Bazen acayip demokratik, acayip şaşırtıcı, acayip alkışlanacak açıklamalar yapar.
Mesela...
“Ey ABD! Senin bize verecek hukuk ve demokrasi dersine ihtiyacımız yok” diyerek ABD’ye rest çeker. Amerika’nın Türkiye’den Doğu Akdeniz, Ege, Kıbrıs, Suriye’de taviz istediğini söyleyip... “Asla taviz verilmemeli” der.
*
Bütün bunlara bakıp...
“Hah işte! Milli muhalefet budur” falan diye umutlanırım.
*
Haberde kadına şiddetle mücadelede elektronik kelepçe takılan kişilerin izlendiği merkez anlatılıyordu.
*
Haberin ayrıntılarını okuyunca...
Bu merkeze güvenim arttı. Umutlandım.
Daha önce yaptığı çeşitli densizlikler ve izansızlıklar yüzünden “olay adam” haline gelmiş, hatta GATA’daki görevine son verilmişti.
*
Fakat adam rahat durmuyor abi!
Densizliğe, izansızlığa, abuk sabukluğa devam ediyor.
*
Ne dediğini yazmaya bile tenezzül etmiyorum.
“128 milyar dolar nerede” diye...
*
128 milyar doların hortumlandığı algısı yaratılıyordu.
Ve bu algı, zihinlere kazınıyordu.
*
İşgüzar kamu görevlileri, asılan pankartları polis ve zabıta marifetiyle anında engelleyerek...
- Norveç çok medeni ülke şekerim... Başbakan’a ceza kesiliyor.
*
- Danimarka acayip modern bir ülke şekerim... Başbakanı cam siliyor.
*
- İsviçre çok uygar şekerim. Cumhurbaşkanı bisikletle işe gidiyor.
*
Hep özeniriz, hep gıpta ederiz bu ülkelere.
Geçen akşam Tarafsız Bölge’de işte bu soruyu sordum uluslararası hukuk alanında uzman bir isim olan Prof. Dr. Selami Kuran’a.
Selami Hoca...
Canlı yayında... Kalktı ayağa... Eline bir çubuk aldı... Ve başladı harita üzerinden anlatmaya.
“Yeni başlayanlar için 10 dakikalık bir Montrö dersi” gibi bir şeydi yaptığı.
Net, sarih, anlaşılır ve basit bir şekilde anlattı mevzuyu.
*
Sonucu açıklıyorum:
Ama yüzyılların izini taşıyan türküleri severim. Çağlar ötesinden gelip bizi tam kalbimizden yakalayanları... İlk söyleyeni belirsiz anonimleri... Sözleri gayet basit ama bir o kadar da derinlikli olanları...
İşte bu yüzden “Ben bir türkü sözü yazdım, üstelik de besteledim” diye ortaya çıkanlara karşı hep mesafeli olmuşumdur. Çünkü bu tür iddialardan genellikle yapay sonuçlar çıkar.
*
İbrahim Kalın’ın sözü ve müziği kendisine ait olan ‘Hiç Oldum’ adlı bir türküyü seslendirdiğini duyunca...
“Eyvah” dedim.
Ve bin türlü önyargıyla açıp dinledim türküyü.
*
Küfürler, kıyametler, vurmalar, kırmalar, saldırganlıklar, silahlar falan...
*
Ralli bu ya ralli!
Rallideki hangi anlaşmazlık, böylesine kontrolsüz bir öfkeye yol açabilir ki?
Rallideki hangi ihtilaf, böylesine bir sokak çocuğu kavgasını tetikleyebilir ki?
İddiaya göre:
Orhan Pamuk, romanında Atatürk’le alay ediyor!
*
İnceleme ve araştırmalarımın sonuçlarını aktarıyorum:
*
“Veba Geceleri” romanında bir “Kolağası Kâmil” var.
Program sunucusu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun...
“İstanbul’u kazanacağız, Ankara’yı kazanacağız” türü sözlerini fazla iddialı bulmuş ve kahkahalar atmıştı.
*
Ne olmuştu o günlerde?
Başta Tuncay olmak üzere...
CHP’nin tüm ekâbir takımı...
Öfkeyle, kinle, hınçla...
İki gündür...
Kumpas lafları dolaşıma sokulmaya başlandı.
*
Söylenenlere göre...
- Aslında bildiri, gece yarısı yayınlanmayacakmış.
- Bazı eller devreye girmiş, bildiri gece yarısı yayınlanmış.
- Bazı amiraller, bildirinin son halini görememişler.
- Bildiri, amirallerden kaçırılarak yayınlanmış.
İşte bu ahval ve şerait altında Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yı aradım.
İlk sorum şu oldu:
“Bu gidiş nereye Sayın Bakan?”
Bakan Koca’nın ilk sözleri şu oldu:
*
“Vaka sayılarında ciddi artış var. Bunda mutasyon tabii ki etkili ama sadece mutasyonla açıklayamayız. Önlemleri gevşettik maalesef.”
