Mağrur ve mağdur

TAM 12 yıl geçmiş...

Haberin Devamı

2002-2014...
Cumhurbaşkanlığı kampanyasına bakıyorum...
Bu 12 yıl Türk siyasetindeki “mağrur” ve “mağdur” rollerini altüst etmiş...

* * *

Bir tarafta Tayyip Erdoğan...
Bir zamanların mağduru... Şimdi altında, üstünde, arkasında, yanında, önünde arkasında muazzam bir devletle dolaşıyor...
“Devlet benim” diyen bir kibir, dar bir elbise gibi orasından burasından sökük atıyor...
Altında devletin özel uçakları...
Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütün özel imkânları altına kıpkırmızı bir halı....
Gittiği her yere “yüce devlet” olarak gidiyor...
Ağzında millet kelimesi var... Ama her tarafından devlet akıyor...
Polis, “onun polisi”, vali desen, “onun valisi”...
Gittiği şehirdeki komutanı, “onun neferi...”
Devletin kurucu felsefesinin sembollerini kendi sembolleri haline getirmiş.
Samsun’dan karaya çıkıyor, Erzurum ve Sivas kongreleri devam ediyor...
İstiklal Savaşı başlamak üzere...
Devlet bütün şiddetiyle orada, belagat bütün şehvetiyle orada, şaşaa, kibir, gurur bütün azametiyle orada... Bir tek denize dökülecek düşman ortada yok...
Şimdi Anadolu’da adım adım denize dökülecek düşmanı arıyor..
Yani milletin öteki parçasını...

Haberin Devamı


Öteki tarafta tek bir adam var ve yürüyor

ÖTEKİ tarafta tek bir adam...
Etrafında devlet yok... Vali desen, yanına yaklaşamıyor. Ne polis müdürü elini sıkıyor, ne komutanı...
Daha şimdiden belli ki, “devletin adayı” o değil...
Halkın arasında, el sıkıyor. Vatandaşla arasında ne polis barikatı var, ne koruma duvarı...
Bir zamanların Ecevit’i gibi, ceketini çıkarmış...
Gömleği ile yürüyor...
Ne altında kırmızı halı, ne üstünde devletin uçağı...
Yüce Peygamberimizin adını seçim logosu yapacak kadar kendinden geçmemiş...
Etrafında devlet olmadığı için, devletin polisinin, resmi, sivil korumasının, danışmanın tekmelediği, sille tokat giriştiği, evlerin balkonlarına çıkıp gözaltına aldığı insanlar da yok.
Kibir, onun semtine uğramamış...
Gurur dersen, sadece yazdığı kitapların verdiği insani bir duygu...
İki seçim meydanı var.
Birinde gırtlaklar patlamış, hançereler gerilmiş, yumruklar sıkılmış...
Selahaddin Eyyubi’nin kefeni, yazlık gömlek olmuş...
Belli ki milletin o meydandaki bölümü, öteki bölümüne savaş açacak...

* * *

Haberin Devamı

Öteki meydan ise sessiz...
Hançereler yumuşamış, yumruklar açılmış, insanların elini sıkıyor.
Birinin dilinden intikam, nefret, rövanş, kan davası akıyor...
Ötekinin dilinde ise tek kelime var:
“Huzur...”
Ve sükûnet...

Seçim meydanının yarısından ‘Huzur’ diyen bir ses geliyor

HALK hangisine oy verir...
Üç aday var, üçüne de verecek.
Kavgayı, gürültüyü, intikam ateşini, bölgede herkesle gırtlak gırtlağa girmeyi, kamplaşmayı, kutuplaşmayı isterse...
Devletin, en devletlü adayına, mağrura, kibre oy verecek...
Huzuru, barışmayı, dünyayla tekrar kucaklaşmayı ve huzurlu bir büyümeyi arzu ederse...
Mağdur’a oy verecek...

* * *

Ben memnunum...
Türkiye ilk defa, gerçek alternatiflerle bir seçime gidiyor...
Bir tarafta devlet ve devlet gücü...
Yeni statüko, yeni müesses nizam..
Öteki tarafta yeni mağdur...
Bir tarafta yeni devletin, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun” diyen rap rap sesi...
Öteki tarafta milletin sakin yüzü... Salı kâbuslarından bıkmış insanların umudu...

* * *

Haberin Devamı

Huzurlu ses kazanır mı kazanmaz mı bilmem ve inanın artık önemsemiyorum...
Bir ülkenin kaderinde bir 21’inci yüzyıl “reisini”, bir zamane “tek adamını” yaşamak varsa... Toplumların 20’nci yüzyılındaki trajedilerle dolu tarihinden biliyorum ki...
Akacak kan damarda durmuyor...
Ama umutluyum.
12 yıldır ilk defa seçim meydanından huzurlu bir ses geliyor.
Alternatif bir ses.
Kendini mağdur hisseden insanlara kulak veren, huzur veren bir ses.
Televizyonunun görüntüsünü kapatmadan seyredebileceğim bir ifade, sesini kısmadan dinleyebileceğim sakin bir tını... Devletin kaba rap raplarından tahriş olan kulaklarımıza huzur veren yeni bir desibel...
Bu seçimin kazananı o olmayabilir...
Ama Türkiye’nin kazancı şimdiden o...
O sakin ve huzurlu ses...

* * *

Haberin Devamı

İtirazcı CHP’li, şimdiden oy vermeme bahanesi yaratmaya çalışan kardeşim...
Bu sese sen de kulak ver...
Hiç olmazsa bu ülkenin yarısının huzur talebi, tarihin kayıtlarına geçsin...

Fatiha Suresi’nde kaç ‘Allah’ var


ÖNCE olayı hatırlatayım.
Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı’na aday olduğunu açıkladığı konuşma metninin 14 satırında 10 kere “Allah” ve “Rab” kelimelerini kullandı demiştim.
Fatiha Suresi’nin ilk 10 satırında “Rab” ifadesi sadece 4 kere geçiyor diye eklemiştim.
Kendini Müslümanlığın tek tefsircisi sanan ne idüğü belirsiz internet sitelerinde, orada burada bir furya başladı...
Efendim Fatiha Suresi’nde “Rab” ifadesi sadece bir kere geçiyormuş... Ben onu bile bilmeyecek kadar cahilmişim.
Yahu arkadaş, “Rab” kelimesinin anlamı nedir?
Siz demiyor musunuz Allah’ın 99 adı vardır ve bunlardan biri de “Rab”dır diye...
Biz Türkler hangi ifadeyi kullanırız? Allah değil mi...
Şimdi gelin size Mustafa Öztürk Hoca’nın nefis bir dille hazırladığı Kuran-ı Kerim Meali’nden, Fatiha Suresi’ni aynen aktarayım:
“Rahmeti sonsuz, merhameti sınırsız Allah’ın adıyla!
Bütün övgüler; âlemlerin rabbi, sonsuz rahmet, sınırsız merhamet sahibi, hesap gününün yegâne hâkimi Allah’a mahsustur.
(Rabbimiz) Biz yalnız sana boyun eğer, yalnız senden yardım dileriz. Sen bizi doğru yolda, kendilerine iman ve hidayette sebat lütfettiğin hayırlı kullarının yolunda yürüt. Senin gazabına uğrayanların, delalete saplananların yollarına yöneltme bizi.”
Çeviride Allah ve Rab kelimeleri iki defa geçiyor. “Rabbimiz”, yani Allahımız ifadesi bir kere de ona atıf yoluyla parantez içinde veriliyor.
Etti mi size 4...

Yazarın Tüm Yazıları