Birkaç nedenden ötürü bu sorulara kesin olarak cevap verebilmek mümkün değil. Cinselliğe ilişkin istatistiksel parametrelerin objektif olarak değerlendirilemiyor oluşu ve verilerin çoğunun partnerlerin ifadelerinden sübjektif olarak elde edilmesi, cinsel sağlık araştırmalarının güvenilirliğine ket vurabiliyor. Bu tür araştırmalara katılan bireyler ‘ne sıklıkla cinsel ilişkiye girdikleri’ sorulduğunda, çeşitli nedenlerle her zaman doğru yanıt vermeyebiliyor. Bu da ‘normal’ ilişki sıklığını tayin etme konusunda bizleri zora sokuyor. Birkaç nedenden ötürü bu sorulara kesin olarak cevap verebilmek mümkün değil. Cinselliğe ilişkin istatistiksel parametrelerin objektif olarak değerlendirilemiyor oluşu ve verilerin çoğunun partnerlerin ifadelerinden sübjektif olarak elde edilmesi, cinsel sağlık araştırmalarının güvenilirliğine ket vurabiliyor. Bu tür araştırmalara katılan bireyler ‘ne sıklıkla cinsel ilişkiye girdikleri’ sorulduğunda, çeşitli nedenlerle her zaman doğru yanıt vermeyebiliyor. Bu da ‘normal’ ilişki sıklığını tayin etme konusunda bizleri zora sokuyor.
Ancak hemen her çift ilişkilerinin sağlıklı olup olmadığını bilmek ister. Partnerleri için yeterli olup olmadıklarını veya partnerlerinin gerçekten onlar için yeterli olup olmadığını merak edebilir. İlişkilerindeki seks sıklığının "çok mu fazla" veya "çok mu az" olduğu sorusunu kendilerine ve partnerlerine sorabilirler. Bazen bu soru bireylerde ciddi kaygıya yol açar ve bu kaygı nedeniyle ilişkiler tehlikeye girebilir.
Uyumsuz arzu durumu
Cinsel ilişki sıklığının yeterli olup olmadığı kaygısı tipik olarak partnerlerden biri, yaşanılan cinsel birliktelik sıklığından memnun olmadığında ortaya çıkar. Bir partnerin diğerinden daha çok (veya daha az) olan “uyumsuz arzu” seviyesi, uzun süreli ilişkilerde oldukça yaygındır. Ayrıca partnerlerin her ikisi de cinsel etkileşimde bulunma sıklığından memnun olmayabilir. Ancak ilişki tatmininin sadece cinsel birliktelik sıklığına bağlı olmadığı unutulmamalıdır. Uzun süredir birlikte olan çiftlerde sadece cinsel ilişki niceliği değil, cinsel etkileşimlerinin kalitesi de önemlidir. Her zaman aynı ortamda, aynı kişiyle, aynı şekilde yaşanılan cinsel birliktelik zamanla monoton ve sıkıcı hale gelecektir. Bununla birlikte ilişkilerin sadece cinsellikten ibaret olmadığı, her birliktelikte bir de duygusal boyut olduğu dikkate alınmalıdır.
Araştırmalar bize ne söylüyor?
İlişki tatminini incelemek için bilimsel araştırma yapılması kolay bir iş değildir. Bu alana yönelik deneylerin tasarlanması ve verilerin toplanması oldukça zordur. Bununla birlikte, cinsel ilişki sıklığına yönelik araştırmaların bulgularını dört ana başlıkta toplanabilir:
• Genel olarak, uzun süreli birlikteliklerde çiftlerin cinsel ilişki sıklığında ve tatmininde bir azalma olur.
Sertleşme bozukluğu, ereksiyonun cinsel ilişkiyi başlatmak veya sürdürmek için yeterli olmaması durumu olarak tanımlanıyor. Günümüzde hemen her erkek zaman zaman sertleşme bozukluğu yaşayabiliyor. Özellikle stresli iş yaşamı, depresyon, kaygı bozuklukları, ilişkide yaşanan sorunlar nedeniyle birçok genç erkek ara sıra sertleşme sorunu ile karşılaşabilir. Bununla birlikte, yaş alan erkeklerde sertleşme bozukluğu sürekli hale gelebilir ve bu durum tedavi gerektiren sağlık sorunlarının bir işareti olabilir. Sertleşme bozukluğu bir profesyonel tarafından ele alınması gereken ruhsal bir sorunun veya ilişki zorluklarının da bir işareti olabilir.
