''Bir film gibi''

DEAŞ lideri Bağdadi 27 Ekim Pazar günü sabahı ABD’nin düzenlediği bir operasyonla öldürüldü. Bunun uluslararası terörle mücadele, DEAŞ ve Suriye ile Irak’taki dengeler, hatta Ankara ile Vaşington ilişkileri açısından ne anlama geldiği geniş şekilde tartışılıyor.

Haberin Devamı

Bağdadi’nin öldürülmesiyle DEAŞ’ın ağır bir yara aldığı muhakkak. DEAŞ zaten Suriye ve Irak’ta elinde bulundurduğu tüm toprakları kaybetmiş, liderleri de kaçmak ve saklanmak zorunda kalmışlardı. Irak vatandaşı olan Bağdadi’nin saklandığı İdlib bölgesindeki Barişa kasabasında bulunması ve öldürülmesi de DEAŞ’ın Suriye ve Irak’taki etkisini önemli ölçüde kaybettiğini gösteriyor.

El Kaide lideri Bin Ladin’in 2011 yılı Mayıs ayında yine ABD’nin askeri bir operasyonu sonucu öldürülmesinden sonraki gelişmeler bize benzer çağdışı terör örgütlerinin liderlerinin öldürülmesinin yetmediğini gösteriyor. El Kaide hala Libya, Somali ve Afganistan gibi devlet otoritesinin kaybolduğu yerlerde etkili olabiliyor.

DEAŞ’ın El Kaide’nin Irak kolu olarak çıkması, daha sonra El Kaide ile bağlarını kopararak ayrı bir terör örgütü olarak çalışması da, Dünya’nın bazı bölgelerinde şartlar uygun olduğu takdirde, benzer çağdışı örgütlerle karşılaşabileceğimizi gösteriyor. Dünya’da uluslararası terörizmle mücadele konusunda ortak bir tutum, işbirliği ve anlayış olmaması da terör örgütlerinin işine yarıyor; El Kaide ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin ortaya çıkışıyla ilgili “komplo” teorilerinin yayılmasını körüklüyor.

Haberin Devamı

ABD Başkanı Trump’ın bir film gibi seyrettim dediği Bağdadi’ye yönelik askeri operasyonla ilgili fotoğraflar bize Başkan Obama zamanında Bin Ladin’e yönelik askeri operasyonu ABD üst düzey yönetiminin Beyaz Saray’da izlemelerini gösteren fotoğrafları hatırlatıyor. Bağdadi’nin öldürüldüğü askeri operasyonun azil sürecinde köşeye sıkıştırılmaya çalışılan, ABD’nin çok kutuplaştığı bir ortamda 2020 Başkanlık seçimlerini kazanmak isteyen Başkan Trump’a iç politikada önemli bir avantaj sağladığı işaret edilen diğer bir husus.

Başkan Trump’a Suriye’den çekilmek istemesinden dolayı ağır eleştiriler yönelten ve Başkan Trump’ın DEAŞ ile mücadeleye zarar verdiğini savunan çevrelerin DEAŞ elebaşısı Bağdadi’nin öldürülmesi ile biten operasyondan bir ölçüde şaşkınlığa uğradıkları izleniyor. Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Trump Yönetimi’ni operasyon hakkında kendilerinden önce Rusya’ya haber vermekle bile suçlaması Trump karşıtlarının içine düştükleri durumu açık bir şekilde gözler önüne seriyor.

Haberin Devamı

Vaşington’da ABD’nin PYD/YPG ile işbirliği içinde Suriye’de kalmasını savunan cephenin, Suriye’de son iki üç haftadan bu yana meydana gelen gelişmeleri de dikkate almadan, Bağdadi operasyonunu PYD/YPG’nin meşrulaşması yönünde kullanmaya kalkıştıkları izlenmektedir.

