Çelişkiler ülkesi

Dünyanın en güzel denizini lağım çukuru olarak kullanalım, sonra da kendimizle kasıla kasıla gurur duyalım. Bunu açıklayabilecek bir filozof var mı bilmiyorum.

Haberin Devamı

Çelişkiler ülkesi

İnsan, hata yapmaya çok teşne. (Teşne, “çok istekli” demektir.) “Hata yapmaya uygun” veya “hata yapmaya eğilimli” de diyebilirdim, teşne sözcüğünü özellikle seçtim. Çünkü insana rahat batar. (Bu rahat batma mevzuunu çeşitli toplumsal olaylar değerlendirmesinde birkaç kez kullanmıştım. En son örneği için bakınız https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/tayfun-timocin/soykırım-olsaydi-aglayabilir-miydik-halimize-41805619) Yani, mis gibi oturup hayatın tadını çıkartacağı yerde, lüzumsuz maceralar arar ve burnunu pislikten kurtaramaz. İnsan, bunu “isteyerek, bilerek” yapar. Bu nedenle teşnedir. Yaptığı saçma şeylerin hemen hiçbiri kazayla olmaz. Kendisi yapmıştır, yapmayı seçmiştir. Ama istemediği (aslında baştan düşünüp öngöremediği ama gerçekte kaçınılmaz olan) sonuçlarla karşılaşınca kendisinden başka herkesi suçlar! Hata yapmaya teşne olan insan, hatasına başka suçlu aramak için de yanıp tutuşur! İşte şikâyet, bu noktada devreye girer.

Haberin Devamı

ŞİKÂYET ETMEK ÇÖZÜM ÜRETMEKTEN DAHA KOLAY VE ZEVKLİDİR

Çelişkiler ülkesi

İnsan şikâyet etmeye de teşnedir çünkü. Şikâyet etmek, mazeret arayıp bulmak zevklidir. Kendi sorumluluklarını üstlenemeyen insanın bir anlamda tatmin yoludur. Her şeyden şikâyet edenlerin, çözüm üretmek bir yana, hatalarını kabul edip özür dilemekten bile aciz olması bundandır. Şikâyet etme zevkinden mahrum kalmak istemeyiz. Çözüm üretmek, çözüm için kafa patlatmak, yapılmış yanlışları geri çevirip onları kötüden iyiye dönüştürmek hep daha zordur çünkü. Oysa insan yattığı yerden şikâyet edebilir. Sadece çenesi işler, beyine veya çabaya gerek yoktur.
Bir de, konuyla hiçbir ilgisi yokmuş gibi duranlar vardır. Onlar, seyircidirler. Olanı biteni izlerler. Hem hatayı yapanlardan şikâyet ederler hem de kimsenin, yapılan yanlışı düzeltmemesinden. Sanki kendisi her konunun etkisiz elemanıymış, çarpım işlemindeki “bir”miş, elinden hiçbir şey gelemezmiş gibi öylece uzaktan izlerler olayları. Diyelim, ağacın dalına yuva yapmış, bir kuş… Birkaç insan ellerinde baltayla ağacı kesmeye başladıklarında hem baltayla gelenlerden hem de ağaçta yuvası olan kuşlardan hiçbirinin baltayla gelenleri durdurmamasından şikâyet edip duruyor, onları gagalayarak kaçırmaya bile çalışmadan, sadece söylenerek yuvasının yıkılmasını seyrediyorsa, o kuşa ne demeli?

Haberin Devamı

LAFI DİNLEYEN KİM?

Geçen hafta bu sayfada Marmara Denizi’nin son 30 yıldır yapılan yanlışlarla nasıl nefes alamaz bir lağım çukuruna döndüğünü gördük. Hidrobiyolog Levent Artüz’ün bilimsel değerlendirmelerini ve en küçük bir detayı atlamadan bizlere aktardığı kirlenmenin tarihçesini ibretle (bilemiyorum aldık mı) ve üzüntüyle okuduk. (https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/tayfun-timocin/denizde-boguluyor-baliklar-41810186)
Görünen o ki, biz de son 30 yıldır epey izlemişiz olan biteni. Cak cak cak, cik cik cik… Bilim insanları durmadan uyarılarını yapıyorlar, “Önlem alınmazsa şöyle olacak, böyle olacak” diyorlar. Önlem alınmıyor ve tam olarak onların söyledikleri oluyor.

