Tepkileri vermeden bir derin nefes

Burada yazdım yazalı, ki 12 senedir her pazartesi az deÄŸil, kendime içimden söylediklerimi size de söyleyeceÄŸime söz verdim.Â

Haberin Devamı

Hayat akarken, insan kendisiyle çok konuşuyor. Her gün bir şey oluyor ve sana bir şey bırakıyor. 
O şey iyisiyle kötüsüyle senin hazinen oluyor. Bazı günler kırılan kalplerden bir inci kalıyor elinde. 
Hani Çin restoranlarında, içinden bir kağıda yazılı mesaj çıkan şans kurabiyeleri gibi. Kırıp okursun. İşte bazen kalpleri de kırıp okuyorsun. O kalbin nasıl kırıldığını anlatıyor içinde. 
Bir daha kırmaman için, sana bir sır veriyor aslında. Beni az çok tanıdınız. Birazı şarkılardan. Birazı buradaki yazılarımdan. Birazı gazetelerdeki fotoğraflardan, röportajlardan, sosyal medyalardan vesaire. Ben de kendimi az çok tanıdım. Biraz şarkılardan, yazılardan, oradan buradan. 
Tıpkı sizin gibi, ben de her gün biraz daha kendimi tanıyorum. İnsanın kendiyle tanışması bitmiyor. Hele bir de anne filan olursanız, mecbur. Her gün makine dairesine en az bir kere iniyorsunuz. Bu gıcırtım da nereden geliyor diye. İnsan kendini en çok, başkalarının aynasında görüyor. İnsansız büyüyen biri, kendini tanıyamaz, çünkü tepkilerine bakamaz. Malzemesini eline alamaz. Dokunup hissedemez. Size sizi başkaları anlatıyor. Annelik kadar aşk da mesela. Ah o aşığın gözünden kendi manzaramız yok mu...
Doyamıyoruz bakmaya. Arkadaşlar da güzel ayna. Geçen hafta, arkadaşlarım sayesinde, anında ani ve kırıcı tepkiler verebilen biri olduğumu görmeyeyim mi! Hemen sıvadım kolları. Bu konuda ne yapmalı?Elimde, kırılan kurabiye kalpten çıkma bir mesaj: Bu kalp, kendisi dinlenmeden önce yargılandığı için kırıldı. Başkalarını dinleyip, kalbi kırmışım, acele içinde, hiç nefes alıp vermeden, hışımla. Sonra tamir etmek için bin bir dereden su getirdim. Aflar diledim. Özür dilemekten hiç gocunmam. Siz de deneyin bakın, hiç azalmayacaksınız. Gece yatarken ‘günden kalanlar’ programı yapıyorum kendime. Aklımdan bir bir geçiriyorum, bugün neyi daha iyi yapabilirdim? Ne öğrendim bugün? Bugünümü nasıl geçirdim? 
Bir güzel laf var, belki biliyorsunuz: Bir gününü nasıl geçiriyorsan, hayatın öyle geçer. O gün bu soruyu sorduğumda, kendime bir düğme yapmaya karar verdim. 
Bir tür görünmez, ‘pause’ (kısa süreliğine durdurma) düğmesi. Böyle bir kriz anında, ilk ona basıp, konuyu donduracağım. Hani filmlerde olur ya, herkes her şey bir anlığına donacak. Hani çaydanlıktan bardağa dökülen çay bile, o sırada havada ip gibi asılı kalacak. 
Sonra ben kendimi çözeceğim, ben hareket ederek olaya her açıdan bakacağım. Sadece anlatıcının değil, anlatılanın da hikayesini dinleyeceğim. Sonra bir derin nefes alıp, herkesi her şeyi çözeceğim. Çay bardağa dolacak. Ama bir fark olacak artık. Ben sakin olacağım. Kelimelerin ‘koş koş koş’ diye beni yolladığı yere değil, kendi istediğim yere gideceğim. Orada konaklayacağım ve herkesi oraya toplayacağım.  Kolay değil. Gıdıklanmak gibi çünkü. Bazen bir şey oluyor ve ister istemez öfkeye kapılıyorsunuz. Ağzınızdan kesici, sivri kelimeler fırlıyor ve kalplere saplanıyor. İşte bu hafta bunu öğrendim ben. Tanıyan bilir, kolay kolay öfkelenmem ama ani tepkilere dondurucu sprey sıkmak şart. Hem kendi sağlığınız hem de kalplerin sağlığı için, böyle durumlarda önce şunu diyelim: Bu o kadar da önemli bir şey değil. Bu iyi frenler. Sonra da spreyi sıkıp, konuyu bir anlığına etkisiz hale getirdik mi, en güzel cümleleri dizip kalpleri koruyacak nefesimiz olur. Güzel haftalarımız, pazartesilerimiz olur.

Yazarın Tüm Yazıları