- Norveç çok medeni ülke şekerim... Başbakan’a ceza kesiliyor.
*
- Danimarka acayip modern bir ülke şekerim... Başbakanı cam siliyor.
*
- İsviçre çok uygar şekerim. Cumhurbaşkanı bisikletle işe gidiyor.
*
Hep özeniriz, hep gıpta ederiz bu ülkelere.
Geçen akşam Tarafsız Bölge’de işte bu soruyu sordum uluslararası hukuk alanında uzman bir isim olan Prof. Dr. Selami Kuran’a.
Selami Hoca...
Canlı yayında... Kalktı ayağa... Eline bir çubuk aldı... Ve başladı harita üzerinden anlatmaya.
“Yeni başlayanlar için 10 dakikalık bir Montrö dersi” gibi bir şeydi yaptığı.
Net, sarih, anlaşılır ve basit bir şekilde anlattı mevzuyu.
*
Sonucu açıklıyorum:
Ama yüzyılların izini taşıyan türküleri severim. Çağlar ötesinden gelip bizi tam kalbimizden yakalayanları... İlk söyleyeni belirsiz anonimleri... Sözleri gayet basit ama bir o kadar da derinlikli olanları...
İşte bu yüzden “Ben bir türkü sözü yazdım, üstelik de besteledim” diye ortaya çıkanlara karşı hep mesafeli olmuşumdur. Çünkü bu tür iddialardan genellikle yapay sonuçlar çıkar.
*
İbrahim Kalın’ın sözü ve müziği kendisine ait olan ‘Hiç Oldum’ adlı bir türküyü seslendirdiğini duyunca...
“Eyvah” dedim.
Ve bin türlü önyargıyla açıp dinledim türküyü.
*
İddiaya göre:
Orhan Pamuk, romanında Atatürk’le alay ediyor!
*
İnceleme ve araştırmalarımın sonuçlarını aktarıyorum:
*
“Veba Geceleri” romanında bir “Kolağası Kâmil” var.
Program sunucusu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun...
“İstanbul’u kazanacağız, Ankara’yı kazanacağız” türü sözlerini fazla iddialı bulmuş ve kahkahalar atmıştı.
*
Ne olmuştu o günlerde?
Başta Tuncay olmak üzere...
CHP’nin tüm ekâbir takımı...
Öfkeyle, kinle, hınçla...
İki gündür...
Kumpas lafları dolaşıma sokulmaya başlandı.
*
Söylenenlere göre...
- Aslında bildiri, gece yarısı yayınlanmayacakmış.
- Bazı eller devreye girmiş, bildiri gece yarısı yayınlanmış.
- Bazı amiraller, bildirinin son halini görememişler.
- Bildiri, amirallerden kaçırılarak yayınlanmış.
İşte bu ahval ve şerait altında Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yı aradım.
İlk sorum şu oldu:
“Bu gidiş nereye Sayın Bakan?”
Bakan Koca’nın ilk sözleri şu oldu:
*
“Vaka sayılarında ciddi artış var. Bunda mutasyon tabii ki etkili ama sadece mutasyonla açıklayamayız. Önlemleri gevşettik maalesef.”
*
Herkesin hakkına hukukuna saygı göstermek için çabalıyoruz. Sorumluluğu bulunmayan kişileri sorumluymuş gibi göstermekten kaçınmaya çalışıyoruz. Yargı kararı ortaya çıkmadan yargısal hükümlerde bulunmaktan uzak duruyoruz.
*
Titizleniyoruz bu konularda. Gayret ediyoruz.
*
Ama yayıncılıkta bazen yol kazaları da oluyor, olabiliyor.
*
Geçen gün sadece ve sadece Hürriyet’in internet sitesinde bir haber çıktı. Çok kısa bir süre yayında kaldı bu haber.
Bildirici amirallerin yakınlarını da konu eden bir haberdi bu.
- CEVAP: Bizim kısa tarihimiz, “Yüce Türk Milletine” diye başlayan darbe bildirileriyle dopdoludur. Bu yüzden “Yüce Türk Milletine” diye başlayan bir bildiri gördük mü işkilleniyoruz. Hele bildirinin altında “Amiral” imzası görünce daha da işkilleniyoruz. Hele bildiri, gece yarısı gelince... Büsbütün işkilleniyoruz. Şimdi ben soruyorum: İşkillenmeyelim de ne yapalım?