Başkan Trump’ın Bağdadi operasyonunu açıkladığı konuşmasında Türkiye’ye teşekkür etmesine ve iki ülke askeri ve istihbarat makamları arasında operasyon sırasında iletişim ve yardımlaşma yapıldığının çok açık olmasına rağmen Vaşington’daki PYD/YPG lobisinin, bazı Trump karşıtı basın-yayın organları yoluyla, bir süreden beri başlattıkları Türkiye aleyhtarı kampanyayı sürdürmeleri gerçekten çok ilginçtir. Bu lobinin Suriye’deki (bu ülkenin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğini hedef alan) planlarının bozulmasından büyük rahatsızlık duyduğu ve sahada ortaya çıkan yeni durumu kabul etmekte zorlandığı anlaşılmaktadır.

Haberin Devamı

ABD’de konu ile ilgili tartışmalar Suriye, Orta Doğu gibi konularda bilgi ve ilgisi az olan Amerikan halkının anlayacağı bir dille yapılmakta; Amerikan askerlerinin ülkelerine geri döndürülmesi, Hıristiyanları öldüren DEAŞ ile mücadele ve petrol kaynaklarının kontrolü ve petrol gelirlerinin elde tutulması argümanları ön plana çıkartılmaktadır.

Başkan Trump 2016 yılında Amerikan halkına verdiği seçim vaadini yerine getirerek Suriye’deki ABD askerlerini “vatanlarına geri döndürdüğü” tezini işlemekte; ABD’nin Suriye’de menfaatleri olmadığını, çarpışan taraflar arasında “polislik” vazifesi yapmasına gerek bulunmadığını savunmaktadır. Gerçek ise Suriye’den ABD’ye dönecek asker sayısının çok sınırlı olduğu, ABD’nin bırakın Dünya’da Orta Doğu’daki asker sayısının binlerle ifade edildiğidir.

Haberin Devamı

Trump karşıtı cephe ise Amerikalıları ve Hıristiyanları öldüren DEAŞ ile mücadelenin gerekli olduğunu, ABD’nin Suriye’den çekilmekle DEAŞ ile mücadeleye zarar verdiğini, PYD/YPG’nin DEAŞ ile mücadelede gerekli olduğunu ve ABD’nin yerel müttefikini tek başına bırakmamasını savunmaktadır. Gerçek ise ABD’nin Irak’a müdahalesine kadar bölgede El Kaide ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin bulunmadığı, bu örgütlerin ABD’nin Irak’ı 2003 yılında işgalinden sonra ortaya çıktığıdır.

Trump karşıtı cephe ABD’nin Türkiye’nin Azez-Cerablus-Bab bölgesinde DEAŞ’a karşı gerçekleştirdiği ilk askeri operasyona ABD’nin niye karşı çıktığını da açıklamak gereği duymamaktadır. Bu çerçevede, PYD/YPG terör örgütü ile yapılan işbirliğinin 70 yıllık bir NATO müttefikinin hayati menfaatlerini doğrudan hedef aldığı ve DEAŞ ile mücadele konusunda ABD’nin alternatiflerinin de bulunduğu Amerikan halkından saklanmaya çalışılmaktadır.

Haberin Devamı

Son dönemde gerçeklerle fazla bir ilgisi olmayan, gerçek niyetlerin ve amaçların saklandığı ABD’deki bu Suriye tartışmasına bir de Suriye’deki petrol kaynakları eklenmiştir. Petrol ve doğal gaz üretimi küçük Suriye ekonomisi ve Suriye’de çarpışan taraflar için önemlidir. Ama Dünya standartlarında Suriye çok küçük bir petrol üreticisidir ve Suriye petrol kaynakları (Suriye’deki projeleri dışında) ABD için bir önem arz etmemektedir.

Rakamlar Suriye’nin petrol üretimi ile Dünya’da sadece 60. sırada olduğunu göstermektedir. Suriye savaştan önce 2010 yılında bile Dünya petrol üretiminin ancak % 0,5’ini karşılamaktaydı. Suriye, petrol rezervleri bakımından da Dünya’da 32. sırada yer alabilmektedir. ABD işgali ve yanlış politikalarıyla istikrarsızlığa sürüklenen Irak’ta ise durum çok farklıdır. Irak, Dünya’da petrol üretim bakımından 4. petrol rezervleri bakımından ise 5. sırada bulunmaktadır.

