Geçen akşam Tarafsız Bölge’de işte bu soruyu sordum uluslararası hukuk alanında uzman bir isim olan Prof. Dr. Selami Kuran’a.
Selami Hoca...
Canlı yayında... Kalktı ayağa... Eline bir çubuk aldı... Ve başladı harita üzerinden anlatmaya.
“Yeni başlayanlar için 10 dakikalık bir Montrö dersi” gibi bir şeydi yaptığı.
Net, sarih, anlaşılır ve basit bir şekilde anlattı mevzuyu.
*
Sonucu açıklıyorum:
Küfürler, kıyametler, vurmalar, kırmalar, saldırganlıklar, silahlar falan...
*
Ralli bu ya ralli!
Rallideki hangi anlaşmazlık, böylesine kontrolsüz bir öfkeye yol açabilir ki?
Rallideki hangi ihtilaf, böylesine bir sokak çocuğu kavgasını tetikleyebilir ki?
İki gündür...
Kumpas lafları dolaşıma sokulmaya başlandı.
*
Söylenenlere göre...
- Aslında bildiri, gece yarısı yayınlanmayacakmış.
- Bazı eller devreye girmiş, bildiri gece yarısı yayınlanmış.
- Bazı amiraller, bildirinin son halini görememişler.
- Bildiri, amirallerden kaçırılarak yayınlanmış.
İşte bu ahval ve şerait altında Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yı aradım.
İlk sorum şu oldu:
“Bu gidiş nereye Sayın Bakan?”
Bakan Koca’nın ilk sözleri şu oldu:
*
“Vaka sayılarında ciddi artış var. Bunda mutasyon tabii ki etkili ama sadece mutasyonla açıklayamayız. Önlemleri gevşettik maalesef.”
*
Herkesin hakkına hukukuna saygı göstermek için çabalıyoruz. Sorumluluğu bulunmayan kişileri sorumluymuş gibi göstermekten kaçınmaya çalışıyoruz. Yargı kararı ortaya çıkmadan yargısal hükümlerde bulunmaktan uzak duruyoruz.
*
Titizleniyoruz bu konularda. Gayret ediyoruz.
*
Ama yayıncılıkta bazen yol kazaları da oluyor, olabiliyor.
*
Geçen gün sadece ve sadece Hürriyet’in internet sitesinde bir haber çıktı. Çok kısa bir süre yayında kaldı bu haber.
Bildirici amirallerin yakınlarını da konu eden bir haberdi bu.
- CEVAP: Bizim kısa tarihimiz, “Yüce Türk Milletine” diye başlayan darbe bildirileriyle dopdoludur. Bu yüzden “Yüce Türk Milletine” diye başlayan bir bildiri gördük mü işkilleniyoruz. Hele bildirinin altında “Amiral” imzası görünce daha da işkilleniyoruz. Hele bildiri, gece yarısı gelince... Büsbütün işkilleniyoruz. Şimdi ben soruyorum: İşkillenmeyelim de ne yapalım?
*
- SORU: Bildiri yayınlamak suç mu?
- CEVAP: Elbette suç değil. Geçen hafta emekli büyükelçiler, benzer içerikte bir bildiri yayınladılar. Kim çıkıp “Bunlar darbeci” dedi? Bu arada eski milletvekilleri de yine benzer içerikte bir bildiri yayınladılar. “Darbe” diyen çıktı mı? Demek ki burada başka bir şey var.
*
- SORU: Burada ne var? Emekli amiral, görüş açıklayamaz mı?
- CEVAP: Tabii ki açıklar. Açıklıyorlar da zaten. Televizyonlara çıkıyorlar. Kişisel yaklaşımlarını ortaya koyuyorlar. Sosyal medyada yazıp çiziyorlar. Kimse de onlara bir şey demiyor. Ama siz “Aramıza hiçbir alt rütbeli girmesin, biz amiraller olarak şöyle bir posta koyalım” derseniz, tehditkâr ifadelerle dolu bir bildiriyi gece yarısı gündeme düşürürseniz... Her demokratik ülkede “Ne oluyor yahu” diye sorulur. En azından “Bunlar, bir iklim mi yaratmak istiyor? Bu işin arkasında ne var?” denir.
*
“Yüce Türk milletine!” diye başlayan hiçbir bildiriden hoşlanmıyorum.
Çünkü bu seslenişin tınısında...
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve de 15 Temmuz var!
*
Kaldı ki...
Radyo zamanlarının üslubudur bu.
Siyah beyaz televizyonlarda kalmıştır.
*
Hop, başlıyor kalbim Sinovac diye atmaya.
*
“Yeni teknolojileri denemek lazım arkadaş” diyorlar.
Hop, bu sefer kalbim BioNtech diye atmaya başlıyor.
*
Bilmem kaç bin yıllık Çin kültüründen söz ediyorlar.
Hemen Sinovac’a ısınıyorum.