*
Herkesin hakkına hukukuna saygı göstermek için çabalıyoruz. Sorumluluğu bulunmayan kişileri sorumluymuş gibi göstermekten kaçınmaya çalışıyoruz. Yargı kararı ortaya çıkmadan yargısal hükümlerde bulunmaktan uzak duruyoruz.
*
Titizleniyoruz bu konularda. Gayret ediyoruz.
*
Ama yayıncılıkta bazen yol kazaları da oluyor, olabiliyor.
*
Geçen gün sadece ve sadece Hürriyet’in internet sitesinde bir haber çıktı. Çok kısa bir süre yayında kaldı bu haber.
Bildirici amirallerin yakınlarını da konu eden bir haberdi bu.
“Yüce Türk milletine!” diye başlayan hiçbir bildiriden hoşlanmıyorum.
Çünkü bu seslenişin tınısında...
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve de 15 Temmuz var!
*
Kaldı ki...
Radyo zamanlarının üslubudur bu.
Siyah beyaz televizyonlarda kalmıştır.
*
Akşam saat 19.00 itibarıyla tüm kafe ve lokantalar kapanıyor.
*
Ramazan itibarıyla ise uygulama şöyle olacak:
*
Bütün kafe ve lokantalar kapalı.
*
Bu karar, yeniden gözden geçirilirse...
Hop, başlıyor kalbim Sinovac diye atmaya.
*
“Yeni teknolojileri denemek lazım arkadaş” diyorlar.
Hop, bu sefer kalbim BioNtech diye atmaya başlıyor.
*
Bilmem kaç bin yıllık Çin kültüründen söz ediyorlar.
Hemen Sinovac’a ısınıyorum.
Avrupa birincisiyiz.
Dünyada dördüncüyüz.
40 binleri geçmiş durumdayız.
Varyantlar kaplamış her bir yanımızı.
En çok da İngiliz varyantı.
*
Durduramıyoruz.
“Eğer muhalefetteki milliyetçi odaklar, demokrasi ittifakına ısrarla engel olmaya devam edeceklerse... Bu durumda HDP öncülüğünde üçüncü bir ittifak, demokrasi ittifakı ilan edilebilir.”
*
Ne demek bu?
Hadi biraz anlamaya çalışalım.
“Muhalefetteki milliyetçi odaklar” derken kastettiği İYİ Parti mi acaba? “Bu iş İYİ Parti’yle gitmez” mi demek istiyor Demirtaş?
*
Önerdiği yol şu: HDP öncülüğünde üçüncü bir ittifak. Ne yani? Millet ittifakı ve cumhur ittifakının dışında bir de
Ben her zaman ve her durumda...
“Suçun şahsiliği” prensibinden zerre kadar ödün vermedim.
*
Ensar olayında böyle davrandım.
Milyonlarca dayak yemeyi göze alarak...
*
CHP’de ortaya çıkan taciz ve tecavüz olaylarında...
Yine aynı prensibe göre hareket ettim.
Ara Güler müdafaası
ARA Güler, ne zaman çıkmış da siyasi bildiriler ve ideolojik manifestolar falan ortaya koymuş ki...
Cumhurbaşkanı’nın fotoğraflarını çekince...
Adama “dönek” deniliyor?
*
Ara Güler, kendisine “sanatçı” diyenlere...
“Yürüyün gidin, ben sanatçı değilim, ben foto muhabiriyim” diyen bir adamdır.
Cumhurbaşkanı, “Gel benim fotoğraflarımı çek” dediğinde...
Hiçbir foto muhabiri “Yok abi, kalsın, ben sana karşıyım” demez, diyemez.
Bu kadar basit bir gerçeği idrakten yoksun muyuz?
*
Ara Güler portre fotoğrafı çekmeyi sever.
Siyasetçi fotoğrafı çekme fırsatı doğduğunda...
Asla hayır demez.
Bülent Ecevit’in fotoğraflarından oluşan koca bir kitabı var adamın, iki yıl peşinden koşmuş Ecevit’in...
Ne yani?
Ülkenin son 14 yılına damgasını vuran bir siyasetçinin fotoğraflarını çekmesin mi?
Bundan daha doğal ne olabilir?
*
Ara Güler “Ben hayatımın fotoğraflarını çekmişim zaten çekeceğim kadar” diyecek ve fotoğraf makinesini bir tarafa bırakacak bir adam değildir.
Ülkenin Cumhurbaşkanı’nın fotoğraflarını çekme fırsatı doğduğunda...
Gider ve çeker.
Bu azim de ancak takdir ve saygıyla karşılanır.
*
Neden ille de Ara Güler’in Tayyip Erdoğan’a yaranmaya çalıştığını düşünüyoruz ki?
Ne yani?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Benim fotoğraflarımı Ara Güler çekmeli” diyerek...
Ara Güler’i yüceltmiş olmuyor mu?
Olaya neden böyle bakmıyoruz, bakamıyoruz ki?
*
Tamam, anladık.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan nefret ediyorsunuz.