ABD’nin Bağdadi operasyonunun nasıl yapıldığı konusunda birçok husus açıklığa kavuşmamıştır. ABD makamlarının Bağdadi’nin nerede saklandığını kimden ve nasıl öğrendikleri bilinmemektedir. Basında yer alan bilgiler ABD makamlarına Bağdadi konusundaki istihbaratın bazı DEAŞ mensuplarından geldiğine işaret etmektedir.

Unutulmaması gereken bir husus ABD’nin istihbarat örgütleri için harcadığı paranın Rusya dahil bir çok ülkenin tüm savunma bütçelerinden daha fazla olduğu gerçeğidir. ABD’nin ordusu için ayırdığı bütçeye ise Çin ve Rusya dahil hiçbir ülkenin yaklaşması bile söz konusu değildir.

ABD operasyonuna 8 helikopter ve 80 ABD özel kuvvet askeri katılmıştır. Yine basında verilen bilgiler bu helikopterlerin Irak’taki ABD üslerinden kalktığını göstermektedir. ABD’nin Kuzey Irak’ta Erbil ve Ayn Esad’da iki askeri üssü bulunmaktadır. Sekiz helikopterin Irak’tan bu iki üsten birinden geldiği düşünülmekle beraber 700 kilometre kadar mesafedeki Berişa’ya hangi güzergahtan uçtukları bilinmemektedir. Helikopterlerin evvelden bilgi vererek Türkiye hava sahasına da girdiği Başkan Trump tarafından açıklanmıştır.

ABD’nin Berişa operasyonuna ilk desteği veren ülkeler arasında Türkiye yer almıştır. Türk yetkililer operasyonu terörle mücadelede “önemli bir kazanım” olarak nitelemişler, DEAŞ’ın “sapkın ideolojisi” ile mücadelenin gerekliliğine vurgu yapmışlardır. Türkiye ile ABD’nin DEAŞ ve El Kaide gibi terör örgütleriyle mücadelede birlikte yapabilecekleri birçok şey bulunmaktadır.

Bundan önceki yazılarımda da vurguladığım gibi, Türkiye ile ABD’nin Suriye’de işbirliği yapmasının önüne 2014 yılından itibaren çıkan en büyük engel Vaşington’daki bazı çevrelerin, DEAŞ terör örgütü ile mücadele için, 70 yıllık NATO müttefiki Türkiye yerine, başka bir terör örgütünü PYD/YPG’yi “yerel ortak” olarak seçmeleri olmuştur. ABD’nin Türkiye’nin Azez-Cerablus-Bab üçgeninde DEAŞ’a karşı gerçekleştirdiği ilk askeri operasyona destek sağlamaması Ankara’da Vaşington’un PKK’nin Suriye uzantısı olan PYD/YPG ile yaptığı işbirliğinin arkasında ne yattığı konusunda olan şüpheleri arttırmıştır. Bugün Suriye’de ortaya çıkan durum ve Batı’da estirilen Türkiye aleyhtarı kampanya bu şüphelerin doğruluğunu göstermektedir.

Batı’da Türkiye hakkında gerçeklerle ilgisi olmadan yürütülen bir propaganda da Türkiye’nin Irak ve Suriye politikalarında bu ülkelerdeki Kürtleri bir bütün olarak hedef aldığıdır. Bu propaganda sırasında ülkelerinden Türkiye’de kaçan Suriyelilerin 350 bin kadarının Kürt asıllı olduğu, büyük ölçüde PYD/YPG baskısından kaçtıkları hususu da “doğal olarak” tamamen “unutulmakta”, dile getirilmemektedir.

Türkiye ile Orta Doğu’da yaşayan Kürtler arasında düşmanlık ve çatışma olduğu inancını yerleştirilmeye çalışılan bu propagandada Türkiye ve Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt yönetimi arasındaki yakın ilişkiler de tamamen görmezlikten gelinmektedir. Bu çerçevede IKBY Başbakanı Mesrur Barzani’nin 31 Ekim tarihinde Türkiye’ye yapacağı ziyaretin zamanlaması da iyi olmuştur.