*
- SORU: Bildiri yayınlamak suç mu?
- CEVAP: Elbette suç değil. Geçen hafta emekli büyükelçiler, benzer içerikte bir bildiri yayınladılar. Kim çıkıp “Bunlar darbeci” dedi? Bu arada eski milletvekilleri de yine benzer içerikte bir bildiri yayınladılar. “Darbe” diyen çıktı mı? Demek ki burada başka bir şey var.
*
- SORU: Burada ne var? Emekli amiral, görüş açıklayamaz mı?
- CEVAP: Tabii ki açıklar. Açıklıyorlar da zaten. Televizyonlara çıkıyorlar. Kişisel yaklaşımlarını ortaya koyuyorlar. Sosyal medyada yazıp çiziyorlar. Kimse de onlara bir şey demiyor. Ama siz “Aramıza hiçbir alt rütbeli girmesin, biz amiraller olarak şöyle bir posta koyalım” derseniz, tehditkâr ifadelerle dolu bir bildiriyi gece yarısı gündeme düşürürseniz... Her demokratik ülkede “Ne oluyor yahu” diye sorulur. En azından “Bunlar, bir iklim mi yaratmak istiyor? Bu işin arkasında ne var?” denir.
*
“Yüce Türk milletine!” diye başlayan hiçbir bildiriden hoşlanmıyorum.
Çünkü bu seslenişin tınısında...
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve de 15 Temmuz var!
*
Kaldı ki...
Radyo zamanlarının üslubudur bu.
Siyah beyaz televizyonlarda kalmıştır.
*
Akşam saat 19.00 itibarıyla tüm kafe ve lokantalar kapanıyor.
*
Ramazan itibarıyla ise uygulama şöyle olacak:
*
Bütün kafe ve lokantalar kapalı.
*
Bu karar, yeniden gözden geçirilirse...
Hop, başlıyor kalbim Sinovac diye atmaya.
*
“Yeni teknolojileri denemek lazım arkadaş” diyorlar.
Hop, bu sefer kalbim BioNtech diye atmaya başlıyor.
*
Bilmem kaç bin yıllık Çin kültüründen söz ediyorlar.
Hemen Sinovac’a ısınıyorum.
Avrupa birincisiyiz.
Dünyada dördüncüyüz.
40 binleri geçmiş durumdayız.
Varyantlar kaplamış her bir yanımızı.
En çok da İngiliz varyantı.
*
Durduramıyoruz.
“Eğer muhalefetteki milliyetçi odaklar, demokrasi ittifakına ısrarla engel olmaya devam edeceklerse... Bu durumda HDP öncülüğünde üçüncü bir ittifak, demokrasi ittifakı ilan edilebilir.”
*
Ne demek bu?
Hadi biraz anlamaya çalışalım.
“Muhalefetteki milliyetçi odaklar” derken kastettiği İYİ Parti mi acaba? “Bu iş İYİ Parti’yle gitmez” mi demek istiyor Demirtaş?
*
Önerdiği yol şu: HDP öncülüğünde üçüncü bir ittifak. Ne yani? Millet ittifakı ve cumhur ittifakının dışında bir de
Ben her zaman ve her durumda...
“Suçun şahsiliği” prensibinden zerre kadar ödün vermedim.
*
Ensar olayında böyle davrandım.
Milyonlarca dayak yemeyi göze alarak...
*
CHP’de ortaya çıkan taciz ve tecavüz olaylarında...
Yine aynı prensibe göre hareket ettim.
Uyuşturucu temin ettiği için Emniyet güçleri tarafından yeniden gözaltına alındı. Yani bu kez uyuşturucuyu temin etmekle suçlanıyor.
*
Tabii ki suç şahsidir, partiye mal edilemez ama bu elemanın bir de şu durumu var:
*
Lüks ve şatafat içinde yaşadığı fotoğraflara yansıyor.
*
Kokaindi, pudraydı, şekerdi falan... Gülündü eğlenildi...
“Adını açıklamak istemeyen üst düzey bir askeri yetkili dedi ki...”
*
Saygı Öztürk’ün dünkü köşesinde gördüm ki...
O kalıp, şuna dönüşmüş:
*
“Adını açıklamayan bir yargı mensubu dedi ki...”
