Kıbrıs’ta 41 yıl sonra beni yine şaşırtan tablo

Konuşmalar geçen salı sabahı Lefkoşa’da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’nın mütevazı misafir salonunda geçiyor.

Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, KKTC’nin 39’uncu kuruluş yıldönümünde tebrikleri kabul ettikten hemen sonra Ankara’dan gelen TBMM Başkanı Prof. Mustafa Şentop, beraberindeki TBMM heyetini ve diğer konukları ağırlıyor.

Tam ortada konumlanan Tatar ve Şentop’un sağ tarafındaki geniş koltukta sırasıyla Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu, KKTC’nin ikinci Cumhurbaşkanı (2005-2010) Mehmet Ali Talat, Cumhur İttifakı’nın bileşeni Büyük Birlik Partisi’nin Genel Başkanı Mustafa Destici ve KKTC Meclisi Başkanı Zorlu Töre oturuyor.

Derken çay-kahve sohbeti sırasında birden Annan Planı üzerine bir tartışma kopuvermesin mi... Ama ortalığı gerilimle kaplayan türden değil, karşılıklı dokundurmalar, hatta espriler üzerinden yürüyen bir tartışma.

*

Haberin Devamı

Sohbetin girişinde Cumhurbaşkanı Tatar, KKTC’nin bugün geldiği noktadan memnuniyetini belirtiyor, “Neyimiz eksik? Vallahi hiçbir şeyimiz eksik değil. Elhamdüllilah başımız dik yaşıyoruz” diye konuşuyor.

Tatar, KKTC’deki yatırımların artmaya başladığından da söz ediyor. Limak Holding’in Onursal Başkanı Nihat Özdemir’in Gazimağusa’nın hemen kuzeyindeki İskele Bafra bölgesinde 200 milyon dolar tutarında golf sahası olan bir otel yatırımı yapacağını kendisine bildirdiğini anlatıyor.

Tabii yatırımlar konusu açılınca Annan Planı 2004 yılında referanduma sunulduğunda KKTC’de başbakanlık koltuğunda oturan ve bu plana kuvvetli bir destek vermiş olan İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat konuya giriyor. Talat, Annan Planı’nın yatırımlar açısından yararlı olduğunu belirtip, “Adaya yatırımlar Annan Planı sayesinde geldi” şeklinde konuşuyor.

Talat, geçmişte Türkiye’deki iş dünyasının KKTC’ye yatırımlar konusundaki isteksizliğini anlatmak üzere 1990’lı yıllarda bir TÜSİAD Başkanı’nın kendisine “Türkiye’de bir yatırımcı ancak gözden çıkaracağı bir parası varsa, o parayı KTTC’deki bir yatırıma harcayabilir” dediğini de aktarıyor.

Ancak konu Annan Planı’na gelince, Talat’ın hemen solunda oturan BBP Genel Başkanı Desticiİyi ki Annan Planı kabul edilmedi. Kabul edilseydi Kıbrıs Türklüğü için çok kötü olacaktı” şeklinde söze giriyor.

Haberin Devamı

Bu noktada KKTC Cumhurbaşkanı Tatar, Destici’ye arka çıkıyor:

Annan Planı, yalan dolan... Kabul edilseydi hapı yutmuştuk...”

Referandumda Kıbrıslı Türklerin yüzde 64.91’inin “Evet” oyu verdiği Annan Planı, bu girişimi sahiplenen KKTC’nin o tarihteki başbakanı Mehmet Ali Talat ile plana şiddetle muhalefet eden dönemin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı karşı karşıya getirmişti.

Bu mücadeleyi Talat kazanırken, o dönemde Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefine öncelik veren dönemin AK Parti iktidarı da planın referandumda kabul edilmesi için bütün gücüyle kendisine arka çıkmıştı.

*

Salondaki sohbette Mehmet Ali Talat, Annan Planı üzerindeki görüşünden geri adım atmıyor. Özellikle araziler üzerinde çıkabilecek mülkiyet sorunları yatırımları caydırdığı için, Talat o dönemde (2005) çıkartılan Taşınmaz Mal Komisyonu kurulmasına ilişkin yasanın yatırımcılar açısından bir güven ortamı yarattığı görüşünü belirtiyor. Tam bu noktada Ulusal Birlik Partisi’nin (UBP) bu yasayı iptal için Yüksek Mahkeme’ye götürdüğünü hatırlatarak Tatar’a dokunduruyor.

Haberin Devamı

Bu sözler üzerine karşı koltukta oturan Yüksek Mahkeme Başkanı Narin Ferdi Şefik, esprili bir şekilde “Bizi karıştırmayın...” diyerek karşılık veriyor.

Bütün bu diyaloglar, 2004 yılında adadaki referandumda oylanan, KKTC tarafının kabul edip Kıbrıslı Rumların reddettiği BM’nin Annan Planı üzerinde -iyi mi oldu kötü mu oldu- şeklindeki münazaranın aradan 18 yıl geçmiş olmasına karşılık hâlâ bütün canlılığıyla devam ettiğini gösteriyor.