Peki sertleşme bozukluğu ne sebep olur ve nasıl önlenir? Sertleşme bozukluğunun birçok organik ve psikolojik sebebi olabilir. Özellikle kalp ve damar sağlığını bozan sigara, diyabet (şeker hastalığı), yüksek tansiyon, kolesterol yüksekliği ve hareketsiz yaşam sertleşme bozukluğunun da başlıca sebepleridir. Sağlıksız beslenmenin de kalp ve damar hastalıklarına yol açmasını dikkate alan araştırmacılar, beslenme alışkanlıklarının sertleşme kalitesi üzerindeki etkisini bu güncel araştırmada ele aldılar.
San Francisco'daki California Üniversitesinde görev yapan bilim insanları, çalışmaya katılan 20.000'den fazla erkekten alınan beslenme verilerini analiz ettiler. Çalışmanın sonuçlarına göre, sağlıklı beslenme alışkanlığına sahip olan erkeklerde sertleşme bozukluğu riskinin %22 daha az olduğu saptandı. Bu ilginç çalışmanın bulguları JAMA Network Open adlı dergide yayınlandı.
Bu çalışmadan elde edilen en önemli sonuç daha fazla sebze, meyve, kuruyemiş, baklagiller ve balık tüketmenin sertleşme bozukluğunu önleyebileceği oldu. Bunun yanı sıra kırmızı ve işlenmiş etleri daha az tüketmenin de sertleşme bozukluğunu geciktirebileceği gözlendi. Sağlıklı bir diyetin sertleşme bozukluğu riskini tam olarak nasıl düşürdüğü henüz bilinmemekte, ancak sertleşme bozukluğu özellikle genç erkeklerde kalp-damar hastalıklarının erken uyarı işareti olabilir.
Bu nedenle ileriki yaşamlarında sertleşme bozukluğu sorunu ile karşılaşmak istemeyenlerin Akdeniz tipi diyet alışkanlıkları edinmesi önerilir. Bununla birlikte sertleşme bozukluğu sorunu yaşayan erkeklerin bir üroloji uzmanına görünmesi ve bu hastalığın giderilmesinde fayda sağlayan tedaviler hakkında bilgi alması gereklidir.
Referanslar:
1) Bauer SR, Breyer BN, Stampfer MJ, Rimm EB, Giovannucci EL, Kenfield SA. Association of Diet With Erectile Dysfunction Among Men in the Health Professionals Follow-up Study. JAMA Netw Open.2020;3(11):e2021701. doi:10.1001/jamanetworkopen.2020.21701
2) Esposito, K., Ciotola, M., Giugliano, F. et al. Mediterranean diet improves erectile function in subjects with the metabolic syndrome. Int J Impot Res 18, 405–410 (2006). https://doi.org/10.1038/sj.ijir.3901447
Sertleşme bozukluğu genellikle diyabet (şeker hastalığı), düşük testosteron seviyeleri, yüksek tansiyon ve kalp rahatsızlıkları gibi fiziksel sağlık sorunları olanlarda daha sık görülür.
Ancak kimi zaman duygusal ya da psikolojik sorunlar da sertleşme bozukluğuna sebep olabilir. Bu durum “psikojenik erektil disfonksiyon” olarak adlandırılır. Bir erkek kendini depresif ya da endişeli hissettiğinde, ilişkileri ile ilgili sorunlar yaşadığında ya da stresle baş edemediğinde psikojenik erektil disfonksiyon ortaya çıkabilir. Dini ya da kültürel inançlar sebebiyle cinsel ilişki konusunda çelişkili duygulara sahip olan erkeklerde de bu durum baş gösterebilir.
Çoğu erkek ereksiyon olamamaktan ve partnerini memnun edememekten o kadar fazla endişe duyar ki, bu durum vücutta stress hormonlarının açığa çıkmasına sebep olur. Bu durum performans kaygısına yol açar ve elde-ayakta soğukluk hissi, kalp çarpıntısı, yüzde yanma ve sertleşme bozukluğu ortaya çıkar.
Peki performans kaygısına bağlı psikolojik sertleşme bozukluğu nasıl tedavi edilir? Bu sorunu yaşayan kişinin önce cinsel sağlık alanında uzman bir üroloji uzmanına ya da psikiyatriste başvurması gerekir. Bazen sertleşme bozukluğuna hem fiziksel hem de psikolojik etkenler sebep olabilir. Bu nedenle kişinin önce tam bir tıbbi muayeneden geçmesi ve muayenede herhangi bir fiziksel sorun bulunursa öncelikli olarak bunların tedavisi önemlidir.