“Eğer muhalefetteki milliyetçi odaklar, demokrasi ittifakına ısrarla engel olmaya devam edeceklerse... Bu durumda HDP öncülüğünde üçüncü bir ittifak, demokrasi ittifakı ilan edilebilir.”
*
Ne demek bu?
Hadi biraz anlamaya çalışalım.
“Muhalefetteki milliyetçi odaklar” derken kastettiği İYİ Parti mi acaba? “Bu iş İYİ Parti’yle gitmez” mi demek istiyor Demirtaş?
*
Önerdiği yol şu: HDP öncülüğünde üçüncü bir ittifak. Ne yani? Millet ittifakı ve cumhur ittifakının dışında bir de
Ben her zaman ve her durumda...
“Suçun şahsiliği” prensibinden zerre kadar ödün vermedim.
*
Ensar olayında böyle davrandım.
Milyonlarca dayak yemeyi göze alarak...
*
CHP’de ortaya çıkan taciz ve tecavüz olaylarında...
Yine aynı prensibe göre hareket ettim.
Uyuşturucu temin ettiği için Emniyet güçleri tarafından yeniden gözaltına alındı. Yani bu kez uyuşturucuyu temin etmekle suçlanıyor.
*
Tabii ki suç şahsidir, partiye mal edilemez ama bu elemanın bir de şu durumu var:
*
Lüks ve şatafat içinde yaşadığı fotoğraflara yansıyor.
*
Kokaindi, pudraydı, şekerdi falan... Gülündü eğlenildi...
“Adını açıklamak istemeyen üst düzey bir askeri yetkili dedi ki...”
*
Saygı Öztürk’ün dünkü köşesinde gördüm ki...
O kalıp, şuna dönüşmüş:
*
“Adını açıklamayan bir yargı mensubu dedi ki...”
*
VALLA abi şöyle söyleyeyim: Sonbaharda olabilir. Olmadı, ilkbaharda... Ama bir de bakmışsın, seküler kesimin tatile gitmesini fırsat bilip Ağustos’un tam göbeğinde de yapabilirler. Bu arada seneye kalma ihtimali de var... Ama Reis sürpriz sever. Bir de bakmışsın seçim vaktinde yapılmış...
*
2- KABİNE DEĞİŞİKLİĞİ
Siz bu yazıyı okurken, değişim gerçekleşmiş olabilir. Böyle bir ihtimal var... Bir bakmışsınız, bir hafta sonra olmuş. Bu da ihtimaller arasında... Bakanlıklar ikiye, üçe, dörde bölünebilir... Ama bölünmeyebilir de! Şu da var: Belki her şey aynı kalır, sıfır değişim olur.
*
3- TAM KAPANMA
Bir tam kapanma kararı gelebilir... Ama gelmeyebilir de... Belki yarı kapanmanın dozu biraz artar... Mesela: Cumartesi öğleye kadar açık, öğleden sonra kapalı gibi... Mesela: Lokantalardaki masa sayısının biraz daha azaltılması gibi... Ha şu da var: Yarı kapanmaya tam gaz devam da edilebilir.
BİR: “Yazı akademisi” diye kurs düzenlemek.
*
İKİ: “Yazarlık atölyesi” diye yazarlık öğretmek.
Kısacası...
Enver’in iddiası, milletimize “Nasıl yazar olunur” dersleri vermek.
*
Tezgâh şöyle işliyor:
Bir Ali Babacan analizi: Teknokrattan lider olmaz!
Ali Babacan’ın çok esaslı bir meselesi yok.
Eğer çok esaslı bir meselesi olsaydı...
İmkânı yok bu zamana kadar içinde tutamaz, dışa vururdu.
*
Ali Babacan’ın içini kemiren, kendisini buhranlara sokan bir derdi yok.
Eğer içini kemiren, kendisini buhranlara sokan bir derdi olsaydı...
Mümkün değil, susamazdı.
*
Ali Babacan’ın elinde dört dörtlük bir çözüm planı yok.
Eğer elinde dört dörtlük bir çözüm planı olsaydı...
Bu zamana kadar çoktan atılıp haykırırdı ve bunun önünde hiçbir güç duramazdı.
*
Ali Babacan kitleleri sürükleyecek bir siyasetçi değil.
Eğer kitleleri sürükleyecek bir siyasetçi olsaydı...
Bu kadar temkinli olamazdı, bu denli suskun kalamazdı ve her daim meydan okurdu.
*
Velhasıl-ı kelam Ali Babacan...
Çok ama çok iyi bir teknokrattır.
Ama lider değildir.
GENÇLER! İŞTE SİZE ÜNİVERSİTE TERCİHİNDE ÖNEMLİ BİR TÜYO
TEKSTİL mühendisliklerini tercih edin, çünkü...
İlk 20 bine girenlere asgari ücret...
İlk 20-50 bin arasına girenlere asgari ücretin yüzde 70’i...
