Ekim güneşi…

Uzaktaki adanın önünde bir yelkenli salınıyor…

Haberin Devamı

Sağımda bir nehir, karşımda bir minik havuz, bar, restoran, kum ve deniz…

 

Verandada dalgaların sesini dinliyorum bu yazımı yazarken.

 

Sabah iki itibariyle öten horozlar ve 4 gibi başlayan kuş ve ördek sesleri uykuya dalmış durumda, şu an, öğle vakti. Uyumayan bir iki tavuk odamın önündeki çimenlerde koşuşturuyor. Gerisi gölgelerde rüyadalar. Tatlı bir rüzgar…

 

Narlar kocaman olmuş, dalları kıracak neredeyse. Limon, mandalina ve portakal ağaçları dolu dolu. Önlerinden geçerken Deniz’e portakal ve limonları koklatıyorum, narları gösteriyorum. O ise, her altından geçtiğimizde dalında kalan son üzümlere işaret ediyor…

 

Haberin Devamı

Sabahları durgun hava, kadife gibi, öğlene doğru hafif rüzgar ve minik dalgalar çıkıyor, öğleden sonra biraz daha hızlanıyor, akşama sakinliyor.

 

Kumun üzerindeki masalarda, mimoza ağaçlarının gölgesinde kahvaltı ile gün başlıyor. Sonra şezlonglara geçiyorsun, yanında acı badem likörü ile servis edilen kahveni de içip, ya ufka bakıyorsun, ya yazıyorsun, ya da kitap okuyorsun. Bir tatlı huşu içinde…

 

Her yerde yalın ayak yürüyorum. Çimen. Terlik getirmiştim ama bir yerlere attım odada, aramıyorum bile. Ayaklarında hep kum, yüzünde rüzgarın taşıdığı tuz…

 

Kendime şaşırıyorum, gezmeden, durduğum yerden sıkılmadan geçirdiğim 5 gün. Demek ki doğru yer burasıymış. Zaten, doğru mevsim, orası kesin.

 

Soner’in kümeslerden topladığı yumurtalar, geçen sezondan kurdukları zeytinler, bahçeden biber, domates, yan fırından tazecik ekmek, gene kendi yaptıkları reçeller, börek ile sabah kahvaltı başlıyor. Benim gözüm yeşillikleri ve zeytini kesiyor, bir göz de yumurta, benden iyisi yok!

 

Haberin Devamı

Günün ilerleyen saatleri için ise menü basit, fiyatlar makul, lezzet ise hep el değmiş, keyif veren tarafta. Her gün pişirilen sebze yemekleri o -tatilde ne yiyeceğim- stresine sokmuyor beni. Evde nasıl yiyorsam burada da öyle.

 

Şaban bey ve Hatice hanım hep mutfakta. Sabahtan başlıyorlar sormaya ne pişirelim, ne istersiniz diye. Ne olursa kabulüm, sebze olsun da! Hatice hanım sabahları topladığı börülceleri ayıklıyor bahçedeki masasında bu aralar. Şaban bey mutfakta değilse, yardım ediyor ona. İkisinin de elinden çıkan yemekleri yemek ise pek keyifli oluyor.

 

Ama yemekten, yeşilden, kumdan daha öte bir yer burası.

 

Kimsenin mış miş gibi değil, içten davrandığı. Herkesin evi. Herkes elinden geleni yapıyor sen tatilini iyi geçir diye, rahat et diye.

 

Haberin Devamı

Daniela mesela, herşeye koşuyor, kah misafir gezdiriyor, kah lokantada servis yapıyor, gözlerinin içi gülüyor. Ne zaman uyuyor, kışın. Hep çalışıyor, evi burası, otel ondan soruluyor, bir derdin mi var o hallediyor. Öznur odaları piri pak yapıyor. Sıdıka abla ise mutfakta. Ozan bu sene katılmış aralarına,  gastronomi öğrencisi o da, hem barda hem serviste yardımcı.

 

1988 yılından beri var aslında burası ama şu anki minik 14 odalı haline 2007’de dönüşmüş, öncesi kamping. Oğulları Emre’nin isteğiymiş burayı otele dönüştürmek. Dönüşmüş dönüşmesine ama işi bilenler tahmin eder, özveri, daha çok çalışmak, burayı bu hale getirmek, bitmeyen maraton. Hala daha iyi nasıl olabilir, ne yapalım diye çalışıyorlar. 

 

Haberin Devamı

Hep işin başında olmak… Yonca Lodge’u ev gibi hissettiren de belki bu. İşin başında olunca başarı geliyor, eğer bu satırları yazıyorsam, onların her gün mutfakta keyifle çalıştıklarını, her gün otelde olduklarını gördüğümdendir.

 

Akşamları da servisten sonra kendilerine minik bir sofra kuruyorlar, bizler çekildikten sonra karı koca keyif yapıyorlar, ertesi günü konuşuyorlar.

 

Bu yaşadığım tatil, hani evlerine gelmişim gibi hissettiğim, yorulmadığım. Mesleki deformasyonumla ona buna bakıp neden demediğim, sinirlenmediğim, üzülmediğim. Otelde müşteri değilsin gibi. Otel değilmiş gibi. Unuttuğum bir his tatil bölgelerinde…

 

Yüksek sesli müzik, açık büfe yemek, animasyon filan bekliyorsanız onlardan etrafta çok var, burada huzur var, gerçeklik var.

 

Haberin Devamı

Hani benim bir yerim olsun, hep gideyim, kendimi evimde hissedeyim diyebileceğim bir yer buldum sonunda. Seneye görüşürüz Yonca Lodge!

 

 

 

İLLA Kİ!

 

Müzik.

 

İlla ki caz. Yani Akbank Caz Festivali. Bu sene 3-19 Kasım tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşecek. Gene program yoğun. Gerek getirdiği sanatçılar gerekse Akbank Sanat’ta gerçekleşen konserlerdeki bilet fiyatlarıyla cazı herkese ulaşılabilir kılması ile gönlümüzde taht kuran Akbank Caz Festivali.

 

Vaktiniz varsa hepsi ama benim kaçmaz listem bu:

Christian Scott

Abdullah Ibrahim- Ekaya- Hugh Masekela, The Jazz Epistles

Benedikt Jahnel Trio.

Daniel Herskedal & Marius Neset Duo

Sevinç Tevs’in anısına düzenlenen söyleşi, Konuk kızı, Şehrazat.

 

27. Akbank Caz Festivali’ne gün sayıyorum. Biletler satışta, davranın.

 

http://www.akbanksanat.com

 

Yazarın Tüm Yazıları