Sayısız kez ziyaret ettiğim ancak hiç bıkmadığım bir şehir Venedik. Bu sene, Lexus’un yıllardır sponsoru olduğu Venedik Film Festivali zamanında bu güzel şehri deneyimleme şansım oldu. Hem dünyanın en eski film festivaline katılmak hem de kırmızı halıda, oyunculuklarıyla takdir kazanan Melisa Sezen ve Salih Bademci ile yürümek unutulmaz bir anıydı. 1932’den beri gerçekleşen Venedik Film Festivali dünyanın en önemli film festivallerinden biri. Bu ayrıcalıklı etkinliğe ev sahipliği yapan Venedik’i birlikte keşfedelim.
2 bin değerli taşla süslü
170 kanal ve 400 köprülü Venedik’in başrol oyuncusu Büyük Kanal (Canal Grande). Bir lagünün içindeki 118 adacıktan oluşan ve anakaraya dar bir yolla bağlanan Venedik, zamanında dünyanın en büyük ticaret devlerindendi. Napolyon zamanında gücünü yitirince, turizmin nimetlerinden istifade etmeye başlamış. Eskiden soyluların geçtiği yollar, bugün turistlerin tekelinde.
Büyük Kanal’ın üzerinde farklı dönemlerde inşa edilmiş 4 köprü var: Scalzi, Rialto, Accademia ve en yenisi Calatrava. Rialto Köprüsü Venedik’in tanıtımında en fazla kullanılan eserlerden biri ve en eskisi. Üzerinde yüzlerce yıllık hikâyeler yüzdüren Büyük Kanal’a bakan saray ve evler romanesk, gotik ve Rönesans dönemlerinin mimari izlerini taşıyor. 15’inci yüzyıl sarayı Ca’ d’Oro, klasik mimarisiyle Pesaro Sarayı ile Venedik Cumhuriyeti’nin düşüşünden hemen önce yapılan ve aristokrat bir aileye ait son yapı olan Grassi Sarayı, Büyük Kanal boyunca en dikkat çeken yapılar. Bunları en rahat görme yolu da bir gondol gezisi.
Alt kısmı düz olan bu kayık, babadan oğula mesleklerini devreden gondolcular tarafından ayakta kullanılıyor. 1562 tarihli bir kanunla tüm gondolların siyaha boyanması zorunlu. 13’üncü yüzyıldan beri, her eylül ayının ilk pazarı Büyük Kanal’da Tarihi Su Karnavalı yapılıyor ve gondolcular becerilerini sergiliyorlar.
Kanallardaki gezintiden sonra ‘Venedik’in kalbi’ diyebileceğimiz San Marco Meydanı’na geçin ve vaktiniz varsa oturup meydanı hissedin. Venedikliler, 9’uncu yüzyılda şehrin azizi olan San Marco’nun kemiklerini İskenderiye’den getirtmiş ve meydana onun adını vermişler. Meydandaki çan kulesinin yüksekliği neredeyse 99 metre. Geçmişte mahkûmları bu kulenin tepesinden atarlarmış. Söylenene göre açık bir havada kulenin tepesinden Hırvatistan’ı hatta Alp Dağları’nı görmek mümkünmüş. Meydanı çevreleyen binalarda kafeler ve pahalı dükkânlar var.
Venedik’in günümüze orijinal haliyle ulaşabilen en eski yapısı olan San Marco Bazilikası ise meydanı bir kral tacı zarafetiyle süslüyor. Bazilika, 11’inci yüzyılda hemen yandaki Dükler Sarayı’na bağlı olarak inşa edilmiş. Kilisede altarın arkasındaki Pala d’Oro (Altın Sunak) dedikleri parça İstanbul’daki sanatçılar tarafından 976’da yapılmış ve 2 bin civarında değerli taşla süslü. Bizans ve Rönesans mozaiklerinin güzel örnekleriyle dolu kilisenin üzerinde, 1204 Haçlı yağmasında İstanbul’dan götürülen dört bronz atın (Quadriga) kopyasını görebilirsiniz. Orijinalleri Marciano Müzesi’nde.
