Bir genç insanı harcamak

 ACUN Ilıcalı’nın sahip olduğu bir kanalda Masterchef diye bir program çok izleniyor.

Haberin Devamı

Türk futbolunda iz bırakmış, dostumuz, merhum Dr. Hasan Elidemir’in oğlu Emir’in de yarışmacı olması nedeniyle yakın çevremizle birlikte bu programı izliyoruz.
Geçen hafta programda ilginç bir olay yaşandı. Son 8’e kalan yarışmacılardan Uğur, diskalifiye edildi.
Acun Ilıcalı, “terbiye sınırlarını aşan sosyal medya paylaşımları”nı gerekçe gösterdi.
Uğur genç bir insan. Bahse konu paylaşımlar 8 yıl öncesine aitmiş. Yani, ergen yaşlarda yapılmış. İçeriği hakikaten uçuk kaçık. Tam bir “ergen frensizliği” ile yazılmış laflar.
Konu bu değil... Reyting cinliği bu noktada bir şekilde devreye giriyor.
Normalde çalışmak istemediğiniz bir kişiyle sessiz sedasız yollarınızı ayırırsınız.
Burada bu böyle olmuyor.
Ayrılık bir şova dönüştürülüp, haftalık kısmın son anına kadar bekletiliyor ve bir mahkeme edasıyla “ceza” açıklanıyor.
Hesapta kendisini açıklamasına fırsat veriliyor, ama zaten kimsenin bilmediği bir geçmiş ortalıklara saçılarak adeta bir infaz gerçekleştirilmiş.
Gencecik bir insanın 8 yıl öncesine dair zıpırlıkları bugüne yapıştırılıp, üstelik onu eksiklendirterek gözyaşları içinde geleceğini etkileyecek şekilde itibar suikastı yapılıyor.
Acun Ilıcalı’nın tarzı zaten biliniyor.
Ama “jüri” konumundaki “şef”lerin ahlak polisi ifadeleriyle bir gencin örselenmesine alet olmamaları beklenirdi.
Bu neviden program formatları zaten yarışmacıları birbirine kırdırma esasına göre oluşturuluyor.
Normalde bir yöneticinin yönetiminde yarışma olur ve kişiler karşılıklı muhatap kılınmaksızın iyi olan kazanır.
Burada kazanabilmek için genç insanlar ayrıca birbirlerinin “celladı” olmaya iteleniyor.
Dostluk ilişkileri, insani duygular, çoğu dirense de yok edilmeye çalışılıyor.
Ve, tüm bunlar reyting uğruna yapılıyor.
Ne diyelim, RTÜK neredesin?

-----

Haberin Devamı

Zor zamanlardayız

PANDEMİ giderek tırmanıyor. Alınan önlemler umarız hızını keser. Herkes umutla aşıyı bekliyor. Aşının geniş kitlelerin kullanımına girmesi herhalde birkaç ayı bulacak.
O zamana kadar lanet virüse yakalanmamaya gayret etme durumundayız.
Aşı olmak gerekir mi, hangi aşı iyi, Çin en etkilisi mi, yok Almanlarınkine güvenelim, türünden konuşmaların maalesef önünü almak mümkün değil...
An itibariyle virüs hepimizin “birinci halka” yakınlarına kadar sokulmuş durumda.
Pek tabii, kendimizi tecrit etmek en garanti çözüm. Ama böylesi bir imkân herkes için geçerli değil...
Pandeminin başladığı şubat ayından beri en büyük fedakârlığı, sağlık çalışanlarını bir tarafa koyun, “mavi yaka” işçiler gösteriyor.
Üretimin aksamaması adına onlar hep cephede kaldı ve kalıyorlar.
Ekonomik olarak en fazla darbeyi de hizmetler sektörü yemiş durumda.
Özellikle restoran, lokanta, cafe, konser salonları ve benzeri mekânlar hem sahipleri hem de çalışanları itibariyle kaderlerine terk edilmiş durumda.
Devlet esasında bu gibi durumlar için vardır.
Bu noktada bütçe imkânlarından söz edilmeden, gerekirse borç, gerekirse para basarak, doğrudan gelir desteğinin nefessiz kalan kesimlere ulaştırılması icap eder.
Günde 39 lira ile geçinmenin, hatta bu rakamdan bile mahrum bırakılan işsizin, garsonun, otoparkçının, garibin, yüklerinin “geniş aile dayanışmasına” yıkılması sürdürülebilir değildir.
Ekonomi, bakmayın siz, üçüncü çeyrekte toparlanmış gibi oldu.
Bu durum devletin bütçe imkanlarını aşarak kredi genişlemesi yaratması sayesinde oldu.
Dördüncü çeyrekte, aşikâr ki, tekrar bir duraklama yaşanıyor.
2020 yılında herşey ters gitti.
Son olarak “kuraklık” da konuşulur oldu.
Ne diyelim, bu kötü yılla birlikte tüm kara bulutlar ülkemizin ve insanlığın üstünden dağılsın.

Yazarın Tüm Yazıları