2021’DEN 2022’YE TÜRK DIŞ POLİTİKASI (6) - Batı ile ilişkiler rayına oturmayınca...

Bundan önceki yıl sonu yazılarımda ABD, AB, bölge ülkeleri, Suriye ve Rusya ile ilişkiler üzerinden Türkiye’nin dış ilişkilerinin 2021’deki seyri ve 2022’ye dönük görünümünü kesitler halinde değerlendirdim. Bugün topluca nihai bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Haberin Devamı

Bundan önceki yıllarda yaptığım benzer analizler, ana yöneliş olarak Türkiye’nin son dönemde bölgesel askeri aktivizminin artmasının dış ilişkilerine taşıdığı sonuçlara da odaklanıyordu. Türkiye’nin askeri gücünü devreye sokmaktan kaçınmayan aktivizmi 2016-2019 arasında iyice kuvveden fiile çıkmış, özellikle 2020 yılı bu politikanın Doğu Akdeniz’e, Libya’ya ve Kafkasya’ya kadar taşındığı bir dönem olmuştu.

Yabancı yorumcuların da o dönemde üzerinde birleştikleri bir görüş, Türkiye’nin yakın çevresinde gördüğü bütün jeopolitik boşlukları doldurduğu, bunun için Batılı ülkelerle, Rusya ile, bölgesel aktörlerle rekabete, çatışmaya girmekten çekinmediği yolundaydı.

Geçen ekim ayında kaybettiğimiz Türkiye’nin dış politika yazarlarının duayeni Sami Kohen’in bakışıyla, 2020 Türkiye için bir “yayılma yı” olmuştu. Kohen, Türkiye’nin dış politikasında faaliyet ve nüfuz alanını bölgesel ve küresel çapta genişlettiğini belirterek, bu durumu 2020’de politikanın “en kalıcı, en belirgin özelliği” olarak gösteriyordu Milliyet’teki 29 Aralık 2020 tarihli yazısında.

Haberin Devamı

2020 sonunda dikkat çektiğimiz bir olgu, bu yöneliş sonucu Türkiye’nin uluslararası alandaki algısının artan ölçüde “sert güç” kimliği üzerinden tanımlanmaya başlamasıydı. Gördüğümüz bir sakınca, bu durumun Türkiye’nin elindeki diplomasi imkânlarının ve aynı zamanda görece “yumuşak gücü”nün ikinci plana düşmesi riskini doğurmasıydı.

DOĞU AKDENİZ’DE KURULAN İTTİFAK

Geride bıraktığımız 2021 yılı, genel hatlarıyla bu “yayılma”nın ardından yapılan bir muhasebenin ışığında diplomasi alanında bazı ayarlamaların devreye sokulması çabasına sahne olmasıyla hatırlanacaktır muhtemelen. Bu muhasebe şu nedenle gerekli olmuştur:

Şurası bir gerçek ki, Türkiye bütün jeopolitik boşlukları etkili bir şekilde doldururken, kendisine karşı büyük bir jeopolitik ittifak da vücut bulmuştur. Doğu Akdeniz’de Mısır, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bir araya gelip, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni, ayrıca başta Fransa olmak üzere bir dizi Batılı aktörü de aralarına almaları üzerinden bir çevreleme harekâtı adım adım ilerlemiştir. Bu gelişmenin önemli bir sonucu, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kurulmakta olan enerji denkleminden dışlanması olmuştur.

Haberin Devamı

Bu arada, Fransa ile Yunanistan arasında NATO Antlaşması açısından da tartışma yaratan, “Stratejik Ortaklık Anlaşması”nın imzalanması, ayrıca ABD ile Yunanistan arasındaki yeni bir savunma anlaşmasıyla askeri alanda belirgin bir şekilde sıçrama yapan yakınlaşma süreci, Türkiye açısından kendi coğrafyasındaki yeni güvenlik ortamında hesaba katılması gereken ciddi gelişmelerdir.

2021, Türkiye cephesinde bu ittifakı çözme yönünde adımların atılmaya başlandığı bir dönem olarak görülebilir. Ancak buradaki sürecin bütün hedef ülkelerle  çok süratli bir şekilde ilerlemediği de bir vakadır. Yine de diyalog imkânlarının daha çok seferber edildiğini, dış politika söyleminde en azından şimdilik daha az çatışmacı bir çizginin yerleşmekte olduğunu söyleyebiliriz.