İzmir’de sizi sanat karşılar
Sarı yaz denizsiz olmaz diyenler için rotamız İzmir’den başlayabilir. İzmir’deyse muhakkak Arkas Sanat’a uğramanızı öneririm. 1780’lerden kalma Mattheys Köşkü, 5 yıl süren restorasyonun ardından müzeye dönüştürüldü. Arkas ailesinin öncülüğünde gerçekleşen projeyi özel kılan sadece tarihi değeri değil; manevi önemi de var. Çünkü hem Atatürk’ü misafir etmiş hem de işgal günlerinde ülkemizin kaderi bu evde konuşulmuş. Arkas Halı Koleksiyonu’ndan seçilen, Batı ve Orta Anadolu’da 16 ile 19’uncu yüzyıllar arasında dokunmuş 75 adet klasik dönem Anadolu halısı da müzede sergileniyor. Harika bahçesinde Bornova’nın zamana dayanıp ayakta kalabilen 9 köşkünün minyatürlerini görmeyi ihmal etmeyin.
Merkezde değil Çeşme’de konaklayacaksanız Ilıca’daki Rasim Palas’a uğrayın. Rasim Lenger tarafından 1924’te otel olarak açılmış ve 1999’a kadar misafirlerini ağırlamış. Atatürk, 1926’daki suikast girişiminin ardından bu otele gidip 8 gün kalmış. Tekrar kapılarını açan otelin dekorasyonunda geçmişle uyum, şık bir biçimde yakalanmış. Sahile nazır otelin bahçesindeki deniz ürünleri ağırlıklı restoranı çok keyifli.
Çeşme yerine tercihiniz Alaçatı ise bir aile işletmesi olan Nefes Otel, merkezden uzakta sakin bir adres. Binalar yeni ama Alaçatı’daki eski Rum evlerinden çıkan taşlar kullanılarak yapılmış. 4 binada 25 odaları var. Otelin lezzet durağıysa bahçesindeki Alesta Restoran.
Alaçatı’yı Alaçatı yapan isimlerden biri olan Leyla Figen’in geçmişte misafirlerini özenle ağırladığı evi de çok güzel bir otele dönüştürüldü. Alaçatı’nın en yeni adreslerinden biri olan KestelINN tasarımıyla, sanata verdiği değerle ve mutfağıyla öne çıkıyor. Henüz çok yeni ama artık burası benim için Alaçatı’nın gizli vahası. Arkasındaki imza, ülkemizin değerli işinsanlarından Işınsu Kestelli’ye ait, mimarıysa Hakan Ezer. Yılın 12 ayı açık. KestelINN’de kalmasanız da ödüllü şef Beste Bağlayan’ın yönetimindeki restoranı deneyimlemenizi tavsiye ederim.
İzmir’den güneye doğru inelim ve denizin de en güzel zamanlarını yaşayalım diyenlere Kesre Koyu’ndaki 160 bin metrekarelik alanda, çam ve palmiye ağaçları arasında 2017’den beri açık olan Club Marvy’yi öneriyorum. Kesre’nin 180 derecelik deniz manzarasına sahip Mar SPA ve deniz üzerindeki kabanalarda hizmet veren Mar SPA Adult Beach’in modern SPA terapileri bedeninizi ve ruhunuzu arındırıyor. Michelin yıldızlı şef Cristina Bowerman’a ait restoranların bir şubesi de Club Marvy’de. İzmir Havalimanı’na 50 dakika uzaklıktaki tesisten yarım saat içinde Efes Antik Kenti’ne ulaşıyorsunuz.
Bağlarla dağlar arasında
Sonbahar sarı yaz olduğu kadar aynı zamanda bağbozumu zamanı demek. Bu sebeple sarı yaz önerilerime Gelibolu Yarımadası’ndaki Caeli’yi de ekledim. Burası sadece gusto sahibi bir otel değil; yerli ve yabancı sanatçıların eserleriyle dolu bir sanat galerisi, gelişmiş damak zevklerine hitap ediyor. Otelin kendine ait mahzeni var ve ne zaman giderseniz açık; düzenlenen özel turlarla burayı ziyaret edebiliyorsunuz.