Bunun yanında aşağıda sıralanan seçeneklerin değerlendirilmesi fayda sağlayacaktır:
Partnerinizle konuşun: Partnerinizle cinsel ilişki hakkında konuşmak size tuhaf gelebilir, ancak çabanıza değecektir. Partnerinizin memnuniyeti hakkında endişeleniyorsanız, bunu konuşarak aranızda bir güven inşa edebilirsiniz. Parteriniz neye ihtiyaç duyduğu ve neyden haz aldığı hakkında size daha fazla bilgi verebilir.
Ereksiyon problemlerinin oldukça yaygın olduğunu unutmayın: Çoğu erkek zaman zaman ereksiyon problemleriyle karşı karşıya kalır. Bu sorunu bir tek sizin yaşamadığınızı ve bu rahatsızlığın tedavisi için birçok seçenek bulunduğunu unutmayın. Sertleşme bozukluğu erkekliğinizin ya da cinsel becerinizin bir yansıması değildir. Bu durumun özsaygınızı ya da özgüveninizi etkilemesine izin vermeyin.
Cinsel ilişkinin, penisin vajene girmesinden daha fazlası olduğunu unutmayın: Erkekler cinsel tatminin sadece penis-vajina birleşmesi sağlandığında yaşanabildiği gibi yanlış bir kanıya sahiptir. Oysaki bir çok kadın için ön sevişme, penis-vajina birleşmesinden çok daha zevkli ve çok daha önemlidir. Sert bir ereksiyon olmasa bile çiftler sarılma, öpüşme, dokunma yoluyla birbirlerine yakın olmanın tadını çıkarabilirler.
COVID-19’a neden olan korona virüsü solunum yolu enfeksiyonlarının yanı sıra, hormon değerleri üzerinde de olumsuz etkiler yaratabiliyor. Bu virüsün erkeklik hormonu olarak da bilinen testosteron hormonu seviyeleri üzerindeki olumsuz etkisi ise geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir çalışma ile ortaya çıkarıldı.
Journal of Sexual Medicine adlı dergide yayınlanan bu yeni araştırmaya göre COVID-19 hastalığına yakalanan erkeklerin, hasta olmayan erkeklerden daha düşük testosteron değerlerine sahip olduğu saptandı. Çalışmaya yaşları 18 ile 65 arasında olan 3 erkek grubu dahil edildi. İlk grup COVID-19 teşhisi konulan 89 erkekten oluşuyordu. Bu erkeklerin yarısından biraz fazlasında semptomlar “hafif”, yaklaşık üçte birinde “orta” düzeyde ve %14’ünde “ağır” seviyedeydi.
İkinci grup erkekler ise, COVID-19 ile ilişkili olmayan solunum yolu enfeksiyonuna sahip 30 erkekten oluşturuldu. Üçüncü gruba ise herhangi bir solunum yolu enfeksiyonu olmayan 143 erkekten dahil edildi.
Araştırmacılar çalışmaya katılan erkeklerin klinik kayıtlarını incelediler ve hormonal durumlarını belirlemek için laboratuvar testleri yaptılar. Testosteron seviyesi 300 ng/dL’nin altında olan erkeklerin testosteron eksikliği olduğu kabul edildi.
Çalışmanın sonuçları, testosteron seviyelerinin gruplar arasında önemli ölçüde değiştiğini gösterdi. COVID-19 ya da başka bir üst solunum enfeksiyonu olmayan erkeklerin ortalama testosteron seviyesinin normal (332 ng/dL) olduğunu gösterdi. COVID-19 ile ilişkili olmayan solunum yolu enfeksiyonuna sahip erkeklerde ortalama testosteron seviyesi 289 ng/dL (düşük), COVID-19 teşhisli erkeklerin olduğu grupta ise ortalama testosteron seviyesi 186 (çok düşük) ng/dL ölçüldü.