*
VALLA abi şöyle söyleyeyim: Sonbaharda olabilir. Olmadı, ilkbaharda... Ama bir de bakmışsın, seküler kesimin tatile gitmesini fırsat bilip Ağustos’un tam göbeğinde de yapabilirler. Bu arada seneye kalma ihtimali de var... Ama Reis sürpriz sever. Bir de bakmışsın seçim vaktinde yapılmış...
*
2- KABİNE DEĞİŞİKLİĞİ
Siz bu yazıyı okurken, değişim gerçekleşmiş olabilir. Böyle bir ihtimal var... Bir bakmışsınız, bir hafta sonra olmuş. Bu da ihtimaller arasında... Bakanlıklar ikiye, üçe, dörde bölünebilir... Ama bölünmeyebilir de! Şu da var: Belki her şey aynı kalır, sıfır değişim olur.
*
3- TAM KAPANMA
Bir tam kapanma kararı gelebilir... Ama gelmeyebilir de... Belki yarı kapanmanın dozu biraz artar... Mesela: Cumartesi öğleye kadar açık, öğleden sonra kapalı gibi... Mesela: Lokantalardaki masa sayısının biraz daha azaltılması gibi... Ha şu da var: Yarı kapanmaya tam gaz devam da edilebilir.
BİR: “Yazı akademisi” diye kurs düzenlemek.
*
İKİ: “Yazarlık atölyesi” diye yazarlık öğretmek.
Kısacası...
Enver’in iddiası, milletimize “Nasıl yazar olunur” dersleri vermek.
*
Tezgâh şöyle işliyor:
Bunlar adama inadına yılbaşı kutlatır
KURBAN bayramlarında kurban kesenlere burun kıvıranlara ne kadar ifrit oluyorsam...
Yılbaşı gecesi fındık fıstık, pijama terlik, televizyon falanla inceden eğlenceli bir gece geçirmeyi planlayan saf ve masum ahalimize ağızlarını doldurarak bin türlü laf edenlere de o kadar ifrit oluyorum.
*
Kaç defa yazıldı çizildi, kaç defa söylendi, kaç defa üzerinde duruldu... Fakat nafile! Hâlâ “Noel” ile “yılbaşı” arasındaki farkı bilmeyenler, “Müslüman Noel kutlamaz” diye ayağa kalkıyorlar.
*
Yahu sen daha “Noel” ile “yılbaşı” arasındaki farkı bilmeyen ve bir türlü öğrenemeyen cahil cühela takımındasın... Hiç kocaman hükümler vermek senin işin olabilir mi? Yürü git işine.
*
“Yılbaşı kutlamak” ne demek? Şu demek: “Koca bir yıl bitti, yeni bir yıl başlıyor” şeklinde şapşal bir gerekçeye sığınarak eğlenmek demek. Eğlenceye kılıf, bahane ve gerekçe bulmak demek... Ne var bunda kardeşim? Gülüp geçsene... Niye abartıyorsun? Niye kafaya takıyorsun?
*
Eğlencenin şekli, dozu, dozajı, herkesin kendi meşrebine kalmış... Kimi kültür emperyalizminin oyuncaklarına teslim olur, kimi bütün o oyuncaklara burun kıvırır. Kimi tüketimin nesnesi olmaz, kimi öznesi olur. Kimi “hindi”, “kırmızı”, “beyaz sakallı dede” olayına zerre prim vermez, kimi kendini bunlara vurur. Sana ne? Seni ne ilgilendirir?
*
“Ama bu eğlencelerde Hıristiyanlığa özgü bazı motifler kullanıyor” diye mi yakınıyorsun? Otur da düşün bakalım: Niye dünyada herkes, Müslümanlığa özgü motifleri kullanmaya özenmiyor da Hıristiyanlığa özgü motifleri kullanmaya özeniyor? Bunda senin hiç mi kabahatin yok?
*
Hem sen neden sıradan ve dandik bir kutlamayı ille de bir medeniyetler savaşına dönüştürmeye bu kadar meraklısın ki? Üstelik “medeniyetler savaşı” tezine bu kadar karşıyken...
*
Hem sen neden başkalarının hayatına karışmaya bu denli meraklısın ki? Üstelik kendi hayatına karışılmasına bu kadar karşıyken?