İlk 50-80 bin arasına girenlere asgari ücretin yarısı...
Burs verilecek.
Ayrıca tekstil mühendisliklerini kazananlara anında sektörde iş garantisi verilecek.
*
Bütün bu bilgileri veren İstanbul Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçılar Birliği Başkanı Ahmet Öksüz.
Ayrıca bu vaatlerin arkasında Ticaret Bakanlığı var, Tekstil ve Hazır Giyim İhracatçı Birlikleri var, Türkiye Tekstil İşverenleri Sendikası var.
Haberiniz olsun, aman atlamayın!
![Bir Ali Babacan analizi: Teknokrattan lider olmaz]()
EVET, O TELEFON ‘TELEFON-U ŞERİF’TİR
“FETÖ’cü alçakları durduran en önemli beş etkeni say” deseler...
Birinci sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CNN Türk ekranından halka seslenmesi yer alır. Bu seslenmenin sembolü ise hiç kuşkusuz seslenmeye aracılık eden Hande Fırat’ın cep telefonudur.
*
Bazı tipler, o cep telefonunun 15 Temmuz Müzesi’nde yer alması üzerine “telefon-u şerif” falan diye kafa bulmaya kalkıştılar.
*
Aslında doğru bir tanımlamadır “telefon-u şerif” tanımlaması.
*
Çünkü O telefon...
Şerefsiz FETÖ’cüleri durduran gayet şerefli bir telefondur!
KUTLUĞ ATAMAN’IN GEZİ SAÇMALIĞI
KUTLUĞ Ataman şöyle diyor: Gezi’de çadırları yakan polisler FETÖ’cüydü... Bu yüzden Gezi’dekiler FETÖ’nün oyununa geldi.
Ben de şöyle diyorum: Hadi oradan be! Çadırları yakanlar FETÖ’cü polislerdi de... O polislere sahip çıkanlar kimdi?
HİÇ DSP’NİN AKIBETİNDEN İBRET ALMAZ MISINIZ?
SON yerel seçim bize gösterdi ki...
AK Parti’nin CHP’yi bölsün diye gazladığı DSP... Hiçbir varlık gösteremedi.
*
Çünkü CHP’li seçmen, aptal değildi. Gazlamayı da gazlamanın amacını da hemen fark etti.
*
AK Parti’yi bölsün diye Babacangillere gaz veren muhaliflere sesleniyorum:
DSP’nin bu akıbetine bakıp da hiç ibret almaz mısınız?
MAÇOĞLU
TUNCELİ’de PKK’nın döşediği mayının patlaması biri 4 yaşında, diğeri 8 yaşında iki çocuk can verdi.
*
Nohut satıyor, organik tarım yapıyor, sudan para almıyor falan diye hepimizin gözünde bayağı bir “cici” haline gelen Tunceli’nin komünist belediye başkanı, bu olayla ilgili yayınladığı mesajda...
Ne PKK’dan söz etti, ne döşenen mayından...
Sanki tüp patlamış gibi... Sanki gayet doğal bir felaket yaşanmış gibi... Sanki bir kaza olmuş gibi... Bir mesaj yayınladı.
*
PKK’ya “İki çocuğu katlettin, bu yaptığın alçaklıktır” demeyen, diyemeyen bir komünist, istediği kadar organik nohut satsın, bu saatten sonra asla cici olmaz, olamaz.
YAŞLANDIRMA FOTOĞRAFLARINA DAİR YAPTIĞIM 10 MAVRA
BİR: Üç günde bütün memleket huzur evi gibi oldu... Olmaz olsun!
*
İKİ: Yaşlandırma tekniğinin zerre işlemediği birinci şahıs: Ajda Pekkan.
*
ÜÇ: Yaşlandırma tekniğinin zerre işlemediği ikinci şahıs: Nebahat Çehre.
*
DÖRT: Yahu biz bu ülkede bir günde 20 yıl yaşlanıyoruz! Nasıl oluyor da bu yaşlandırma uygulaması bu kadar popüler olabiliyor?
*
BEŞ: Ferhat Göçer yaşlanmasın abi... Ne olur!
*
ALTI: Mesut Özil var ya... Yaşlanınca bile çocuk yüzlü olacak! Hahahaha!
*
YEDİ: Fotoğrafına yaşlandırma programı uyguladı diye sevgilisini terk eden bir kadın tanıyorum. Adı bende saklı!
*
SEKİZ: Allah ömür verirse bazı arkadaşlarımla yaşlandıklarında görüşmeyeceğim.
*
DOKUZ: Kendi yaşlandırma fotoğraflarımdan yola çıkarak şunu diyebilirim ki: Ben yaşlandığımda kostümsüz Noel Baba olurum.
*
ON: Bir insan 28 ayrı fotoğrafına yaşlandırma programı uyguluyorsa... Tanıyı koyuyorum: Boş beleş işler hastalığına yakalanmıştır.