Yalnız ülkemizde değil yurtdışında da birçok kişi koronavirüs aşılarının yan etkilerinden tedirgin oluyor ve aşı olmayı reddediyor Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan bir araştırma sağlık çalışanlarının bile üçte birinin azının aşı olmayı kabul ettiğini, kalanların ‘bekle ve gör’ stratejisi izlediklerini ortaya koyuyor. Bununla birlikte bu aşıların üreme sistemini etkileyerek kısırlık (infertilite) sorununa yol açtığına dair söylentilerin her geçen gün yayılması, aşı karşıtlığının daha da güçlenmesine neden oluyor. Yalnız ülkemizde değil yurtdışında da birçok kişi koronavirüs aşılarının yan etkilerinden tedirgin oluyor ve aşı olmayı reddediyor Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan bir araştırma sağlık çalışanlarının bile üçte birinin azının aşı olmayı kabul ettiğini, kalanların ‘bekle ve gör’ stratejisi izlediklerini ortaya koyuyor. Bununla birlikte bu aşıların üreme sistemini etkileyerek kısırlık (infertilite) sorununa yol açtığına dair söylentilerin her geçen gün yayılması, aşı karşıtlığının daha da güçlenmesine neden oluyor.
Koronavirüs aşılarının kısırlık yaptığına dair söylentiler, Aralık 2020 başında Wolfang Wodart adlı Alman bir doktor ve epidemiyologun, Avrupa Sağlık Ajansına yaptığı başvurudan kaynaklanıyor. Koronavirüs aşılarının onaylanmasının geciktirilmesi talebiyle yaptığı başvuruda Dr. Wodart, bu aşıların koronavirüs üzerinde bulunan sinsitin-1 adlı proteine karşı antikor geliştirebileceğini öne sürüyor. Oluşan bu antikorların gebelik plasentasında da bulunan sinsitin-1 proteinlerine karşı reaksiyon yaratabileceği iddiasında bulunan Dr. Wodart, bu nedenle gebelik kayıpları yaşanabileceğini kaydediyor.
Dr. Wodart tarafından yapılan bu başvuru, aşı karşıtı bloglar, web sayfaları ve sosyal medya platformalrında ‘viral’ haline geldi. Koronavirüs aşılarını hedef alan bu kampanya o denli büyüdü ki, Facebook firması yanlış bilgi yayılmasına neden olduğu için bu paylaşımları kaldırma kararı aldı.
Ancak koronavirüse karşı geliştirilen ve tüm dünyada uygulanmaya başlanan aşıların gerçekten sinsitin-1 adlı proteine karşı antikor geliştirdiği ve bu antikorların gebelik kaybına neden olduğuna dair veriler mevcut değil. Pfizer tarafından yürütülen ve 37.000 kişinin dahil edildiği klinik araştırmalarda yer alan kadınlara, çalışmaya katılmadan önce gebelik testi yapıldı ve gebe olan kadınlar çalışma harici tutuldu. Ancak çalışma sırasında 23 kadın kendiliğinden gebe kaldı ve bu gebeliklerin 12'si aşı grubunda, 11'i plasebo grubunda gerçekleşti. Bu gebelikler hala sağlıklı şekilde devam etmekte. Nüfus istatistikleri de şimdilik koronavirüsün kısırlığa yol açtığına dair herhangi bir bulgu göstermiyor. Yaklaşık 70 milyon kişinin koronavirüs ile enfekte olduğu (toplam nüfusun %20'si) Amerika Birleşik Devletlerinde, bu denli büyük bir salgının doğum istatistiklerinde herhangi bir olumsuz etkisi görülmüyor. Ancak bu konuda daha kesin bir yargıya varmak için uzun dönem verilerinin titizlikle incelenmesi gerekiyor.
Sokağa çıkma kısıtlamalarının neden olduğu psikolojik sorunların yanı sıra, yasakların cinsel hayat üzerindeki etkileri hakkında daha fazla bilgi edinmek amacıyla İtalyan araştırmacılar, 7 Nisan 2020 ile 4 Mayıs 2020 tarihleri arasında anonim bir çevrimiçi anket çalışması yürüttüler. Anksiyete (kaygı) ve depresyon belirtileri, ilişkilerin kalitesi, cinsel işlev ve orgazm yoğunluğu hakkında sorular içeren bu ankete 6821 kişi (4177 kadın ve 2644 erkek) katıldı.
Ankete katılan bireylerin %81’i COVID-19 pandemisine yönelik kısıtlamalar öncesinde cinsel olarak aktifken, %19’u değildi. Katılımcıların %14’ü stres, kaygı bozukluğu ve depresyon gibi psikolojik şikayetlerinin olduğunu belirtti. Pandemi sırasında cinsel açıdan aktif olanların yaşı, aktif olmayanlardan daha yüksekti (sırasıyla 36 ve 31 yaş). Pandemi sırasında cinsel birliktelik yaşayanların yaklaşık %70’i evli ya da partneriyle birlikte yaşıyordu. Pandemi sırasında cinsel ilişkide bulunmayanların %91’i ya bekardı ya da nişanlıydı.
