da kullanılan bir ad, ülke, ulus, Altayca’da kutsama nidası, Teleutçe’de büyü yaparken ruhları çağıran sihirli bir söz anlamlarını taşır.

İya ise Ön-Türkçe'de İerüü'den gelir, sahiplik dolaylı olarak ülke demektir. Bugün bu İye'lik şekline girmiştir. Sonuç olarak Alaşya, 'Alaş ülkesi' anlamını verir.

Türk söylence biliminde, bir Alaş Han vardır, O (+6/12) yüzyıllarda Türk boylarını birleştirip Altı Alaş devletini kurmuştur. Bu, Urartu + İskit'ten oluşan Oq Uşuy konfederasyonu olmalıdır.

Kazaklar, 1917 ihtilâlinde Alaş Orda konfederasyonunu kurmuşlardır. Alaş sözcüğü, Kazakistan'da İli Nehri yöresinde Karkaralı mevkiindeki dikilitaşta, Qağan Altı Böriq Alaş cümlesi Sovyet Bilim Akademisi üyelerinden Musa Bayoğlu tarafından okunmuştur.

Kıbrıs'ın, önyargı ve istekle tarihte Yunan olduğu kabul edilmiştir. Bilimsel gerçekler aşağıdadır:

- Antik Greek çerçevesinde görülen Minoen'ler Kıbrıs'a ilk ayak basanlardır, tarihi -58'dir.

- Tektamos (Toktamış) yönetiminde, Girit'e yerleşmiş olan halktan bir bölüm (-1400'de) adaya çıkmışlardır. Lefkoşa Müzesi eski müdürü P. Dikaos'a göre, Kıbrıs'a ilk ayak basanlar 6'ncı binde Anadolu'dan gelenlerdir.

- Fransız tarihçi Demargne, Kıbrıs'ın kökenini Orta Asya'dan (Türkistan'dan) alan Anadolu kültürünün devamı olduğunu yazar.

- Adadaki dilin ve yazının, Yunanca olduğunu ispat için yapılan tüm

çalışmalar başarısızlıkla sona ermiştir. Bu dil ve yazının daha önce gelmiş ve bilinmeyen bir halka ait olduğuna karar verilmiştir(!)

Biz, Al-Aş'ın Tanrı katına Al/ma, alınma, Tanrı katına Aş/ma demek olduğunu kaydedip, Ön-Türk Uygarlığı'na allerjileri olanları üzmemek için, dilin ve Kıbrıs alfabesinin kökeni üzerinde durmuyoruz.

Kısaca sıraladığımız bu bulgular, Kıbrıs’ın tarihsel sahiplerinin 'asla Yunanlılar olmadığını' ortaya koymak için yeterlidir. Bir öteki gerçek, adadaki Rum/Yunan çoğunluğun, Osmanlı'nın çöküş döneminde adaya göç ettirilen Yunanlılardan oluştuğudur. (Evrensel Uygarlıkların Köken Kültürü Ön-Türk Uygarlığı Cilt 1A; Halûk Tarcan, CNRS/Sorbonne 6’ncı seksiyon, bilimsel araştırmacı.)

Sedat Peker: Kimsenin sırtını sıvazlamam

KANDIRA Cezaevi'nde 'çete liderliği' iddiasıyla tutuklu bulunan Sedat Peker,

'Bir portre: Fantastik playboy' (29.11.2006) yazısı üzerine şu açıklamayı gönderdi:

"Yalçın Bey'in gazetecilik tecrübesine, bilgisine her şeyden önce saygı duyarız. Ancak benim de ismimin geçtiği Erdal Acar'la ilgili haberde herhalde yanlış bilgilendirilmiş. Erdal Acar'la hayatım boyunca iki kez karşılaştım. Belki bir kez de telefonla konuşmuşumdur. Bu görüşmelerimiz de hemşehrim olması dolayısıyla gerçekleşmiştir. Bu da 6-7 sene önce olmuştur. Ben kimsenin sırtını sıvazlamam."

2 AY SONRA TAHLİYE

Avukatından öğrendiğimize göre Peker, daha önceki dosyalarından dolayı bir kez 6, bir kez de 9 ay olmak üzere toplam 15 ay tutuklu kalmış.

Görülmekte olan bu çete davasından da ilaveten 30 Ocak 2007 (duruşma günü) itibariyle 2 yıl 4 ay tutuklu kalmış olacağı için bu çete davasından 8-9 yıl ceza almış olsa dahi infaz tamamlandığı için tahliye edilebilirmiş.

