Ara seçimler yapılacaktı...
Genel Başkan ve Başbakan Yıldırım Akbulut neredeyse iki ateş arasında kalmıştı...
Muhalefet de parti içi muhalefet de kaybetmesini bekliyordu.
Eğer kaybederse parti içi muhalefet, genel başkanlıktan düşürmeyi planlıyor...
Muhalefet de kaybedince genel seçimlere gitmeyi hedefliyordu.
Akbulut, sakin cevaplarıyla tanınırdı.
Kolay kolay sinirlenmezdi.
Devasa boyları, gökyüzünü tutan kolları ve uzayıp giden gölgeleriyle...
Dallarında biriken çocuk kahkahaları, aşk hikâyeleri, savaşlar, keşifler, yüzlerce yıllık hatıralar... Köklerinde binlerce yıllık tarih...
Ne zaman birisinin gölgesine uğrasa, öylece bakıp kalıyordu... Ve bir gün dedi ki:
“Anadolu’nun binlerce yıllık tarihini taşıyan bu ağaçları anıtlaştıralım...”
Derim ki:
- Bir hüznü mutluluğa çevirmek. Kırık bir kalbi onarmak.
- Doğa, çevre ve tarihi koruyacak her çabaya bir nebze katkıda bulunmak.
Niye sordum bu soruyu?
İşte sessizce yok olma sınırına gelen bir tarih...
Kaya mezarları...
Geçtiğimiz cumartesi, 5 bin yıllık tarihin, denizin ve doğanın merkezindeki “kaya mezarları”nı yazmıştım:
Fethiye ve Bodrum’daki
Orada TSK’nın lojistik gücüne büyük katkı yapacak dev uçakların yenilenme ve bakım hangarlarının son halini gezdik...
Sohbetler ettik...
Akar, Türkiye’nin uluslararası bir güç olarak kendi bekasını koruması için nasıl fedakârca çalışıldığını anlatıyordu.
Suriye’den Libya’ya, Azerbaycan’dan Somali’ye kadar başarılı bir ordu.
Hain darbe girişimine rağmen, kendi sınırları dışında dünyanın en zor harekâtlarını başarıyla yapan bir ordu...
Erciyes manzarasına doğru sohbet ederken “Ölürsek şehit, kalırsak gazi” diyordu...
Akar her fırsatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğini vurguluyordu.
Bunları konuşmuştuk.
PANDEMİ... Virüs... Karantina... Yasaklar... Korku... Ölümler... Artan vaka sayıları... Kapanan işyerleri... Derken...
Geçen yaz, korku dolu bir yazdı... İşte yine yaz geliyor.
Ve ben içine düştüğümüz bu karantinalı günlere inat...
Bu yaz başındaki karamsarlığımızı, “masmavi bir umutla” delmek istedim.
Yılların denizci/yazarı dostum Ali Boratav’ın çıkardığı “mavi yolculuk rehberi”ni koyuyorum önümüze...
İçinden martı çığlıkları geçen ve lacivert sulardan gelen bir rehber...
İlk olarak rapordan bir cümle aktarıyorum:
“Kaunos kaya mezarları, kayaçlarındaki bozulma nedeniyle gün geçtikçe yapısal bütünlüğünü kaybetmekte, hatta yok olma tehlikesi ile de karşı karşıyadır.”
Bu çarpıcı tespitten sonra şimdi detaylara girebilirim.
Düşünün ki...
Pers işgallerinden, Bizans ordularından, Roma baskınlarından kurtulmuş bir tarih.
Şimdi “ilgisizliğin sinsi işgali”nden kurtulamıyor.
Genç kadını karnındaki bebeğiyle birlikte delik deşik edip öldürdü....
Yine haberler. STK tepkileri.... Gazete manşetleri.... Kınamalar.... Bela okumalar....
Ama sonuçta gencecik bir kadın kalbindeki ve karnındaki hayalleriyle birlikte gömüldü gitti....
Daha öncekilerde olduğu gibi yine 3-5 gün geçecek.... Yine unutulacak....
Ama buna rağmen önceki gün Antalya’dan umut dolu bir haber geldi...
DHA’dan Aslı Duran geçmiş:
“Antalyalı iş insanlarından Melek İpek’e:
Tahliye olduğunda işin, aşın hazır...”
Annesine soruyor, annesi de dili döndüğünce anlatıyordu.
Ayşe Bursa’nın Orhaneli Gümüşpınar köyündeydi. Ama aklı dünyada...
Ayşe okumak istiyordu. Ama köyünde olanak yeterli değildi.
Ayşe
Öylesine etkilenmiştim ki.
Bir DHA muhabirinin gündelik haber takibiydi bu...
Şırnak... Beytüşşebap...
2800 metre yukarıda... Sarp dağlarda...
Tarım Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin hassasiyetini bildiğim için de umutla sonuç bekliyorum.
Dalyan’dan... Dalaman’dan... Göcek Göbün Koyu’ndan Urla’ya kadar ihbar ediyorum.