Her ne kadar Mesut Barzani’nin oğlu olan ve geçmişte Irak Kürt bölgesinde istihbarat ve güvenlik de dahil olmak üzere üst görevlerde bulunan Mesrur Barzani’nin Türkiye ziyareti, önceden planlandı ise de, Dünya’ya Türkiye’nin komşusu ülkelerde bir Kürt değil, terör örgütü PKK/YPG ile sorunu olduğunun tekrar vurgulanması acısından bir fırsat da yaratmaktadır.
Türkiye bir yandan Batı tarafından desteklenen YPG’nin güney sınırları için yarattığı tehdit ile uğraşmak ve Güvenli Bölgenin kurulması için çalışmak zorunda bırakılırken, diğer yandan da 8 yılı aşkın bir süreden beri devam eden Suriye Savaşının durdurulması ve Suriye’de siyasi çözümün sağlanması için gayret göstermektedir. Bu çerçevede Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen’in Suriye Anayasa Komitesi’nin başarısı için gayret göstermesi önem kazanmaktadır.
Özel Temsilci Pedersen 29 Ekim Salı günü Cenevre’de Türkiye, Rusya ve İran Dışişleri Bakanları ile bir araya gelerek Anayasa Komitesinin çalışmalarını ele almıştır. Suriye Anayasa Komitesi Astana Süreci çerçevesinde kurulmuş olduğundan Türkiye, Rusya ve İran’ın Komite çalışmalarını desteklemek için ne yapacakları önemlidir ve bu üç ülkenin Şam rejimi ve Komite çalışmalarına katılan muhalefet üzerinde kuracakları baskı Komite çalışmaları sonucunda yeni bir Suriye Anayasası ortaya çıkartılmasında anahtar rolü oynayacaktır.

Suriye Anayasa Komitesi 150 üyeden kurulmuştur. Bu üyelerin 50’si Şam rejimi, 50’si Suriye muhalefeti ve 50’si BM Özel Temsilci Pedersen tarafından, tüm taraflarla istişare halinde ve tarafların onayıyla, seçilmiştir. Anayasa Komitesinin 30 ve 31 Ekim tarihlerinde Cenevre’de yapacağı ilk toplantıda 48 kişiden oluşan bir Anayasa yazım ekibi oluşturulması beklenmektedir.

Anayasa Komitesinin Suriye için yeni bir Anayasa mı yapacağı yoksa mevcut 1973 Anayasasını mı deştireceği daha açık değildir. Her halükarda, Anayasa Komitesinin çalışmalarını bitirdiği tarihte Suriye’nin bugünkünden çok daha demokratik, özgür seçimlere müsaade veren, çoğulcu ve Suriye halkının ülkenin yönetimine katılmasına izin veren bir Anayasa’ya kavuşmasının hedeflenmesi gerekmektedir.

Suriye’de değişim ve demokratikleşme isteyenler siyasi reformların Anayasa Komitesi vasıtasıyla gerçekleşmesi ümidi içindedir. Bu konuda karamsar olanlar ise Şam rejiminin 8 yıl önce siyasi reformları gerçekleştiremediğine, Rusya’nın Suriye’ye doğrudan müdahalesiyle güçlenen rejimin bu reformları şimdi gerçekleştirmesinin beklenemeyeceğine işaret etmektedir. Burada en kritik rolün Rusya’ya düştüğü, Şam rejimi üzerinde tek baskı yapabilecek dış gücün Rusya olduğuna inanılmaktadır.

Rusya’nın Suriye’de reformların gerçekleştirilmesini isteyip istemediği, Moskova’nın Anayasa Komitesi’nden beklentilerinin ne olduğu kısa bir süre içinde ortaya çıkacaktır. Suriye’de yeni bir Anayasa ile siyasi reformlar gerçekleştirilebildiği taktirde 2021 yılında yapılması beklenen Cumhurbaşkanlığı seçiminin daha demokratik bir ortamda ve uluslararası standartlarda yapılması imkanı ortaya çıkacak, Şam’da tüm Dünya’nın meşru olarak kabul ettiği, tüm Suriye halkının desteklediği bir yönetim kurulması imkan dahiline girecektir.

Yazarın Tüm Yazıları