Uzanlar örneği varken

ORMAN Bakanı Osman Pepe, Acarkent-Acaristanbul ile ilgili yaptığı açıklamalarla özlenen bir devlet adamı tablosu çizdi, gerçekten övgüye değerdi. Sayın Pepe'nin Orman Bakanlığı memurlarının söz konusu yerlere girememesinden ve silahla tehdit edilmelerinden bahsederken de içtenlikli olduğu çok açık.

Haberin Devamı

Ancak, bu kez devletin memurları güvenlik güçleri eşliğinde bu yerlere girmeliydi. Çünkü devlet bunun için vardır. Nasıl Uzanlar'ın işyerlerine girildiyse...

Haberin Devamı

Mehmet KOYUNOĞLU-Emekli bürokrat/ANKARA

Suriye'deki emlak sorunumuz

SAYIN Başbakanımızın önümüzdeki günlerde komşumuz ve son yıllarda ilişkilerimizin çok olumlu bir şekilde iyileştiği Suriye Arap Cumhuriyeti'ni ziyaret edeceğini öğrenmiş bulunmaktayız.

İlişkilerimizin iyi olmasına rağmen 1966 yılından beri iki ülke arasında önemli bir sorun olan emlak ve arazi anlaşmazlığı bir türlü çözülememiştir. Hatta Türkiye-Suriye hakkında protokol Bakanlar Kurulu'nun 28.2.1983 sayılı kararı ile onaylanmıştır. Ancak daha sonra bazı nedenlerle Başbakanlığın 22-4-1983 talimatı ile durdurulmuştur. Erdoğan'dan ricamız binlerce insanı ilgilendiren sorunu en kısa zamanda çözüp mağduriyetimizin giderilmesine yardımcı olmasıdır.

Savaş MUCUK

DÜNYA ÖZÜRLÜLER GÜNÜ

"Her sağlam insanın aynı zamanda bir özürlü adayı olduğu gerçeği unutulmamalıdır."

Biliyor musunuz

- ALMANYA'da 70 bin sağlık kurumu, 8 bin kilise, Fransa'da 60 bin sağlık kurumu, 9 bin kilise, Türkiye'de ise 7 bin sağlık kurumu, 77 bin cami olduğunu...(Atilla Çelikiz'den)

- İZMİR'deki Ekin Koleji'nce gerçekleştirilen Çocuk Kurultayı sonuç bildirgesinde "Biz çocuklar; çocukların en temel hakkı olan eğitim hakkını sonuna dek kullanabilmelerini istiyoruz. Eğitim sürecinde yarış atına çevrilmek istemiyoruz. Bilgiye nasıl ulaşacağımızın, bilgiden nasıl yararlanacağımızın öğretilmesini istiyoruz" denildiğini...

3. köprü yapılmadan Boğaziçi Kanunu'nda düzenlemeler yapılmalı

KONU hep Kral'ın arsası... Uyum villaları hedef yapılıp dikkatler hep o yana çekildi.

Haberin Devamı

Diğer yapılaşmalarda gözden kaçırtıldı. 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu'na göre şu an Boğaz'da bulunan çoğu site ve villalar kaçak konumunda olup yıkım kararları vardır!

Tabii ki dozer zor bulunduğu için bir türlü yıkılamamaktadır.

Uyum villaları ve o kısımdaki Acarlar %6 imarlı iken yaklaşık %30'larda yapılaşmaya çıkıldığı için durduruldu.

Basına da manşetler yaptırıldı!

Bütün dikkatler o yanda iken, diğer kısımlar kaçak yapılaşma ile dolduruldu.

Sistem kısaca şöyle:

Kaçak inşaat başlıyor, belediye gelip durduruyor, inşaat devam ediyor, Belediye mühürlüyor, mühür sökülüyor.

Yıkım kararı çıkıyor, inşaat bitiyor ve satışlar başlıyor; iskan olmadığı halde yerleşim başlıyor, satın alanlar kağıt üstünde işgalci gösteriliyor.

Oturum başlıyor.