Çalışmanın verileri, genel olarak cinsel açıdan aktif katılımcıların anksiyete ve depresyon değerlendirmelerinde daha iyi puanlara sahip olduğunu gösterdi. Cinsel olarak aktif olmayan katılımcıların, daha düşük ilişki kalitesinin yanı sıra kaygı ve stres yaşama olasılıklarının daha yüksek olduğu belirtildi. Daha yüksek anksiyete ve depresyon riskinin yalnız yaşama, 40 yaşın üzerinde olma, kısıtlamaların öncesinde de psikolojik şikayetlerin bulunması, işsizlik veya işten çıkarılma gibi diğer değişkenlerle de ilişkili olduğu saptandı. Buna ek olarak 40 yaşın altındaki katılımcıların, 40 yaş üstü bireylerden daha sık cinsel birliktelik yaşadığı saptandı. Genç katılımcıların %45’i haftada birden fazla cinsel ilişki yaşıyorlardı ancak 40 yaşın üzerindeki katılımcılar için bu oran %35 idi.
Bu ilginç araştırmanın sonucunda elde edilen bulgular, cinsel aktivitenin COVID-19 pandemisine bağlı psikolojik sıkıntılar ve ilişki sorunlarına karşı koruyucu olabileceğini ortaya koydu. Pandemi nedeniyle kaygı bozukluğu ve depresyon gibi ruhsal sorunları olan bireylerin, cinsel yaşamlarını iyileştirmeye odaklanmaları olumlu sonuçlara yol açabilir.
Referanslar:
Kadınların ve erkeklerin cinselliğe ilişkin fiziksel ve duygusal tepkileri birbirinden farklıdır. Erkekler genellikle fiziksel güzelliğe daha çok dikkat eder ve cinsel tatmini ilişki sırasında yaşar. Kadınlar ise cinsel tatmin için çevredeki uyaranlardan, duygulardan ve fantezilerden daha fazla etkilenmektedir. Bu nedenle genelde erkekler çıplak fotoğraflardan veya erotik filmlerden kolaylıkla tahrik olabilir ancak kadınlar bu tarz görsel içeriğe neredeyse tepkisiz kalır. Başka bir şekilde anlatacak olursak, erkekler daha çok görsel cinsel içerikle uyarılır; kadınlar ise işitme, koku, dokunma veya duygusal olarak uyarılmaktadır. Ergenliğe girmiş erkeklerin gördükleri cinsel bir içerik sonrası şiddetli bir cinsel birliktelik veya mastürbasyon yapma isteği duyması, bu farklılığın sonucudur. Oysa ki ergenliğe girmiş kızlarda benzer bir cinsel istek partneriyle yaşadığı romantik bir an, bir filmde izlediği duygusal bir sahne veya okuduğu romandaki erotik içerikten sonra ortaya çıkar.
Kadın ve erkek beyinlerinin cinsel uyarıya verdikleri bu farklı yanıtlar bilim insanlarının da ilgisini çekmiş, yapılan bazı deneysel çalışmalarda erkeklerin cinsellik içeren görsel uyaranlara (pornografik resim / video film gibi) kadınlardan daha fazla tepki verdiği gösterilmiştir. Beynin hangi bölgesinin daha fazla çalıştığını anlamamıza olanak veren “Fonksiyonel MR Görüntüleme” cihazı kullanılarak yürütülen incelemeler, cinsel uyaranların kadın ve erkek beyninde farklı bölgeleri uyardığı konusunda bize önemli bilgiler sunmuştur. İşitsel ve görsel uyarı verdikten sonra erkek ve kadın beynindeki aktiviteleri inceleyen araştırmacılar, görsel uyaranların erkek beynindeki amigdala ve hipotalamus bölgelerini belirgin şekilde faaliyete geçirdiğini göstermiştir. Görsel ve işitsel uyarıların kadınlardaki amigdala bölgesinde herhangi bir etki yaratmadığını ortaya koyan araştırma, işitsel uyarı sonrası kadınlardaki hipotalamus bölgesinde erkeklerden çok daha az belirgin bir faaliyet olabildiğini kaydetmiştir.