Haberin Devamı

BÖYLE BİR ŞANS GÖRÜLMEMİŞTİR

Çelişkiler ülkesi

Bakınız, Marmara Denizi, yeryüzünde bütün kıyılarıyla tek bir devlete ait olan tek içdeniz. Tek. Başka yok. Ne kadar şanslı olduğumuzun farkında mıyız? Ve bu içdeniz, dünyanın en lezzetli balıklarından bir kısmının yuvası…idi! Artık değil. Marmara’da onlarca çeşit vardı, artık on tane bile yok! Bana göre dünyanın en lezzetli şeylerinden biri olan midye söz konusu olduğunda tam bir zehirle karşı karşıyayız. Bilim insanları diyor ki, Marmara’da midye yiyeceğinize gidip bir pilin içini yalayın, daha az zehirli! Durum o kadar berbat yani. Kendi denizimizin midyesini yiyemiyoruz çünkü zehir. Kendi denizimizin balığını öldürüyoruz çünkü denizdeki oksijeni bitirdik. Son birkaç ayın müsilaj denen deniz salyasını herkes gördü, görmemiş olanlar internette kısaca gezinsin, videolarıyla, deniz üstü ve altı görüntüleriyle bulur. Korkunç! Geçen hafta sayın Artüz açıkladı işte, bu, kimilerinin korkmayalım diye söylediği “Bu doğal bir olay, kendiliğinden geçer” lafı tamamen boş. Bu, doğal bir olay değil çünkü. Size geçen hafta bu sayfada yayımlanan resimlerle gösterdim: Balıklar boğulmuştu denizde! Doğal olaylarda denizde yaşaması gereken balıklar denizde boğulmaz!

SORUMLU KİM?

Haberin Devamı

Çelişkiler ülkesi

Bütün bunların sorumlusu kim? İşte şu diye parmakla gösterecek birini arıyoruz hepimiz değil mi? Çünkü atalım üstümüzden sorumluluğu ve rahata erelim istiyoruz. En azından “Valla benim kabahatim yok” deyip rahatlayacağız, doğamız; Allah’ın, Tanrı’nın, doğanın, evrenin… neye inanıyorsanız onun bize bahşettiği şu güzel ülke de gözümüzün önünde eriyip yok olacak! Ama neyse ki suçlu biz olmayacağız! Oh ne âlâ! Nerede bu bolluk?
Biz karınca değiliz ki üzerinde dolaştığımız ağaç dalının akıbetini merak etmeyelim. Biz kirpi değiliz ki içinde yaşadığımız orman yanıp kül olurken korkudan kalakalalım ve küllere karışalım. Çaresiz değiliz ki onca çare varken ışık tutulmuş tavşan gibi gözleri açık donakalalım! İnsanız. Beynimiz var, aklımız var. (Yani, genellikle var.) Bilim insanları, sadece sorunu söylemekle kalmıyor aynı zamanda çözümleri de gösteriyorlar. Ama şunu da ekliyorlar: “Bu adımın hemen şimdi atılması lazım!” Biz, yani normal insanlar, yani bilim insanı olmayan diğer insanlar, bu yazılanları zaten nadiren okuyoruz, ama daha çok olumsuz etkileri görüyoruz, sonra bilimin söylediklerini kulaktan da olsa duyuyoruz ve başlıyoruz şöyle konuşmaya:
“Evet bir an önce önlem alınmalı.”
“İnşallah hemen önlem alırlar.”
“Bari söylenen önlemleri hemen alsalar.”
“Amaan, böyle gelmiş böyle gider.”
“Yok canım, abartıyorlar, deniz temizler pislikleri.”
Cik, cik, cik, cak, cak, cak…

Haberin Devamı

MUMU KİM YAKACAK?

