Daha önce yaptığı çeşitli densizlikler ve izansızlıklar yüzünden “olay adam” haline gelmiş, hatta GATA’daki görevine son verilmişti.
*
Fakat adam rahat durmuyor abi!
Densizliğe, izansızlığa, abuk sabukluğa devam ediyor.
*
Ne dediğini yazmaya bile tenezzül etmiyorum.
- Norveç çok medeni ülke şekerim... Başbakan’a ceza kesiliyor.
*
- Danimarka acayip modern bir ülke şekerim... Başbakanı cam siliyor.
*
- İsviçre çok uygar şekerim. Cumhurbaşkanı bisikletle işe gidiyor.
*
Hep özeniriz, hep gıpta ederiz bu ülkelere.
Geçen akşam Tarafsız Bölge’de işte bu soruyu sordum uluslararası hukuk alanında uzman bir isim olan Prof. Dr. Selami Kuran’a.
Selami Hoca...
Canlı yayında... Kalktı ayağa... Eline bir çubuk aldı... Ve başladı harita üzerinden anlatmaya.
“Yeni başlayanlar için 10 dakikalık bir Montrö dersi” gibi bir şeydi yaptığı.
Net, sarih, anlaşılır ve basit bir şekilde anlattı mevzuyu.
*
Sonucu açıklıyorum:
Küfürler, kıyametler, vurmalar, kırmalar, saldırganlıklar, silahlar falan...
*
Ralli bu ya ralli!
Rallideki hangi anlaşmazlık, böylesine kontrolsüz bir öfkeye yol açabilir ki?
Rallideki hangi ihtilaf, böylesine bir sokak çocuğu kavgasını tetikleyebilir ki?
İddiaya göre:
Orhan Pamuk, romanında Atatürk’le alay ediyor!
*
İnceleme ve araştırmalarımın sonuçlarını aktarıyorum:
*
“Veba Geceleri” romanında bir “Kolağası Kâmil” var.
Program sunucusu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun...
“İstanbul’u kazanacağız, Ankara’yı kazanacağız” türü sözlerini fazla iddialı bulmuş ve kahkahalar atmıştı.
*
Ne olmuştu o günlerde?
Başta Tuncay olmak üzere...
CHP’nin tüm ekâbir takımı...
Öfkeyle, kinle, hınçla...
İki gündür...
Kumpas lafları dolaşıma sokulmaya başlandı.
*
Söylenenlere göre...
- Aslında bildiri, gece yarısı yayınlanmayacakmış.
- Bazı eller devreye girmiş, bildiri gece yarısı yayınlanmış.
- Bazı amiraller, bildirinin son halini görememişler.
- Bildiri, amirallerden kaçırılarak yayınlanmış.
İşte bu ahval ve şerait altında Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yı aradım.
İlk sorum şu oldu:
“Bu gidiş nereye Sayın Bakan?”
Bakan Koca’nın ilk sözleri şu oldu:
*
“Vaka sayılarında ciddi artış var. Bunda mutasyon tabii ki etkili ama sadece mutasyonla açıklayamayız. Önlemleri gevşettik maalesef.”
*
Herkesin hakkına hukukuna saygı göstermek için çabalıyoruz. Sorumluluğu bulunmayan kişileri sorumluymuş gibi göstermekten kaçınmaya çalışıyoruz. Yargı kararı ortaya çıkmadan yargısal hükümlerde bulunmaktan uzak duruyoruz.
*
Titizleniyoruz bu konularda. Gayret ediyoruz.
*
Ama yayıncılıkta bazen yol kazaları da oluyor, olabiliyor.
*
Geçen gün sadece ve sadece Hürriyet’in internet sitesinde bir haber çıktı. Çok kısa bir süre yayında kaldı bu haber.
Bildirici amirallerin yakınlarını da konu eden bir haberdi bu.
- CEVAP: Bizim kısa tarihimiz, “Yüce Türk Milletine” diye başlayan darbe bildirileriyle dopdoludur. Bu yüzden “Yüce Türk Milletine” diye başlayan bir bildiri gördük mü işkilleniyoruz. Hele bildirinin altında “Amiral” imzası görünce daha da işkilleniyoruz. Hele bildiri, gece yarısı gelince... Büsbütün işkilleniyoruz. Şimdi ben soruyorum: İşkillenmeyelim de ne yapalım?
*
- SORU: Bildiri yayınlamak suç mu?
- CEVAP: Elbette suç değil. Geçen hafta emekli büyükelçiler, benzer içerikte bir bildiri yayınladılar. Kim çıkıp “Bunlar darbeci” dedi? Bu arada eski milletvekilleri de yine benzer içerikte bir bildiri yayınladılar. “Darbe” diyen çıktı mı? Demek ki burada başka bir şey var.
*
- SORU: Burada ne var? Emekli amiral, görüş açıklayamaz mı?