Cinsellik içeren işitsel ve görsel uyarılar, kadın ve erkek beyninde farklı tepkilere neden olmakta ve bu durum da farklı davranış şekilleriyle kendini göstermektedir. Kadın ve erkek cinsel davranışları arasındaki farklılıkların nörolojik temellerine ışık tutan bu ilginç çalışma, cinsel sağlık ile uğraşan hekimlerin hastalarını değerlendirmelerine fayda sağlayacak önemli bilgiler sunarken, partnerlerini etkilemek isteyen kadın ve erkeklere de önemli ipuçları vermektedir.
Referanslar:
1) Chung, W., Lim, S., Yoo, J. et al. Gender difference in brain activation to audio-visual sexual stimulation; do women and men experience the same level of arousal in response to the same video clip?. Int J Impot Res 25, 138–142 (2013). https://doi.org/10.1038/ijir.2012.47
2) Spiering, M., Everaerd, W. & Laan, E. Conscious Processing of Sexual Information: Mechanisms of Appraisal. Arch Sex Behav 33, 369–380 (2004). https://doi.org/10.1023/B:ASEB.0000028890.08687.94
3) Murnen, S. K., & Stockton, M. (1997). Gender and self-reported sexual arousal in response to sexual stimuli: A meta-analytic review. Sex Roles: A Journal of Research, 37(3-4), 135–153. https://doi.org/10.1023/A:1025639609402
Son yıllarda yapılan çalışmalar, testesteron hormonunun sadece cinsellik için değil, birçok metabolik ve yapısal vücut fonksiyonu için gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.
Geçtiğimiz aylarda gerçekleştirilen Uluslararası Obezite Kongresi’nde (ECOICO) sunulan ilginç bir klinik araştırmanın bulguları, testosteron tedavisinin kilo vermenin anahtarı olabileceğini ortaya koymaktadır. Özellikle düşük testosteron değerlerine sahip (hipogonadizm) hastalarına uygulanan testosteron tedavisinin obezite cerrahisi kadar etkili olabileceğini ortaya koyan araştırmacılar, obezite sorunu yaşayan birçok erkeğin ameliyat olmaksızın sağlığına kavuşabileceklerini kaydettiler.
Düşük testosteron değerlerine sahip 773 Alman erkek hastanın verilerini inceleyen araştırmacılar, bu hastaların 471’inin obezite sorunu yaşadıklarını saptadı. Obezite problemi bulunan, ortalama yaşları 61 olan 276 hasta, testosteron tedavisini kabul ederek 3 ayda bir testosteron iğnesi vuruldu. Ortalama yaşları 64 olan 195 hasta ise bu tedaviyi almak istemediler. Ortalama olarak 11 yıl boyunca bu hastaların verilerini inceleyen araştırmacılar, testosteron kullanan hastaların belirgin şekilde kilo verdiklerini ortaya koydular. Tedavi sürsince kilolarının ortalama %20’sini kaybeden bu hastaların bel çevrelerinin ortalama 13 cm, vücut kitle endekslerinin de ortalama 7.6 puan azaldığı gözlendi.
Testosteron tedavisi almak istemeyen hastalar ise 11 yıllık süre sonunda kendi ağırlıklarının yaklaşık %6’sı kadar kilo aldılar, bel çevrelerinde 7 cm, vücut kitle endekslerinde de ise 2 puanlık bir artış gözlendi.
Araştırmacılar testosteron kullanan ve kullanmayan hastaların yaşam süreleri arasında da farklılıklar gözledi. Testosteron tedavisi gören hastaların %8’i tedavi sürecinde hayatlarını kaybederken, bu tedaviyi almayan hastaların %32’sinin aynı zaman zarfında hayatını kaybettiği gözlendi. İki gruptaki kalp-damar rahatsızlıklarında da kayda değer değişiklikler saptandı. Testosteron tedavisi gören hastalar arasından kimse kalp krizi geçirmedi; ancak bu tedaviyi görmeyen hastaların çeyreğinden fazlası kalp krizi geçirdi.
Tüm bu bulgular obezite sorunu yaşayan erkeklerin mutlaka testosteron değerlerinin ölçülmesi gerektiğini, bu hormonun seviyesinde düşüklük saptanması halinde testosteron tedavisine başlanmasının belirgin faydaları olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle obezite sorunu yaşayan erkeklerin herhangi bir cerrahi işlemden önce bir endokrinoloji uzmanı ile görüşmeleri önem arz etmektedir.
Kaynak: