Biraz nostalji, biraz da umut

Ağaçlar çiçeklenip doğa uyandıkça tabiat ana bize ‘her şeyin yoluna gireceğini’ fısıldıyor sanki. Hazır bayram tatili de yaklaşırken genişletilmiş ‘Kanatlarımda İstanbul’ kitabımın yeni baskısından Burgaz ve Kınalıada’yı seçtim sizin için. Eğer İstanbul civarındaysanız, güneşli günlere en yakışan bu iki adresi gezmenizi öneriyorum...

Haberin Devamı

Diğer adalar kadar isimleri anılmaz ama Burgaz ve Kınalıada’nın sevenleri asla vazgeçemez onlardan. Siz de mimozaların sahneyi morsalkımlarla erguvanlara bıraktığı bugünlerde atlayın bir vapura, Marmara Denizi’nin hafif esintisiyle yol alın. Geçmişin özlemiyle baharın umudunu harmanlayan adaların sokaklarında kaybolun.

İstanbul’a en yakın ada

Kınalıada’ya ayak basarsınız ve Sirakyan İkiz Evleri zarif bir şekilde size ‘Hoşgeldiniz’ der. 1900’lü yılların başında yapılan üç katlı bu ahşap köşklerin selamını alıp simetri harikası mimarisinin etkisine girersiniz. Diğer “merhaba” da Taş Köşk’ten gelir. Bu iki yapının güzelliğine hayran kalarak yürümeye başlarsınız. Kınalıada, 1.5 kilometrekarelik alanıyla Prens Adaları’nın en küçüklerinden biri ve karaya en yakın olanı. Tam da bu yüzden geçmişte sıkça sürgün yeri olarak kullanılmış. Adını da demir ve bakır madenlerinin etkisiyle kızıla çalan toprağından almış. Yarım saatte tamamlayabileceğiniz ada turunuzda, manzaraya nazır keyif yapmak için 115 metre rakımdaki Çınar Tepesi’ni, ondan 5 metre daha aşağıda kalan Teşrifiye Tepesi’ni ve 93 metrelik Manastır Tepesi’ni tercih edebilirsiniz. Kınalıada’ya ilk olarak 19’uncu yüzyıl başlarında İstanbullu Ermeniler yerleşmiş.
Biraz nostalji, biraz da umut
Aya Yani Kilisesi

İlk vapur seferi 1846’da başlamış. Prens Adaları içindeki tek Ermeni kilisesi burada; Surp Krikor Lusavoriç. Temeli 1854’te atılmış, üç yıl sonra da ibadete açılmış. Adanın tek manastırı ise bulunduğu tepeye adını veren Hristos (İsa) Rum Manastırı. Türkiye’de göreceğiniz en özgün camilerden biri de Kınalıada’da. 1964’te ibadete açılan camide geçmiş yapıları taklit eden bir mimari anlayış değil, çağa uygun başarılı bir çizgi var. Bahçesinde bir köşede duran mermerlerin hikâyesiyse ilginç. Karaköy’deki, Osmanlı’dan yadigâr cami, 1950’lerde sökülüp Kınalıada’da yeniden inşa edilmek üzere yola çıkmış ama gemi adaya varamadan yan yatınca tüm taşlar Marmara sularını boylamış. Geriye kalanlardan biri avluda sergileniyor, diğeri modern caminin inşasında kullanılmış.

'Pyrgos' Burgaz olmuş

Burgazada, çam ormanları ve zarif ahşap köşklerin yükseldiği sokaklarıyla, Prens Adaları’nın listesinde yüzölçümü açısından üçüncü sırada. Geçmişte farklı adlarla anılmış. Bir dönem Antigoni, bir dönem ‘güvenli liman’ anlamında Panormos denmiş. Osmanlı’nın fethinden önceki adı da Yunanca ‘kale, burç’ anlamlarına gelen Pyrgos’muş. Biz onu Burgaz yapmışız. “Kalesi deniz kıyısında yalçın kayalar üzerinde dört köşe küçük bir kaledir. Ada 10 mil genişlikte ve oldukça verimlidir. 300 kadar bahçeli tatlı suyu olan kuyulu evleri vardır. Halkı Rumdur. Mamur kiliseleri vardır. Keçi ve tavşan gayet boldur. Dağlardaki bağların hesabı yoktur. Halkı zengin gemicilerdir.”

Evliya Çelebi böyle anlatmış meşhur ‘Seyahatname’sinde Burgazada’yı. Adanın en güzel evlerini görmek için Gezinti, Gönüllü ve Mehtap caddelerini adımlayın. 600 yıllık çınarını ziyaret edip doğanın gücüne bir selam verin. Adadaki en önemli tarihi yapı 800’lerin ilk yarısında inşa edilen Aya Yani Kilisesi. Adaya sürgüne gönderilen Aziz Methodius tarafından yapılmış, maalesef orijinal halini koruyamamış, çok kez onarımdan geçmiş. 19’uncu yüzyıldan günümüze ulaşan iki yapıdan biri, 1999 depreminde hasar görüp 2005’te onarılan Rum Ortodoks Aya Yorgi Garipi Kilisesi, diğeri de ince işçiliğiyle etkileyen Metamorfoz Manastırı. Prens Adaları’nın edebiyatla haşır neşirliği, ilham veren güzelliğinden olsa gerek... Büyükada’yı Reşat Nuri Güntekin, Heybeli’yi Hüseyin Rahmi Gürpınar, Burgaz’ı da Sait Faik Abasıyanık olmadan anmak mümkün değil. Unvanı ‘Adalı’ olan Sait Faik yıllarca ailesine ait Spanudis Köşkü’nde yaşamış. Önceleri sadece yazları burada konaklarken 1945’te siroz teşhisi konmasıyla adada daha çok vakit geçirmeye başlamış. 1954’te yaşama veda edene kadar yaşadığı köşk bugün Darrüşafaka Cemiyeti’ne ait ve müze olarak ziyarete açık.

İmparatorluk sürgünleri

Kulağa pek romantik gelen Prens Adaları isminin ardında aslında acı dolu sürgün hikâyeleri var. Prenslerden rahiplere, saray soylularından hükümdarlara kadar sayısız kişinin kör edilerek gönderildiği yer olmuş bu adalar. Keşiş Adaları, Ruh Adaları, Cin Adaları adlarıyla da anılmışlar. Kınalıada’ya sürgüne gönderilenlerin arasında en meşhuru, Alparslan’ın 1071’de Malazgirt’te yendiği ve gönderildiği adada gözlerine mil çekerek cezalandırılan Romanos Diogenes.

Yazarın Tüm Yazıları