- CEVAP: Tabii ki açıklar. Açıklıyorlar da zaten. Televizyonlara çıkıyorlar. Kişisel yaklaşımlarını ortaya koyuyorlar. Sosyal medyada yazıp çiziyorlar. Kimse de onlara bir şey demiyor. Ama siz “Aramıza hiçbir alt rütbeli girmesin, biz amiraller olarak şöyle bir posta koyalım” derseniz, tehditkâr ifadelerle dolu bir bildiriyi gece yarısı gündeme düşürürseniz... Her demokratik ülkede “Ne oluyor yahu” diye sorulur. En azından “Bunlar, bir iklim mi yaratmak istiyor? Bu işin arkasında ne var?” denir.
*
“Yüce Türk milletine!” diye başlayan hiçbir bildiriden hoşlanmıyorum.
Çünkü bu seslenişin tınısında...
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve de 15 Temmuz var!
*
Kaldı ki...
Radyo zamanlarının üslubudur bu.
Siyah beyaz televizyonlarda kalmıştır.
*
Akşam saat 19.00 itibarıyla tüm kafe ve lokantalar kapanıyor.
*
Ramazan itibarıyla ise uygulama şöyle olacak:
*
Bütün kafe ve lokantalar kapalı.
*
Bu karar, yeniden gözden geçirilirse...
Hop, başlıyor kalbim Sinovac diye atmaya.
*
“Yeni teknolojileri denemek lazım arkadaş” diyorlar.
Hop, bu sefer kalbim BioNtech diye atmaya başlıyor.
*
Bilmem kaç bin yıllık Çin kültüründen söz ediyorlar.
Hemen Sinovac’a ısınıyorum.
Avrupa birincisiyiz.
Dünyada dördüncüyüz.
40 binleri geçmiş durumdayız.
Varyantlar kaplamış her bir yanımızı.
En çok da İngiliz varyantı.
*
Durduramıyoruz.
“Eğer muhalefetteki milliyetçi odaklar, demokrasi ittifakına ısrarla engel olmaya devam edeceklerse... Bu durumda HDP öncülüğünde üçüncü bir ittifak, demokrasi ittifakı ilan edilebilir.”
*
Ne demek bu?
Hadi biraz anlamaya çalışalım.
“Muhalefetteki milliyetçi odaklar” derken kastettiği İYİ Parti mi acaba? “Bu iş İYİ Parti’yle gitmez” mi demek istiyor Demirtaş?
*
Önerdiği yol şu: HDP öncülüğünde üçüncü bir ittifak. Ne yani? Millet ittifakı ve cumhur ittifakının dışında bir de
Ben her zaman ve her durumda...
“Suçun şahsiliği” prensibinden zerre kadar ödün vermedim.
*
Ensar olayında böyle davrandım.
Milyonlarca dayak yemeyi göze alarak...
*
CHP’de ortaya çıkan taciz ve tecavüz olaylarında...
Yine aynı prensibe göre hareket ettim.
Uyuşturucu temin ettiği için Emniyet güçleri tarafından yeniden gözaltına alındı. Yani bu kez uyuşturucuyu temin etmekle suçlanıyor.
*
Tabii ki suç şahsidir, partiye mal edilemez ama bu elemanın bir de şu durumu var:
*
Lüks ve şatafat içinde yaşadığı fotoğraflara yansıyor.
*
Kokaindi, pudraydı, şekerdi falan... Gülündü eğlenildi...
Motor, tren ve ince çizgi
MOTOR: Devrim otomobilleri gibi olacak diye sevindiler
HELİKOPTER motoru yapmışız.
Canlı yayınlanan törende “sabotaj” kelimesi telaffuz edilince ve motorun çalışmama ihtimali belirince...
“Devrim otomobilleri gibi olacak” diye...
Bazıları öyle heyecanlandılar, öyle havaya girdiler, öyle enerji doldular ki...
![Motor, tren ve ince çizgi]()
Görülmeye değerdi doğrusu.
*
Fakat motor çalıştı.
Tabii hevesler kursakta kaldı.
“Bir dahaki sefere” artık temennisiyle mecburi çekilme oldu.
TREN: Tren Halkalı’da kalsaydı ne kadar mutlu olacaklardı
TÜRKİYE’den Çin’e gidecek bir ihracat treni...
Törenle uğurlanmış.
Fakat tren, Maltepe’ye uğradıktan sonra Halkalı Garı’nda görülmüş.
Hemen tezvirat: “E hani bu tren Çin’e gidecekti?”
![Motor, tren ve ince çizgi]()
Araştırmadan, teyit etmeden, neyin ne olduğunu bilmeden gazeteciler bile atladılar bu tezviratın üzerine.
Sonradan gerçek ortaya çıktı:
Tren, Çin’e doğru gidiyor. Hatta TCDD, sosyal medya hesabından, “Çin treni nerede” başlığıyla trenin duraklarını canlı yayınlıyor.
*
Halbuki tren, Çin’e gitmeseydi.
Halkalı’da takılıp kalsaydı.
Ne kadar mutlu olacaklardı.
İNCE ÇİZGİ: Memlekete düşman olmak ile muhalif olmak arasında
BAYLAR!