Haberin Devamı

Yılın sonuna doğru kayda geçen sürpriz bir gelişme, Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerde ortaya çıkan normalleşme adımlarıdır. Burada Azerbaycan’ın 2020 yılında Türkiye’nin desteğiyle Ermenistan’ın Karabağ’daki işgaline önemli ölçüde son vermiş olmasının rolü yadsınamaz. Bu askeri başarı sahada sergilenmemiş olsaydı, normalleşme hamlelerinin önü de açılmayacaktı.

NORMALLEŞME HEDEFİ BATI’YA YÖNELMİYOR

Burada dikkat çekici bir noktayı vurgulamalıyız. Türkiye, ilişkilerinin yakın zamana kadar kötü seyrettiği Mısır gibi bir dizi bölge ülkesi ile normalleşme yönünde ciddi açılımlar yapıyor. İlginçtir ki, Türkiye’nin dış politikadaki normalleşme çabaları, öncelikli olarak daha çok bölgedeki aktörlerle sınırlı kalıyor. Daha geniş bir ölçekte dış politikanın bütünü, örneğin Batı dünyasıyla ilişkilerin rayına oturtulması gibi bir perspektif içermiyor.

Haberin Devamı

2021’nin dış politikada önemli bir yönü, hem ABD hem de AB ile ilişkilerin büyük ölçüde yerinde sayması, her iki cephedede artık kronik hale gelen sorunların çözümünde bir ilerleme sağlanamamış olmasıdır.

Göz ardı edilen kritik bir nokta, Türkiye’nin dış ilişkilerine bütünlük içinde bakılması ihtiyacıdır. Genel bir ilke olarak belirtelim ki, Türkiye, Batı ile ilişkileri güçlü olduğu oranda diğer cephelerde de güçlü bir zeminde yol alacaktır. Örneğin, ABD ve AB ile bağları kuvvetli olan bir Türkiye’nin bölge ülkeleri karşısındaki ağırlığı da buna göre çok daha farklı olacaktır. Gelgelelim Batı ile ilişkileri sıkıntılı seyreden, Batı’dan uzaklaşan bir Türkiye’nin başka aktörler karşısında masada eli göreceli olarak zayıflayacaktır.

Haberin Devamı

Özetle, Batı ile ilişkiler rayına oturtulamadığı sürece dış politikanın bütününde arzulanan dengenin tutturabilmesi kolay değildir.

AVRUPA İLE İLİŞKİLER VE YUMUŞAK GÜÇ FAKTÖRÜ

Kuşkusuz, Batı ile ilişkilerin istenildiği gibi gitmemesinin, hem Batı’dan hem de Türkiye’den kaynaklanan pek çok nedeni var. Ama kabul edelim ki, Türkiye’nin de kendi üstüne düşen sorumluluklar alanında bazı özlü adımlar atmaya başlaması, örneğin insan hakları, hukuk alanında bazı olumlu gelişmelerin sağlanması, en azından Batı ile içine girilen kilitlenme halini belli ölçülerde çözmeye, mevcut olumsuz havayı dağıtmaya yardımcı olabilirdi.

Oysa 2021 yılını geride bıraktığımızda tam tersine bir yöneliş görüyoruz. Türkiye’nin Avrupa ile bağlarında değerler boyutundaki en önemli kurum olan Avrupa Konseyi’nde Osman Kavala ile ilgili AİHM kararı uygulanmadığı için “ihlal prosedürü”nün başlatılmış olması bu bakımdan kaygı vericidir. Avrupa ile ilişkilerin düzelmesi bir yana, Avrupa Konseyi ile ilişkilerde yaptırımların önünü açabilecek bir süreç için düğmeye basılmış bulunuyor.

Bu gibi gelişmeler düşündürücü bir tabloyu önümüze koyuyor. Türkiye’nin Avrupa perspektifinin güçlü olması, geçmişte bölge karşısındaki konumunu, duruşunu da kuvvetlendiriyordu. Türkiye, bir dönem bütün bölge ülkelerinin karşısına AB’ye tam üyelik adaylığından da destek alan “yumuşak gücü” ile çıkarken, bunun kendisine kazandırdığı etkiyi, nüfuzu, bir çekim merkezi kimliğiyle çevresindeki geniş bir coğrafyaya yayabilmekteydi. Bugün böyle bir durumdan söz edebilmek mümkün değil.

Türkiye’nin “sert gücü” kullanmaya yönelmesinin kazanımları ve aynı zamanda tetiklediği sonuçları değerlendirirken “yumuşak güç”ün önemini de akıldan çıkarmamak gerekiyor. En doğrusu, herhalde Türkiye’nin etkili bir diplomasiyle birlikte her ikisinin makul bir dengesini bulması olacaktır.

Yazarın Tüm Yazıları