İyi ama koskoca Ara Güler’i, neden bu nefretinize kurban ediyorsunuz ki?
Ayıp değil mi?
Yazık değil mi?
Kemal Bey’in de fotoğrafını çekmişti
KEMAL Kılıçdaroğlu, bir sohbetimiz sırasında “Ara Güler’in fotoğraflarımı çekmesini çok isterim” demişti.
Kemal Bey’in bu isteğini Ara Güler’e iletmiştim.
Hiç ikiletmeden “Hay hay” demişti, “Tabii çekerim” demişti, “Memnuniyetle” demişti.
*
Sonra Kemal Kılıçdaroğlu ile Ara Güler’i buluşturdum Florya taraflarında.
Ara Güler, hiçbir yapmacıklığa yer vermeden, mesafe duygusunu koruyarak ve tamamen yaptığı işe odaklanarak çekti fotoğrafları...
Kemal Bey de olağanüstü bir saygı gösterdi Ara Güler’e.
*
Yani demem o ki...
Ara Güler bir foto muhabiridir.
Dün Kemal Bey’in fotoğraflarını çeker, bugün Tayyip Bey’in...
*
Hatta istesinler...
Yarın, Devlet Bey ile Selahattin Bey’i de çeker.
*
Zaten çekmezse...
Ara Güler olmaz ki.
İlahi Emine Ülker Hanım!
EMİNE Ülker Hanım, CHP’den ayrılıp yeni bir parti kurmuştu.
Kurduğu yeni parti, seçimde binde bilmem kaç oy alınca...
Emine Hanım da partiyi kapatıverdi.
*
Partiyi kapatırken söylediği söz şu:
“Siyaset için para gerekiyormuş. Devasa bütçeler lazımmış. İnsanın özgürlüğünün önemi olmasa da paraların özgür olması, havada uçuşması lazımmış.”
*
İlahi Emine Ülker Hanım!
Bu basit ve sıradan ülke realitesini görüp fark edebilmeniz için ille de böyle bir deneyim yaşamanız ve yaşatmanız mı gerekiyordu?
Kime sorsanız kulağınıza fısıldardı bu ülke realitesini.
*
“CHP Grup Başkan Vekilliği” gibi çok mühim bir koltuk, kimlere emanet edilmiş görüyor musunuz?
Şiir gibi dış politika
SIRF Obama istedi diye...
Çekiliyoruz Musul’dan.
Girerken hesap edemedik, çıkarken hesap ediyoruz.
Hiç lamı cimi yok.
*
Sırf düşmanlarımız biraz fazla çoğaldı diye...
Dost oluyoruz İsrail’le.
Ağzımızı doldurarak konuşurken, hiç planlamamıştık bu dostluğu.
Hiç lamı cimi yok.
*
Sırf Amerika, Suud’dan istedi diye...
Ordu kuruyor Suudi Arabistan.
Biz de içinde yer alıyoruz, Sünni bir hırstan.
Hiç lamı cimi yok.
Ensar olmak
MUHACİRE ensar olmak, bizim inancımızın en temel taşlarından biridir.
Fakat işte ABD’de bile “Açık Kalpler/Açık Evler” diye kampanya düzenlenirken...
Bizde durum facia boyutunda...
*
Şöyle ki:
Hurriyet.com.tr’de dün soruldu: “Evinizi Suriyeli mültecilere açar mısınız?”
Yüzde 62 ‘hayır’ dedi.
Bayıldım bu karelere
MECLİS’in Roman milletvekili Özcan Purçu, Meclis kürsüsünden “bir Roman’ın çığlığı” tarzında süper samimi bir konuşma yapmış.
O konuşmasını bitirince...
AK Parti’nin milletvekillerinden Metin Külünk, kürsüden haykıran samimiyet karşısında kendinden geçmiş bir şekilde Özcan Purçu’ya sarılıyor.
*
Geçen gün bütün gazetelerde yer alan bu karelere bayıldım.
Özellikle, Metin Külünk’ün “CHP zihniyeti” falan demeden, bütün gönlünü kocaman açmışçasına Özcan Purçu’yu bağrına basmasına bayıldım.
*
Keşke hep böyle olsa... Hayat bayram olsa... İnsanlar el ele tutuşsa... Falan filan.
CHP milletvekili Özcan Purçu, büyük alkış alan konuşması sonrası Meclis Başkanlığı kürsüsüne de böyle teşekkür etmişti.
FOTOĞRAFLAR: Selahattin SÖNMEZ
Sehven
DÜN bu köşede yayınlanan İsmet Paşa fotoğraflarından birinin altında “Yıl: 1959... İsmet Paşa iktidarda” diye bir ifade çıktı. Bu ifade, sehven yer almıştır. Doğrusu “Yıl:
1949... İsmet Paşa iktidarda” olacaktı. Düzeltir, özür dilerim.
*
NOT: Tam üç buçuk yıldır “sehven” kelimesini kullanmak için fırsat kolluyordum. Sağ olasın İsmet Paşa! Sayende kullandım.