Orman Bakanlığı lütfen araştırsın...
Ekolojik tarım destekleniyor ya...
Özel çevre korumasındaki koylarda bir bakıyorsunuz, bir gecede bazı ağaçlar kesilmiş.
Sonra ilana bir bakıyorsunuz...
Videolu bir ilan:
“Deniz manzaralı ekolojik arsa...”
Suç kimde?
Aslında birçok dalda Türkiye olimpiyatlarda kalıcı bir başarı elde edemiyor.
Futbol dahil...
Dopingler... Kaybolan madalyalar... Çöken hayaller... Neden?
İşte bu soruların cevapları için bu pazar sizi bir zaman yolculuğuna davet ediyorum.
Şimdi 67 model kıyafetlerimizi giyip gelecekten geldiğimizi gizleyerek izleyelim.
Evet yıl 1967... Ve aylardan haziran...
Ankara 19 Mayıs Atletizm Federasyonu Binası’nda efsane başkan
“17 milyonluk Hollanda şampiyon oluyor da...”
“Yunanistan madalya alabiliyor da...”
“80 milyonluk Türkiye neden bir tek madalya bile alamıyor?”
Sorular net ve keskin...
Spor Bakanı’ndan beklenen cevaplar...
Atletizm Federasyonu’na eleştiriler...
Önceki gün Atletizm Federasyonu Başkanı Fatih Çintimar’ı aradım.
“Başkan, ne diyorsun bu sorulara?”
Başkan Gürün, özellikle Bodrum’daki ve Muğla genelindeki nüfus artışına dikkat çekmişti.
Ben de bunu “Bu yaz kıyılara tsunami gibi göç dalgası vuracak” diye özetlemiştim.
Maddeler halinde devam edersek...
Marmaris-Kaş hattı: Bodrum’un aksine Marmaris’te o düzeyde bir nüfus artışı yok. Çünkü Marmaris’te Bodrum ve Fethiye gibi bir “yerleşim grafiği” yok.
Marmaris’in ve Dalaman-Kaş hattının gözü kulağı, 12 Nisan’da Londra’dan gelecek haberde...
İngiltere ya kapıları açacak... Ya da açmayacak...
Güney Ege Turizm ve Otelciler Birliği Başkanı Bülent Bülbüloğlu çok net konuşuyor:
“Eğer İngiltere 12 Nisan’da bu kararı vermezse, yani mayıs ortası Türkiye için güvenli hava koridorunu açmazsa büyük sıkıntı olur.”
"Stajyer sistemi” yıllardır bürokrasinin çukurunda amaçsız, ufuksuz bir hal almıştı.
Bilirsiniz... Yaz ayları yaklaşırken bir “stajyer” gündemi başlar.
Falanca kurumun başkanına, patronuna ya da genel müdürüne açılan telefonlar:
“Bizim kızın bir staj işi vardı da... Senin marka bizim kız için çok önemli...”
“Yahu sen staja al, gerisi önemli değil...”
Evet tam da böyledir öğrencinin staj arayışı.
Salgınla birlikte “kaçış noktası” haline gelen Muğla kıyılarına tsunami gibi vuran o müthiş “yerli göç dalgası”...
Normalde 1 milyon olan nüfus, kışın yaklaşık 2 milyona ulaşmış...
Yaz aylarıyla birlikte bu rakam 4 milyonu aşacak.
Bodrum... Fethiye... Marmaris...
Gökova, Hisarönü, Göcek, Fethiye körfezleri... Uzunluğu 1480 kilometreye varan sahil şeridi...
Bodrum’dan Kaş’a kadar uzanan, Türkiye turizminin en önemli körfezleri...
Baktım, birçok kanaldan bu iddialar, mesajlar, köşe yazıları...
Okudukça o günlere gittim.
Tansu Çiller’in başbakanlığı dönemine...
Türk siyasetinde Behice Boran’dan sonra ikinci kez bu “erkek egemen arena”ya çıkmış...
Cesaret göstermiş... Demirel’in icazeti olmadan...
Demirel’in en yakınındaki merkez sağın tanınmış isimlerine karşı...
Onca baskıya, “Kızım, senden olmaz” uyarılarına rağmen...
Genel başkanlığa adaylığını koymuş bir kadın siyasetçi...
Aşağı doğru yürüdü. Birkaç adım daha attı.
“Aman Allah’ım...”
Suda ölü balıklar yüzüyordu.
“Onlar öyle bir kahramanlığı yaşıyorlar ki... Aylardır aynı yerdeler. Ev yok, izin yok, eş yok, çocuk görmek yok. Dağlarda destan yazan bu çocuklar her gün yeni bir operasyona hazırlanıyorlar ve çıkıyorlar.”
İşte o evlatlarımızdan 11’ini kaybettik.
Nice çatışmaların, pusuların deviremediği aslan yürekli evlatlarımızı bir helikopter kazasında kaybettik.
Mekânları cennet olsun. Ruhları şâd olsun...