Haberin Devamı

Bire bir örnek: Beşiktaş Ortaköy Acarlar Sitesi...(belediyeden sorulabilir)

3. köprü ve E-7 yapıldığında ormanlar gidecek yeşil alanlar talan olacak yaygarası da tamamen hedef saptırmadır. 3. köprü öncesi Boğaziçi Kanunu'nda düzenlemeler gereklidir. Ve bu düzenlemelerde ağır cezai müeyyideler olacaktır. Göz yumulma veya yumdurulma çarkına çomak sokulacağı korkusu ile

göz boyanmak istenmektedir sistemli şekilde...

TOPRAK

Şefe 25 YTL veren koroda şarkı söylüyor

ÜSKÜDAR, Adile Sultan Öğretmenevi ve Kültür Merkezi ile ilgili şu sorunu sizinle paylaşmak istiyorum:

Anılan bu yerde, öğretmenlerden oluşması gereken, Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği dallarında etkinlik gösteren iki adet koro vardır. Kurum yönetimi bu korolara çalışma yeri sağlar ve pazar günleri korolar çalışmalarını sürdürürler. Barınma, ısınma, fotokopi ve akla gelecek diğer hizmetler kurum tarafından yerine getirilir. Hazırlıklar sürecinde koroların, sazlar dahil, hiçbir gideri yoktur. Nihayetinde bunlar amatör korolardır, katılımcılara bir ödeme yapılmaz.

Bu korolardan, 1990-2005 yılları arasında aralıksız katılımcısı bulunduğum, TSM korosu emekli tarih öğretmeni Taylan Aytöre tarafından çalıştırılmaktadır. Yukarıda belirtilen 15 yıl içerisinde kendisi ile yaşadığım anlaşmazlık ve sürtüşmeler nedeni ile ve onun isteği üzerine korodan ayrıldım. Anlaşmazlık ve sürtüşmelerin kaynağı şef olarak ortaya konan yetersizlikler, yanlışlar, öğretmene yakışmaz davranış ve duruşlar ve benim bunlara karşı çıkma cesaretini gösterebilmiş olmamdır.

Ama ayrılışımı izleyen Kasım 2005'te birden bire, katılımcılardan kişi başına aylık 20 YTL toplanarak koro şefine belli bir ödeme yapılmaya başlanması işin içinde bir tezgah olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Çarkın iyi işlemesi için itiraz edebilecek bir kısım arkadaşlar da koro dışına çıkartılmış, yerlerine sivil ve tabii ki ödeme yapabilecek kişiler alınmıştır. O nedenle koro şu anda çok sayıda sivil,az sayıda öğretmenden oluşmaktadır. Bu ödeme şu anda kişi başına aylık 25 YTL olarak sürdürülmektedir. İşin ilginç tarafı, aynı statü ve konumdaki THM korosunda böyle aidat alınmamaktadır. Koro bir tüzel kişilik olmadığından makbuz kesilmesi ve muhasebat da sözkonusu değildir.

Kurum müdürü, görevden alınmış olan İl Milli Eğitim Müdürü ve yine görevden alınmış olan Üsküdar İlçe Milli Eğitim Müdürü bu işe göz yummuşlardır. O kadar ki Bilgi Edinme Yasası gereğince sorduğumda İl Milli Eğitim Müdürlüğü olayı inkar etmiş, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü şikayet dilekçemi almış ancak, işlem yapmamıştır.

Ömer ALTUNBULAK-Emekli öğretmen

THY beni üzdü, kırdı ve hastanelik etti

İSMİ bizde saklı olan 66 yaşındaki kalp rahatsızlığı olan hanım okuyucumuz,

Haberin Devamı

THY ile Bodrum-İstanbul, İstanbul-Stuttgart'a gitmek üzere 24 Eylül'de yola çıkar. Okurumuz, biletini 20 Eylülde 'okey'lettirmiştir. Bileti charter değildir. 11.30 da Bodrum'dan kalkacak olan THY uçağının 1 saat 15 dakika rötar yapması sonucu "İstanbul'dan bağlantı uçağım var, doğacak sıkıntılar nasıl düzelecek?" diye sorar.

THY yetkilileri de aynı şirket ve transit bağlantılı yolcular olduğunu ve Stuttgart uçağının bekleyeceğini, hiçbir sıkıntı olmayacağını söylerler. İstanbul'a rötarlı yolcumuz elinde kalp ilaçları, ağrıyan ayağı ile zorlukla yürüyerek pasaporttan geçip nefes nefese uçağa girer ve yerine oturur.

İşte olaylar bundan sonra başlar:

Uçağın hoparlöründen kaba ve sert bir sesle "Kendinizi tanıtın, uçağın kapısına gelin" diye ismi anons edilir.