Çelişkiler ülkesi

Konfüçyüs’e atfedilen bir söz vardır ve muhteşemdir: “Karanlığa kızacağına bir mum da sen yak!” Kaçımız şikâyet etmeyi bırakıp mum yakıyor veya mum yakmayı akıl ediyoruz? “Ben ne yapabilirim ki?” sorusu, dünyanın en yanlış sorusudur. Bkınız bizde yanlış bilinen bir laf vardır, doğrusunu yazayım (siz yanlış halini hatırlayacaksınız hemen): Azimli sıçan duvarı deler. Yani azmedip duvarı delmek için uğraşan fare, er ya da geç o duvarı deler. (Lafın, def-i hâcetle hiçbir ilgisi yok.) Sen yak mumu, ben yakayım, diğeri yaksın, bak o zaman ortalık nasıl pırıl pırıl oluyor, karanlık nasıl bitiyor?

YAPILABİLECEKLERİN BİR KISMI

Ne yapabilirim? Çok şey: Bilimsel kuruluşlar çalışmalarını sürdürebilmek için destek arayıp duruyor, destek olabilirim. Çevre örgütleri var, kamuoyunda özellikle yanlış algılarla adeta terörist yaftası yapıştırılan, onlara katılabilirim. (Terörist damgası vurulur çünkü kimi çevrelerin tekerine çomak sokarlar. Sen para kazanmak, altın vs. çıkartmak için bütün yeraltı sularını zehirleyeceksin, sonra önüne dikilip, “Yapmayın, biz o suyu içiyoruz” diyen köylüleri, “Bunları terör örgütleri kışkırtıyor” diye teröre yardım ve yataklıkla suçlayacaksın. Yok yahu!) Devletin resmî kurumlarına dilekçe verip konunun araştırılmasını, önlem alınmasını talep edebilirim. İnternet ve sosyal medya aracılığıyla daha çok insanın olayları fark etmesini sağlayabilirim. Bir ev alacağım zaman arıtmasını vs. sorgulayabilirim. Siyasi partilerden bu konuda çözüm üretmesini, bu konuyu gündemlerine almalarını talep edebilirim. Bu konuda bir programı olmayan siyasi partileri tercih etmeyebilirim. Türkiye Büyük Millet Meclisi millete açıktır, bizim için vardır orası, oraya gidip vekillerimle konuşabilir, konuya çözüm getirmeleri için uğraşabilirim. Yeni dernekler kurup bu konuyu çözülene kadar gündemde tutabilirim. Temizlik imandan gelir deyip deyip yerlere çöp atmayabilirim. Sigarayı satın aldıktan sonra paket jelatinini sıyırıp havaya savurmayabilirim. Bunların hepsi demokratik haktır, yasaldır, insanîdir. Yaşadığı yere sahip çıkamayan bir toplum mu olur? Sahip çıkmak, oraya buraya bayrak dikmekle mi olur?

Çelişkiler ülkesi

ÂYİNE

Marmara Denizi, yeryüzünde, bütün kıyıları ile aynı devlete ait olan tek içdeniz. Ama biz onu lağım çukuru olarak kullanıyoruz. Ne demişti Ziya Paşa:
“Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz,
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.”
Yani, insanın aynası işidir, lafa bakılmaz; kişinin akıl seviyesi yaptığı işlerde görünür.
İnsan için geçerli olan bu söz, toplumlar için geçerli değil mi? Yeryüzünün en güzel içdenizini .ok çukuru olarak kullanmak ve ardından kendimizle kasıla kasıla gurur duymak!.. Bunu açıklayabilecek bir filozof var mı, bilmiyorum.

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

BİRAZ SERİNLİK

Düne kadar kuvvetli lodos etrafı epey ısıttı ama bugün poyraza dönüp, biraz da yağmur getirip bizi serinletiyor. Yağış hafta sonunda pek görünmüyor, hava yeniden karışık rüzgârlarla ılınıyor. Neyse ki evdeyiz bu hafta sonu. Hazirana sağlıkla ulaşalım da…

 

 

Yazarın Tüm Yazıları