Bayanlar!
Muhalif olmak ile memleket düşmanı olmak arasında bir çizgi var.
O çizgiyi fena halde aşmış durumdasınız.
BİR AŞK ÇOCUĞU: DOĞU PERİNÇEK
“140 Journos” harika bir iş çıkarmış. Muhteşem bir Doğu Perinçek belgeseli... Zevkle izledim. Emeği geçenleri avuçlarım patlarcasına alkışladım.
*
Plajda yüzen, annesi ile babasının aşkını anlatan, Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’la ilgili tartışmalı sözler eden, Nihal Atsız’ı sosyalist ilan eden, geçmişiyle yüzleştirilen bir Doğu Perinçek.
*
Babası, annesine fena halde âşık olmuş... Peşinden koşmuş... Bunları anlatan Doğu Perinçek, gülerek şöyle diyor belgeselde:
“Ben bir aşk çocuğuyum yani.”
*
Doğu Perinçek’i konu etmesine sakın takılmayın... Çekimleriyle, yaklaşım tarzıyla, anlatım biçimiyle dört dörtlük bir belgesel izlemek istiyorsanız...
İnternette bulup izleyin bu belgeseli.
SERMİYAN MİDYAT NASIL YANDAŞ OLDU
SOLCU ve muhalif olarak bilinen yönetmen-oyuncu Sermiyan Midyat, geçenlerde Amerika’ya gitmiş.
*
Amerika’da bir de bakmış ki...
Herkes kendi âleminde. Denetim sıfır. Ne maske var ne mesafe... Ateş ölçen falan yok.
![Motor, tren ve ince çizgi]()
Sermiyan’ın aklına o anda Türkiye’de simitçilerin bile ateş ölçtüğü gelmiş.
*
Ve hemen bir video çekerek...
Türkiye’yi övmüş.
Cumhurbaşkanı’nın, Sağlık Bakanı’nın, sağlık çalışanlarının emeğini takdir etmiş.
*
Sonuç?
E tabii başladı hemen linç.
“Sermiyan yandaş oldu” diye velvele.
*
Türkiye’de yandaş olmak ve muhalif olmak arasındaki çizgi, işte bu kadardır.
Bu öyle bir delirme halidir ki...
“Çin aşısı o kadar da kötü değil yahu” diyen CHP’li Özgür Özel’i bile “yandaş” safına postalar.
*
NOT: Sermiyan Midyat’ın bu hakkaniyetli yaklaşımı, kendisine yönelik “Kadına şiddet uyguladı” iddialarını boşa çıkarmaz, çıkaramaz, çıkaramayacaktır.
KADINA SEÇME VE SEÇİLME HAKKI NE ZAMAN VERİLDİ?
TABİİ ki Türkiye’de kadına seçme ve seçilme hakkı, taa 1935 yılında verildi.
Dünya açısından çok erken dönemde verilmiş muhteşem bir karardır bu.
![Motor, tren ve ince çizgi]()
Altında Atatürk’ün imzasının bulunduğu bu karar, hepimizi gururlandırmaktadır, onurlandırmaktadır.
*
Ama ne zaman ki başörtülü kadınlar Meclis’e girmek istemiştir, Türk kadınına verilen seçilme hakkı, bir hak olmaktan çıkmıştır. “Sizin seçilme hakkınız yok” denmiştir o kadınlara.
*
AK Partili Özlem Zengin, işte bu gerçekliğe parmak basan bir yaklaşım sergilemiş.
Demiş ki:
“Kadınlar gerçek manada seçilme hakkını AK Parti döneminde kullanmıştır, öncüsü de Cumhurbaşkanımızdır.”
*
Bu cümleyi çarpıttılar!
Özlem Zengin’in “Türkiye’de kadınlar seçilme hakkına 2013’te Cumhurbaşkanımız sayesinde kavuştu” dediğini yazıp çizdiler.
![Motor, tren ve ince çizgi]()
*
Sonra da bu çarpıtma üzerinden Özlem Zengin’le kafa bulmaya çalıştılar. “Tansu Çiller kadın değil miydi, İmren Aykut kadın değil miydi” falan diye...
*
Bir iddiam var: Dün başörtülü kadınların seçilme hakkının hunharca çiğnenmesine kimler alkış tuttuysa... Bugün Özlem Zengin’in sözlerini çarpıtıp kafa bulanlar da onlardır.
HEP BAŞIMA GELİR
- Cuma sandığım gün, kesin pazartesi çıkar.
- Kış mış dinlemez... O mendebur sivrisinek beni mutlaka bulur.
- Gayet mahrem bir mesajı özenle yazarım, “küt” diye gönderirim. Bir de bakarım ki... Yanlış kişiye göndermişim.
- Yemek sipariş ettiğimde kesin bir şeyler eksik gelir.
- Evden çıkıp yüz metre yürüdükten sonra maskeyi evde unuttuğumu fark ederim.
- Ne zaman birine kıymet versem, ayrı yazılması gereken de’leri bitişik yazdığını dehşetle fark ederim.