Yaz başında Akdeniz’den başladığımız, Güney Ege’yle sürdürdüğümüz turumuza şimdi Kuzey Ege’nin en güzel köşeleriyle devam ediyoruz. Ayvalık’ın sokaklarında kaybolmak, Şeytan Sofrası’nın muhteşem manzarasını izlemek, Cunda’da masmavi denizin tadını çıkarmak, Kaz Dağları’na çıkıp bol oksijenli havayı ciğerlerinize Yaz başında Akdeniz’den başladığımız, Güney Ege’yle sürdürdüğümüz turumuza şimdi Kuzey Ege’nin en güzel köşeleriyle devam ediyoruz. Ayvalık’ın sokaklarında kaybolmak, Şeytan Sofrası’nın muhteşem manzarasını izlemek, Cunda’da masmavi denizin tadını çıkarmak, Kaz Dağları’na çıkıp bol oksijenli havayı ciğerlerinize çekmek, Bozcaada’da güneşi batırmak, Troya’nın izlerini takip etmek ve Çanakkale’deki şehitlerimize bir selam durmak yapılacaklar listenizde mutlaka olsun.
Göç hikâyeleri
AYVALIK
Balıkesir’in en gözde ilçesi Ayvalık’ta mübadele sonrasının izlerini sokaklarında, insanlarında, en çok da mutfağında hissediyorsunuz. Geçmişin alışkanlıkları da devam ediyor. Mübadeleyle Midilli’den gelenlere ‘Adalı’, Girit’ten gelenlere de ‘Gritikos’ deniyor. Kuzey Ege turunuza başladığınızda Ayvalık’ın sürprizlerle dolu sokaklarında kaybolmanızı tavsiye ederim. Kiliseden çevrilen Saatli Camisi’ni, 1970’ten beri kurulan perşembe ve bitpazarlarını listenize eklemeyi unutmayın. İlçede çok sayıda plaj var ama en ünlüsü Sarımsaklı. Gündüz denizin tadını çıkarıp akşam güneşini muhteşem bir manzaraya karşı batırmak isterseniz adresiniz Şeytan Sofrası olsun. Çıkacağınız tepede Ayvalık adaları, Midilli ve güzel bir esinti bekliyor sizi. Her yanına kurdelelerin bağlandığı, bir tel kafesin içinde devasa bir ayak izi göreceksiniz. Rivayete göre buraya adını veren şeytanın ayak izi bu. Popüler bir mekân olduğu için kalabalık olan Şeytan Sofrası yerine günbatımı için biraz daha sakin iki önerim daha var: Tavşan Kulakları Tepesi ve Cennet Tepesi.Ayvalık demek zeytinyağı ve onun tatlandırdığı muhteşem yemekler demek. Ünü ülke çapına yayılan zeytinyağlarını coğrafyasına borçlu. Kaz Dağları’nın bol oksijenini bereketli topraklarla buluşturan rüzgârlar sayesinde, zeytin ağaçları o kendine has aromasını kazanıyor. Mutlaka yerel üreticinin zeytinlerini ve zeytinyağlarını tadın ve sevdiklerinize de alın.
Mis kokulu ada
CUNDA
Ayvalık’a bağlı irili ufaklı 22 adadan yerleşime tek açık olan Cunda. 1973’te korumaya alındı. Türkiye’nin sit alanı ilan edilen ilk kasabası olma özelliğine sahip. Adaya giderken üzerinden geçtiğiniz köprünün Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü olduğunu hatırlatayım.İstanbul’daki Boğaz Köprüsü’nden 9 sene önce yapıldı. Ayvalık ile Cunda arasındaki Lale Adası’nı Cunda’ya bağlıyor. Herodot, Cunda’dan MÖ 459’da ‘Ekatonisos’ adıyla bahsetmiş. Sonraları adanın zengin florasına atıfla ‘mis kokulu’ anlamında Moshonisia denmiş. Piri Reis ise Yunt Adaları içinde söz etmiş. Bugünkü adı Cunda ise ‘yelken açmak’ anlamına gelen İtalyanca kökenli bir denizcilik terimi. Resmi adı da Alibey Adası. Kurtuluş Savaşı’nda Yunan birliklerine karşı silahlı mücadeleye başlayan ilk birliğin komutanı Yarbay Ali Çetinkaya’dan geliyor.Cunda’nın bohem tarzdaki sokaklarında kaybolurken zamanın durduğunu hissedersiniz. Adada koruma altında 2 bine yakın tarihi ev var. Ayvalık’tan çıkarılan lav birikintisiyle oluşan dünyaca ünlü sarımsak taşı, bu evlerin ana malzemesi. Adadaki turunuzu tamamlamak için Tarihi Taş Kahve’ye mutlaka uğrayın. Lokma ve sakızlı kurabiye yemeden dönmeyin. Deniz keyfini de unutmayalım. Adanın en güzel plajları Çataltepe, Pateriça, Duba, Cunda ve Arkadeniz. Adanın merkezinde 1873’te yapılan Rum Ortodoks Kilisesi, o yıllarda adada yaşayan yaklaşık 10 bin kişilik cemaate hizmet vermiş. Bu neoklasik yapı, önce camiye çevrilmiş. 1944’te depremle hasar görünce terk edilmiş. Uzun yıllar bakımsızlıktan harabeye dönen yapının kaderi Koç grubunun dokunuşuyla değişti. Tam iki yıl süren başarılı bir restorasyonun ardından Ankara ve İstanbul’daki Rahmi Koç müzelerinin minyatürü sayılabilecek bir koleksiyonla Mayıs 2014’te açıldı.
atile çıkmak için fırsat yakaladığımız anda birçoğumuz soluğu Ege’nin en güzel sahillerinde alıyoruz çünkü burada gezip görülecek birçok eşsiz koy ve körfez var. İlk durağımız Muğla ülkemizin cennet köşelerinden biri.
Ege’nin incisi İzmir de yazın bir başka güzel. Şimdi sahil boyu ilerleyelim ve turizmin en gözde adreslerine göz atalım…
Çam kokulu Marmaris
Marmaris geniş bir coğrafya. Issız koylar olduğu gibi merkezlere erişimin kolaylıkla sağlandığı Hisarönü gibi koyları da tercih edebilirsiniz. Marmaris-Datça Karayolu üzerinde olduğundan civarı keşfetmek için güzel bir seçenek Hisarönü. Biraz ileride, fırtınalı havalarda teknelerin sığındığı doğal liman olan Selimiye ise yıllardır şehrin koşturmacasından kaçanların sığınağı. Yola devam ederseniz Bozburun’da günbatımına karşı güzel bir balık yemenizi öneririm.
◊ Doğanın içinde, bir kartal yuvası gibi yüksek bir noktaya konumlanan Dionysos’un birbirinden bağımsız 43 taş evi var.
◊ Tatilden beklentiniz her şeye biraz uzaktan bakmaksa önereceğim ikinci adres Cook’s Club Adakoy. Marmaris Körfezi’nin güneyindeki Adaköy Yarımadası’ndaki otelde şehrin ışıkları size uzaktan göz kırparken çam ormanlarıyla kaplı özel bir dünyanın tadını çıkarabilirsiniz.
BOĞAZ’IN TADINI ÇIKARMAK İÇİNThe Stay Bosphorus
Boğaz’da hem düğün mekânı hem de sonrasında konaklamak için tercih edebileceğiniz çok güzel seçenekler var. Benim tercihlerim Kanlıca’daki A’jia Hotel (@ajiahotelofficial), Çengelköy’deki Sumahan On The Water (@sumahanonthewater) ve Ortaköy’deki The Stay Bosphorus (@thestaybosphorus).
İSTANBUL’A YAKINLARDAN
Orman havasını soluyarak golf, tenis ve binicilik yapabileceğiniz, şehrin uzakta bir silüet olarak göründüğü Kemer Country Hotel (@kemercountryhotelistanbul) hem bedeninize hem de ruhunuza iyi gelecek.Casa Lavanda
Casa Lavanda (@casalavanda) Şile’de doğanın içinde büyülü atmosferi ve ayrıcalıklı mutfağıyla misafirlerini sakinlikle karşılıyor.Parma Sole
Parma Sole (@parmasole) her mevsime güneş gibi doğacak rafineliği, Parma tarzına gönül verişi ve mutfağıyla adını yansıtıyor.NG Enjoy
Orman yürüyüşleriyle ve SPA merkezinde rahatlamayı seven çiftlere Sapanca’da, doğanın hep başrolde olduğu iki büyük otel önerim var: NG Enjoy (@ngsapancaenjoy) ve Elite World (@eliteworldsapanca).
Karamürsel’deki Blue Pier Hotel (@bluepierhotel) İzmit Körfezi’nin dingin manzarasına karşı bütçe dostu bir seçenek.
Tarih boyunca hep önemli bir yere sahip olan Edirne’nin geçmişi çok eskilere dayanıyor. Şehir ilk çağlarda Orta Asya’dan göç edip buraya yerleşen Traklar tarafından kurulmuş. Adına da Uskudama denmiş. MS 124’te Trakya’yı gezen Roma İmparatoru Hadrian, Edirne’ye kendi adını verip ‘Hadrianapolis’ demiş; zaman içinde bu isim Edirne’ye dönüşmüş. Yüzyıllar boyunca birkaç kez el değiştirdikten sonra 1361’de Sultan 1. Murat tarafından fethedilerek Osmanlı İmparatorluğu’nun taht şehri olmuş. Osmanlı’da Der-i Saadet (Mutluluk Kapısı) adıyla anılmış. 1829’da ve 1877-78’de Rusların, 1913’te Bulgarların, 1. Dünya Savaşı’ndan sonraysa Yunanların yönetiminde kalmış. Lozan Antlaşması sayesinde Türkiye’nin sınırlarına dahil olmuş. Bu geri dönüşün anısına yapılan Karaağaç’taki Lozan Anıtı şehrin hafızasında önemli bir yere sahip.
Sinan’ın ustalık eseri Edirne’de ilk adımınızı Selimiye Camisi’ne atmalısınız. Mimar Sinan’ın ‘ustalık eseri’ olan Selimiye, Edirne’nin simgesi. Tarihi bir meydanın ortasındaki caminin hemen arkasında Sultan Selim Saray Hamamı’nın kalıntıları ve küçük bir parkta bir araya toplanan eski Osmanlı mezar taşlarından oluşan koleksiyon var. 3. Murat’ın, camiye gelir sağlamak için Mimar Davut Ağa’ya yaptırdığı Selimiye Arastası’ysa turistik ürünler satan mağazalara teslim... Selimiye Camisi 2011’den beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde.Eski Cami’deki hat çalışmaları hafızanıza kazınacak.
Selimiye’nin karşısındaki Eski Cami ise Osmanlı’dan günümüze ulaşan en eski mimari eserlerden biri. Yapımı 11 yıl sürmüş; 1411’de bitirilmiş. Konyalı Hacı Alâeddin ve kalfası Ömer’in elinden çıkan caminin dokuz kubbesi var. İç ve dış mekânda karşılaşacağınız hat çalışmaları hafızanızda kalacak detaylardan. Anadolu erenlerinden Hacı Bayram Veli’nin bu camide vaaz verdiği söyleniyor. Hacı Bayram Veli’ye hürmeten vaaz kürsüsü caminin imamları tarafından kullanılmıyor.
Şehrin bir başka mimari hazinesi Üç Şerefeli Cami ise bu iki esere oldukça yakın. Adını her biri farklı tarzda inşa edilmiş üç şerefesinden alan ve 1447’de Sultan 2. Murat tarafından yaptırılan Üç Şerefeli Cami ile içindeki olağanüstü İznik çinileriyle dikkat çeken 1426 tarihli Muradiye Camisi’ni de gezi listenize ekleyin.
Merkezdeki bu özel camileri gördükten sonra Edirne’de padişahların saraylarını kurdukları, bugünkü adı Sarayiçi olan semte de uğrayın. Ünlü yağlı güreş müsabakaları burada yapılıyor. Edirne Rusların eline geçince, cephanelik olan Edirne Sarayı havaya uçurulmuş. Sarayı ayağa kaldırmak için bir süredir çalışmalar yürütülüyor. Yağlı güreşleri izlemeye gidenlerin oturması için yapılmış sıraların hemen yakınında Adalet Kasrı var. Kasrın önündeki iki taşa dikkat edin; biri halkın padişaha iletilmesini istediği dilekçelerin, diğeri padişahı kızdıranların kellelerinin konması için kullanılırmış.
Kentin bir diğer ilgi çekici noktası Sultan 2. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi, Avrupa Konseyi Avrupa Müze Ödülü de dahil ödülleri var. Aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde. 1488’de 4 yıl gibi kısa bir sürede inşa edilen külliye, 400 yıl boyunca şifa dağıtmış. Burada güzel kokular, su sesi ve müzikle terapiler yapılırmış.
Şehrin kozmopolit yapısında önemli yeri olan, Yahudi cemaatinin en büyük ibadethanelerinden biri de Edirne’de. Büyük Edirne Sinagogu 1905’te bir yangınla yok olmuş ve 2. Abdülhamit’in fermanıyla yeniden yapılmış. 1934 Trakya olaylarında Yahudi cemaatinin Edirne’yi terk etmesiyle boş kalan sinagog, 2015’te yeniden açıldı. Benzer bir kaderi paylaşan ve 2004’te yeniden açılan Sveti Georgi Bulgar Kilisesi’ni de gezi listenize ekleyin.
Edirne’de görmeye değer eserlerden biri 19’uncu yüzyılda, daha önceleri bir Romano-Bizans binasının olduğu yere inşa edilen Makedonya Kulesi. Selimiye Camisi’ne oldukça yakın bir noktadaki Edirne Müzesi’nde, Makedonya Kulesi kazılarından elde edilen bulgular sergileniyor. Kentte bir de Türk İslam Sanatları Müzesi var; küçük ancak çok güzel.
Cumhuriyet için önemli olduğu kadar medeniyetlere ev sahipliği yapmış, birçok kültürün canlanmasına ve yayılmasına öncülük etmiş bir kent. Defalarca farklı nedenlerle gittiğim ve her gidişimde sanki ilk kez tanışıyormuşuz gibi keşfetmeye gönüllü olduğum Hatay’ın tarihine, hoşgörü atmosferine, kozmopolit dokusuna ve eşsiz lezzetlerine hayran olmamak mümkün değil. Şehri en son 2019 senesinde ‘Ayrıcalıklı Rotalar’ çekimi için gittiğimde görmüştüm. Yaşanan deprem afetinde maalesef bölgede çok canımızı kaybettik. Acının içinden geçerken geleceği görmek zor olsa da biz geride kalanların hafızasındaki anılarından bu şehri yeniden yeşerteceğiz. Giden canlar geri gelmez ama hep birlikte, bilimin ışığında, yıkılan kentimizi küllerinden yeniden inşa etmek mümkün.
Kentin simge yapılarından
Habibi Neccar Camisi
Farklı dinlerin, mezheplerin kardeşçe yaşadığı, sokaklarında farklı dillerdeki sohbetlerin birbirine karıştığı bir şehir Hatay. Bu ayrıcalıklı dokuyu daha da anlamlı kılan simge yapılarından Habibi Neccar Camisi’nden özellikle bahsetmek istiyorum… Antakya 636’da Hz. Ömer zamanında fethedilmiş. Ardından kente bir cami yapılmış. Fakat yıllar içinde Antakya el değiştirdikçe cami de değişmiş. Bizanslılar şehri alınca kiliseye çevrilmiş, son olarak 1268’de Memlük Sultanı Baybars döneminde cami olmuş ve öyle de kalmış. Anadolu’da yapılan ilk cami olması nedeniyle Müslümanlar için kıymetli. Hz. İsa’nın havarilerine ilk inananlardan olan ve Allah’ın birliğini anlatmaya çalışırken öldürülen bir Antakyalının adını taşıması nedeniyle de Hıristiyanlar için önemli. Bunca önemi nedeniyle de depremin ardından restorasyonuna başlanan ilk tarihi eser Habibi Neccar Camisi oldu.
Rivayete göre MS 40’larda Hz. İsa’nın havarilerinden birkaçı Antakya’ya giderek halkı tektanrılı dinlerine davet etmişler. Onlara ilk inanan bu kentin yerlisi bir neccar yani marangoz Habibi Neccar olmuş. Fakat halk arasında pagan inancının birer birer terk edilmesi huzursuzluğa neden olmuş. Havarilerin vaazları rahatsızlık vermeye başlamış. Kral da halkın öfkesini dindirmek için havarileri hapse attırmış. Bunun üzerine kente yeni bir elçi; Şem’un Safa gönderilmiş. Mucizeler göstererek kralı tek tanrıya inandırmış ve havarilerin serbest bırakılmasını sağlamış. Ama halkı ikna edememiş. Şem’un Safa ve havarileri insanlar taşlayarak öldürmek istemişler. Neccar onları durdurmaya çalışınca da canından olmuş. İlahi bir mucizeyle kesilen başını eline alarak yürüdüğü anlatılanlar arasında. Bir diğer rivayetse kesilen başının, bugün adıyla anılan tepeden aşağıya doğru yuvarlandığı ve türbesinin olduğu yere kadar geldiği.
Muhteşem denizin keyfine varın
Rixos Premium Magawish Suites&Villas
Mısır
Mısır’ın en yeni otellerinden biri olan Rixos Premium Magawish Suites&Villas, 255 bin metrekare alana yayılmış. Nispeten soğuk aylarda ısıtılan tam 30 havuzu var, bazıları gerçekten çok büyük. Doğrudan havuza çıkılan odalar tatilinde rahatlığı ön planda tutanlar için çok cazip. 1 kilometrelik sahili boyunca ister muhteşem denizin keyfine varın, ister sakin yürüyüşler yapın. Otelin 5 restoranı ve 10 barı hizmetinizde. Mısır’daki bütün Rixos’larda olduğu gibi mutfağın başındaki şef bir Türk. Ekibinin elinden çıkan her şey çok lezzetli. Özellikle Lalezar Restoran, tamamen Türk şeflerin hazırladığı ve Türkiye’nin adını hakkıyla temsil eden bir menü sunuyor. Hurgada dışında Şarm El-Şeyh’te de 2 adet Rixos var. Bu otellerin yöneticisi Erkan Yıldırım ve ekibi uçaktan indiğiniz andan ülkeyi terk edene kadar her ayrıntıda size destek oluyor. Güneş burada 12 ay boyunca cömertliğini esirgemiyor. Denizin altı da muhteşem, üstü de. Su sıcaklığı 23 derecenin altına düşmüyor. Burada doğanın tadını çıkarmak için ister çölde safari ve deve turu yapın, ister tekneyle Kızıldeniz turu. Dalışa aşina değilseniz sadece şnorkelle veya alt yüzeyi cam olan teknelerle mercan kayalıklarını suya girmeden de görebilirsiniz. Eğer tarihe meraklıysanız biraz yolu göze alın ve mutlaka Luksor’daki dünyanın en büyük tapınaklar kompleksiyle Krallar Vadisi’ni ziyaret edin.
Misafirlerine otantik bir tecrübe sunuyor
Soneva Fushi
Maldivler
Sonu ve Eva Shivdasani çifti, 1995’te Soneva Fushi’yi kurarken kimselerin yaşamadığı adalarda tatil beldeleri için geçerli olacak bir tasarım planı geliştirdiklerinden habersizdiler. ‘Akıllı lüks’ ana felsefesiyle şekillenen Soneva misafirlerine otantik bir tecrübe ve mahremiyet sunuyor. Soneva Fushi, UNESCO Biyosfer Koruması altında, Baa Atolü’nde cennet misali bir ada. 68 villanın 8’i denizin üzerinde, diğerleri plajda. Plaj tarafında olan odalar bile el değmemiş ada resifine dokunma mesafesinde. Hem adadaki hem de deniz üzerindeki Out of the Blue adlı mekânda farklı mutfak seçenekleriyle toplam 11 restoran ve bar var. Tesisteki tenis kortundan faydalanabilir, dalış merkezinde denizin derinliklerini keşfedebilir, gözetleme kulesinde Satürn’ün çemberlerini gözlemleyebilir, ev yapımı çikolata ve/veya dondurma odalarında kendinizi şımartabilirsiniz.