O söze dönersem...
Merak etmiştim...
“Aylardır aynı yerde kalıyorlar” ne demekti?
Şöyle:
Haftanın manşetleri: Kanser tedavisinde müthiş bir buluş
25 yıldır o çözelti üzerine çalışıyordu. Kansere karşı 25 yıldır bir umudu yeşertmeye uğraşıyordu.
Her sabah laboratuvara gidiyor, arıların kovanı kapladıkları o propolis maddesini değişik sıvılarda çözmeye çalışıyordu.
Sabır, umut, kararlılık, disiplin ve yorgunluk.
Tam 25 yıl...
Bu sürede 300 den fazla uluslararası ödül almıştı.
TÜBİTAK ödülleri... Takdirler, övgüler...
Ama onun aklı kanser tedavisinde kemoterapinin etkilerine karşı bulacağı umut ışığındaydı..
Sonunda zeytinyağında çözeltiyi sağladı.
Prof. Dr. Sibel Silici...
Kanser tedavisi gören hastalara kemoterapi öncesi gıda takviyesi olan ürünü hazırladı.
Erciyes Üniversitesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü öğretim üyesi Dr. Sibel Silici. Kayseri’den arkadaşımız Oktay Ensari’ye bu müthiş buluşu şöyle anlatıyor:
“Özel üretim bir eczacı tarafından hazırlanan zeytinyağını biyoteknolojik yöntemlerle çözdük. (Propolis) Son üründeki aktif madde olan kafeik asit fenetil ester’i elde ettik. Buna göre de dozlama yaptık. Koruyucu ve tedaviye destek amaçlı kullanılıyor. Birçok hastanenin onkoloji servisindeki hastalar kemoterapi öncesi bu ürünü kullanıyorlar ve son derece başarılı sonuçlar elde ediyoruz. Kemoterapiden önce kullanılması, bu tür ilaçların yan etkilerini ortadan kaldırması anlamında da çok başarılı...”
Ne kadar sade bir anlatım değil mi?
Ama 25 yıllık inanılmaz bir çalışmanın eseri...
Şu anda kemoterapinin yaratacağı olumsuz etkilere karşı 13 proje yürütüyor.
Prof. Dr. Silici, bu başarınız bana göre haftanın, hatta ayların manşetidir.
Sizi büyük bir saygıyla alkışlıyorum.
İKİNCİ MANŞET: HER GÜN 260 KM YOL GİDİP BÖLÜM BİRİNCİSİ OLDU
SİZLERDEN gelen başarı öykülerini, manşet önerilerini yazacağımı duyurmuştum.
İşte Çanakkale’den gelen bir örnek:
“Merhaba Fatih Bey. Ben emekli sınıf öğretmeniyim.58 yaşındayım. Çanakkale’de oturuyorum. Butik zeytinyağı üretiyorum. ‘Zeytinin Türküsü’ olarak marka tescilim var. Bu işi iyi yapabilmek için 2010 yılından beri birçok eğitimlere katıldım. 2015 yılında üniversite sınavlarına katılarak Balıkesir Üniversitesi’ne bağlı Edremit M.Y. Okulu Zeytin ve Zeytin İşleme Teknolojileri Programı’na kayıt yaptırdım. İki yıl Çanakkale’den Edremit’e geliş gidiş yaparak (gidiş geliş 260 km) okudum. 2017 yılında da bölüm birincisi olarak okulu bitirdim. 2016 yılında ürettiğim zeytinyağı ile gümüş madalya aldım.
Köşenizde, ‘Ey okur bir manşet de sen göndersen’ başlıklı yazınızı okudum.
Belki ilginizi çeker diye yazdım.”
İlgimizi çekmez olur mu sevgili öğretmenim. 58 yaşında... Emekli olduktan sonra üniversite sınavlarına girip istediğiniz bölümü kazanmışsınız.
130 kilometre uzaktaki okula gitmiş ve bölüm birincisi olarak mezun olmuşsunuz. Ardından zeytinyağınız gümüş madalya almış.
Sizi yürekten alkışlıyorum sevgili öğretmenim...
HER DERDE DEVA BİR UYARI!
1) Karpuz kabuğunu rendeleyin.
2) Bir tülbent yardımıyla suyunu süzün.
3) Birkaç damla limon, 2-3 yaprak nane, bir çay kaşığı tarçın ve nar şerbetiyle karıştırın.
4) Serin bir yerde üç gün bekletin.
Hazırladığınız bu karışım...
Ülser, diyabet, eklem ağrıları, kansızlık gibi birçok hastalığa kesinlikle iyi gelmez...
Siz en iyisi bu ve benzeri paylaşımlara itibar etmeyin. Bazı TV kanallarındaki korsan “deva pazarlamaları”na kapılmayın.
Zekânızla alay ettirmeyin.
Hasta olduğunuzda lütfen doktora gidin.
(Bu da sevgili dostum Meriç Köyatası’ndan bir manşet önerisi.)