Aradaki önemli bir fark, denklemdeki kilit aktörün, Türkiye’nin pozisyonunun değişmiş olması. Denktaş-Tatar çizgisindeki UBP, 2004 referandumunda federasyon hedefleyen Annan Planı’na muhalefet ederken AK parti iktidarını karşısında buluyordu. Oysa AK Parti iktidarı, bugün adada iki devletli çözümü savunan UBP ve Tatar ile aynı dalga boyuna geçmiş bulunuyor.

*

Haberin Devamı

Ancak salondaki diyaloglara tanıklık eden Türkiye’den gelmiş bu gazeteci açısından tartışmanın önemi Annan Planı’nın muhasebesinden çok daha farklı bir noktaya odaklanıyor. Tarafların Annan Planı üzerinde farklı görüşler ortaya koymaları, birinin “İyi oldu” dediğine diğerinin “Yalan dolan” demesi bir gerilim ortamına yol açmıyor.

Sohbetin devamında Ersin Tatar, 1990’lı yıllarda İstanbul’da SHOW TV’de yönetici olduğu yılları hatırlatarak “Talat İstanbul’a geldiğinde arkadaşım olarak muhakkak bana uğrardı” diyor.

Mehmet Ali Talat ise, “Siyasi düşünce başka, dostluk başka” diyerek, siyasetin dostluğu, arkadaşlığı etkilememesi gerektiği mesajını veriyor ve ekliyor:

Haberin Devamı

Bizde Türkiye’deki gibi değildir...”

*

Talat’ın bu sözleri uzun yıllar önce KKTC’ye ilk ayak bastığımda bende çok iz bırakmış olan bir hadisenin birden bütün diriliğiyle zihnimde canlanmasına yol açtı.

Tarih 1981 Haziran ayı. Cumhuriyet’in diplomasi muhabiri olarak ilk kez Kıbrıs’a ayak basıyorum, Kıbrıs Türk Federe Devleti’nde (KTFD) 28 Haziran 1981 tarihinde düzenlenen başkanlık ve meclis seçimlerini izlemek üzere. KKTC’nin ilanına daha zaman var. Ankara’dan KTFD’ye her gün doğrudan uçuş olmadığı için önce Adana’ya uçuyor, bir akşam Adana’da kalıyor ve ertesi sabah buradan uçakla KTFD’ye intikal ediyorum.

Seçim kampanyası sırasında hem Denktaş’ın Ulusal Birlik Partisi hem de ona muhalif soldaki Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP) ile daha da solundaki Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin (CTP) mitinglerini izliyorum.

Muhalefetin mitinglerinde Kıbrıslı Türklerin kullandığı, ilk kez duyduğum bir siyasi sloganla karşılaşıyorum: “UBP tumba”... Rakibi tepetaklak etmek anlamında aslında bir denizcilik tabiri olan “tumba etmek” fiili kullanılıyor.

Gündüz mitinglerde “tumba” sloganlarını dinledikten sonra bir şey dikkatimi çekiyor. Akşamları hazır bulunduğum yemekli sohbetlerde, gündüz aralarında kıyasıya rekabet eden UBP’lilerle karşı çizgideki TKP ya da CTP’lilerin, hiçbir şey olmamışçasına aynı masada oturup gülüp eğlenerek, şakalaşarak sohbet etmelerine tanıklık ediyorum.

Ve Türkiye’den gelen biri olarak bu duruma şaşırıyorum o zaman.

Şaşırıyorum, çünkü Türkiye’de genelde siyasete hâkim olan gerilim ve çatışma kültüründen sonra Kıbrıs’ta karşıma çıkan tablo beni bambaşka bir dünyaya taşıyor.

*

Bu farklılığın kökenleri, nedenleri üzerine, ada kültürünün etkisi de dahil olmak üzere çok şey yazılıp söylenebilir. Ancak temel bir tespitten yola çıkarsam, Kıbrıslı Türkler arasında “anavatan”dan çok farklı bir iklimi yansıtan, insani ilişkilerin siyasi görüş ayrılıklarının üstüne çıktığı, çatışmadan beslenmeyen mutedil bir siyasi kültürün varlığı beni hep etkilemiştir.

Kıbrıs Türk Toplumu’nun aslında en önemli kozunun canlı, güçlü bir demokrasi geleneğini 1974’den bu yana istikrarlı bir şekilde sürdürmüş olmasına karşılık, nedense bunun Batı demokrasilerine bir türlü anlatılamamasına hep hayıflanmışımdır.

Demokratik kurumların yanı sıra, birbirine tahammül, siyasi rekabetle birlikte diyalogun, dostane ilişkilerin sürdürülebilmesi, köprülerin atılmaması sağlıklı bir demokrasi için ne kadar kuvvetli hasletler...

Bu arada, tam 41 yıl sonra Kıbrıs’ta benzer bir tabloyu karşımda bulunca yine şaşırmayayım mı?

Yazarın Tüm Yazıları