*
“Ben gelmem bu oyunlara arkadaş” mı diyorsun? İyi. Tamam. Güzel. Gelme. Git o zaman yılbaşı gecesi otur zikir çek, namaz kıl, ibadet et, tefekkür et. Sana karışan girişen mi var? “Yılbaşı gecesi zinhar eğlenecek ve de hindi yiyeceksin! Yoksa kellen gider” diyen mi var? Kimse sana karışmazken... Sen ne hakla başkalarına karışıyorsun ki?
Melek gibi adam nasıl terörist olurmuş?
CEMAL Uşak...
Cemaat’in has adamlarındandır. Hakikaten melek gibidir. Namazında niyazında evliya gibi adamdır. Gıybet bilmez, haset bilmez, yedi günahın yedisinden de kaçınır.
Diyaloğun ve hoşgörünün cisimleşmiş hali gibidir. Hükümetin akil adamıdır. Mazlumların dostu, zalimlerin hasmıdır. Karıncayı incitmezdir.
*
Şimdi bu Cemal Uşak, “terörist” diye aranıyormuş.
Cemaatçiler soruyor:
“Melek gibi adam nasıl terörist olur?”
*
Hoca Nasrettin’in “doğuran kazan” hikâyesindeki gibi konuşmak isterim:
Ey Cemaatçi kardeşim! Sen ülkenin silahlı kuvvetlerinin en tepesindeki adamın terör örgütünün lideri olabileceğine inanıyorsun da... Cemal Uşak’ın terörist olabileceğine mi inanmıyorsun?
Çarşamba Sohbetleri’nde SOLİ ÖZEL var
NE olacak şu Putin’le aramızdaki gerginlik?
İsrail’le neden küsmüştük, neden barışıyoruz?
Musul’a neden girmiştik, neden çekiliyoruz?
Geçiş dönemi Esad’lı mı olacak, Esad’sız mı?
Yoksa Barzani, PKK’ya savaş mı açıyor?
AB bize niye çiçek atıyor, biz AB’ye niye yanaşıyoruz?
Suudi Arabistan öncülüğündeki Sünni Ordusu’nda bizim işimiz ne?
Hepsi ve daha fazlası...
Yarın SOLİ ÖZEL’le Çarşamba Sohbetleri’nde...
Aman kaçmasın.
Fotoğraf: Murat ŞAKA
Yine sehven
BAŞIM belada! “1959 yılında İsmet Paşa iktidarda değildi” düzeltmesini yaptım ama bu sefer de 1954 doğumlu Hayri İnönü’nün 1949 yılında fotoğrafının nasıl çekilebildiği sorusuyla baş başa kaldım. Onu da düzeltiyorum: Fotoğraf 1959 yılında çekildi ve İnönü iktidarda değildi. Sedat Bey! Sedat Bey! Kafam çok karışık... Galiba benim acilen izne çıkarılmam gerekiyor.
E hani çatışmada öldürülmüştü?
“POLİS Dilek Doğan’ın evine baskın yaptı, Dilek Doğan çatışmada öldü.”
Devletin bize söylediği buydu.
*
Görüntüler ortaya çıktı. Gerçek hiç de devletin bize söylediği gibi değil.
*
Demek ki neymiş?
Devlet söyledi diye gözü kapalı inanmayacakmışız.
İsrail devleti Türkiye’nin dostudur
BUNU AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik söylemiş.
*
CHP, MHP ya da HDP sözcüsü böyle bir cümle kursa...
Şimdiye çoktan üşüşmüşlerdi başına trollerin akları.
*
Ama AK Parti Sözcüsü söyleyince...
Tıs yok.
Muhalefete iki tavsiye
BİR: Ülkenizi yönetenler, haklı ya da haksız, herhangi bir ülkeyle kapıştıklarında... Hemen gidip o ülkenin medyasına ağzını doldurarak demeçler veriyorsunuz ya... İşte bunu yapmayın.
*
İKİ: Ülkenizi yönetenler, haklı ya da haksız, herhangi bir ülkeyle kapıştıklarında... Hemen o ülkeye koşturarak gidip bir dostluk ziyareti gerçekleştiriyorsunuz ya... İşte bunu yapmayın.
Ahmet Hocamız, Boynukalın’ı övdükçe
“İŞTE bizim medeniyetimizin örnek çocuğu budur” mu demek istemektedir?
“Sen ne güzel cam çerçeve indiriyorsun çocuk” diye mi hislenmektedir?
“Gazetecileri döversen seni bakan bile yaparım” diye mi göz kırpmaktadır?