Kapıya gider ve emir tonuyla "El bagajınızı hemen alın ve gelin, beni takip edin" der bir personel...

Ne olduğunu sorar... Uçaktan indirilerek körüğün girişindeki

bilgisayarın bulunduğu yere oturtulur. THY görevlisi "Şimdi geliyorum" der ve

yanından ayrılır.

O arada uçağın kalktığını dehşet içinde öğrenir.

Ardından gelen THY görevlisi "Bodrum'dan gelen uçağın rötar yapmasından dolayı yerinin satıldığını ve uçağı kaçırdığını" adeta 'müjdeler' gibi söyler.

MÜŞTERİ VE İNSAN KİMLİĞİM

"Rötar THY'nin hatası, beni oturduğum yerden kaldırıp, yerimi başkasına satan, yolculara reva gördüğü bu olay, benim yaşlı kimliğime, insan kimliğime, müşteri kimliğime ve bu şirketin adına yakışır kimliğine nasıl bir ad vereceğiz?" diye sorar okurumuz.

Okurumuz, THY'nin bu davranışını onur kırıcı bulur; "Beni otel otel dolaştırdılar. Bir gün sonra da Stuttgart'a gittiğimde kalbim sıkıştı. Doktorum beni ambulansla alıp acile yatırdı. THY'ye güvenen bir yolcu, bir hasta ve yaşlı insan olarak bu bedeli hak ettim mi? Bana bu utancı ve şoku yaşatan THY'yi dava mı edeyim?"

Okurumuz isminin açıklanmasını istemiyor ancak bunu THY biliyordur.

Ancak şunu da söylemekten kendini alamıyor:

"Bana 'Denid Boarding' uygulanmasını talep ediyorum. Bu yaşadığım üzüntüyü ve kırıcı olayı ne hafifletir bilemiyorum. Ben bunları hak edecek ne yaptım, THY'ye güvenmekten başka..."

24 Eylül'de yaşanan bu olayı okurumuz bize, -belki de geçirdiği rahatsızlar nedeniyle- geçen ayın sonlarında göndermek zorunda kaldığını da belirtmek isteriz.THY Genel Müdürü Temel Kotil'in ilgilenmesi dileğiyle.

Ahmedinejad yönetiminin hastalığı: Logofobi

TIBBİ terminolojide, 'gerçekte korkulmayacak bir olaya ya da bir objeye karşı duyulan korku' olarak tanımlanan fobi, bugün İran’da bir devlet geleneği haline dönüştü. Halen ülkemizi yöneten karar alıcılar, tıpkı fobisi olan insanlar gibi davranmakta ve kendileri açısından kaygı yaratan her kişi ya da gruba yönelik mantıkdışı olarak nitelenebilecek sert tedbirler almaktadır.

Psikologlar, ‘fobisi olan bireylerin, korkularının aşırı ya da anlamsız olduğunu bilmesine karşın bunu engelleyemediğini, mantıksal olarak korkularının önüne geçemediğini’ belirtirken, ülkemizin genel durumunu izleyen sosyologlar; İran yöneticilerinin şahsi korku ya da kaygılarını “bir devlet politikasına dönüştürdüklerine” ve özellikle geçtiğimiz mayıs ve ağustos aylarında yaşanan karikatür krizinin ardından yürürlüğe koydukları uygulamaların, yöneticilerin psikolojik sorunlarının bir yansıması olduğuna dikkat çekmekteler...

Mayıs-ağustos aylarında vuku bulan gösteriler sonrasında Güney Azerbaycan'daki güvenlik tedbirlerini azami ölçüde artıran İran İstihbarat Bakanlığı (Vezaret-i İttilaatı Cumhuriyeti İslam/VACA)’nın aldığı güvenlik önlemleri kapsamında, cep ve ev telefonları dinlenmekte, evlere baskınlar düzenlenerek bilgisayar ve kitaplara el konulmakta, bölgede lider konumunda olan şahıslar çeşitli baskılar ile kaldıkları yerleri terk etmeye zorlanmaktadır. Ayrıca, Güney Azerbaycanlılar için önemli günler öncesinde çok sayıda şahıs gözaltına alınarak kutlama veya gösterilere katılmaları engellenmektedir. Uzmanlara göre; “Logofobi”, yani 1belirli kelimelerden korkma olarak tanımlanabilecek bir tür hastalık ile izah edilebilecek bu olaylara kısaca bir göz attığımızda;

İran yönetimi, geçtiğimiz temmuz ayının son günlerinde Zencan eyaleti Merend şehrindeki Güney Azerbaycan kökenli dernek ve kuruluşların kültürel faaliyetlerini durdurmuş, Azerbaycan Türkçesi ile eğitim veren bütün sınıfları kapatmış, evlerde Türkçe olarak gerçekleştirilen şiir ve edebiyat toplantılarını yasaklamış ve bu meyanda Türkçe öğretmenleri de yoğun bir baskı altına alınmıştır.

Tebriz'de, öz kültürünü muhafaza etmek ve yaymak amacıyla faaliyet gösteren ve civar illerden periyodik olarak gelerek, geleneksel motifleri içeren eserleri seslendiren ozanların toplandığı Aşıklar Derneği'ni kapatan ve son derece masum bir şekilde uygulamaya konulan sanat faaliyetini baskılayan Yönetim, bu arada Kültür Bakanlığı’na hazırlattığı bir raporla, bazı ozanların şiir ve türkülerde; "Türk", "Azeri", "Babek" ve "Köroğlu" kelimelerini kullanarak Türk milliyetçiliği propagandasını yaptıklarını duyurmuş ve halkın bundan böyle, benzer nitelikte düzenlenecek toplantı/etkinlik gibi faaliyetlere katılmalarını yasaklamıştır.

Aynı yöneticiler, karikatür krizi sonrasında, devlet kurumlarında çalışan Güney Azerbaycanlıları, ‘gösterilere iştirak ettikleri’ gerekçesi ile erken emekliye sevk etmiştir. Bu çerçevede, aralarında Sınır Polisi olarak görev yapan Mühendis Bagri ve Akbar Recebi, öğretmen Behruz Seferi ve Sulduz Fermandarlık görevlisi Kerim Tebrizli’nin de bulunduğu yaklaşık 50 Güney Azerbaycanlı, ‘evlerine yollanmıştır.’

Ülkemizde, temmuz ayında yayınlanan bir genelge ile yeni doğan çocuklara bazı isimlerin verilmesi yasaklanmıştır. Bu isimler arasında eski Türk komutan ve hakanların isimlerinin yanı sıra, "Babek" ismi de yer almaktadır. Uygulamayı hayata geçiren yönetim, Güney Azerbaycanlıların çocuklarına Türk ismi koymalarını engellemek amacıyla, kimlik çıkarma işlemleri sırasında Nüfus müdürlüklerinde bulunan ve içerisinde sadece Farsça isimlerin yer aldığı kitapçıktan isim seçmeleri istenmekte, aksi takdirde kimlik çıkartılmayacağı belirtmektedir.

Eylülden bu yana, Güney Azerbaycanlıların yaşadığı bölgelerde bizler için simgesel değer taşıyan Babek Kalesi'nin yer aldığı ve kurt motiflerinin bulunduğu tişörtlerin satışını da yasaklayan İran Yöneticileri son olarak, İran-Irak Savaşı sonrasında "gazi" unvanı alan Mensur Ciddi isimli kardeşimizi, milli kahramanımız Babek Hürremdin ile Bazz Kalesi'nin Güney Azerbaycan tarihi açısından önemine değinen bir kitap yazma hazırlığı içerisinde olması nedeniyle, ekim ayı ortalarında gözaltına almıştır. İran güvenlik güçleri tarafından, Erdebil'deki evine yapılan baskında ayrıca, kardeşimizin bilgisayarı, CD ve kitaplarına da el konulmuştur.

Bu ve benzeri olayları bir bütün olarak irdeleyen bilim adamları, birçok insanın hayatını olumsuz yönde etkileyen ve tedavi edilmediğinde bir ömür boyu sürecek olan fobilerin, İran’da bir devlet geleneğine dönüşmek üzere olduğuna’ vurgu yapmaktalar. Uzmanlar ayrıca, Ahmedinejad yöneticilerinin “Fobik oldukları” durumun, Güney Azerbaycanlılardan duyulan korku şeklinde hayata geçtiğine, şu anda “Logofobi” olarak tanımlanan bu sürecin bir şekilde engellenmemesi halinde literatüre; “Babekofobi”, “Settarofobi” gibi yeni kavramların eklenebileceğine dikkat çekmektele...

Samet NAİMİ

Yazarın Tüm Yazıları