İşte Ankara’daki “Fasıl”dan notlar:
- Fasıl’ın ev sahipliğini Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek yaptı.
- Yüze yakın davetli katıldı, davetlilere fasıldan önce yemek ikram edildi.
- TRT sanatçılarından katılım yoğundu.
- Kabineden iki isim davetliler arasındaydı: Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Bayındırlık Bakanı Mustafa Demir.
- Sürpriz konuk: İlker Başbuğ’a yakınlığıyla bilinen akademisyen Nuran Yıldız…
- Melih Gökçek’in oğlu Osman Gökçek göze çarpan isimlerdendi.
Sağcı Vakit gazetesi Bakan’a tam destek verdi.
Radikal İslami derneklerden bazıları da eşcinsellik karşıtı sert bildiriler yayınladılar.
Mahallenin diğer yayın organları ise meseleye dalmamayı tercih ettiler.
Fakat bir isim vardı ki, yaptığı açıklamalarla fark yarattı.
Ankara İlahiyat’ın feminist İslamcılarından Hidayet Tuksal, CNN Türk’te Tarafsız Bölge’de eşcinsellik meselesini değerlendirirken, gelebilecek tepkilere aldırış etmiyordu.
Tuksal, bakış açısını şöyle belirledi:
* İslam eşcinselliğe iyi bakmaz. Bu konuda ayetler var.
Sanırım Erdoğan’ın kafasındaki “ideal gazete” aşağı yukarı şöyle bir şey:
- Manşet atacak ama bağırmayacak.
- Haber olacak ama memleketi germeyecek.
- Köşe yazarı olacak ama kafasına göre takılmayacak.
- Fotoğraf olacak ama müstehcen olmayacak.
- Eleştiri olacak ama kabul edilebilir ölçüler içinde olacak.
- Muhalefet yapacak ama hükümet icraatını geniş bir şekilde yansıtmayı ihmal etmeyecek.
Özellikle köşe yazarlarının işlediği konulara dikkat kesildim.
Enteresan bir konu dağılımı çıktı ortaya...
Şöyle ki:
BİR: Aydın Doğan iyi, çevresi kötü yazıları.
İKİ: Bütün kötülüklerin arkasında Ertuğrul Özkök var yazıları.
ÜÇ: Islak imza yazıları...
DÖRT: İlker Başbuğ yazıları...
Ne “gönder mektubu” diyen var ortada, ne de “saçmalama, ne istifası” diyen...
Tam da “fırtına öncesi sessizlik” diye düşünürken...
Telefonum acı acı çaldı...
Açtım...
Telefondaki ses, “Aydın Doğan Bey sizinle görüşmek istiyor” dedi...
Kısa bir bekleme süresinde durumu kendi lehime çevirecek türden hayaller kurmaya başladım...
İçimden dedi ki:
Bir kere yazdı.
Bir daha yazdı. Yazdı, yazdı.
Genelde bu türden polemiklerde pek topa girmeye Fehmi Koru, önce durdu...
Durdu, durdu...
Ve ardından “pat” diye topa girdi.
Akşam Gazetesi’ne mülakat verirken bir parfüm şişesiyle birlikte poz verdi.
Lisan-ı hal ile “Ben kolonya kokmam, parfüm kokarım” demeye getiriyordu. Fakat...
Öyle bozulmuş ki sormayın.
İçeride kesif duman yok.
Nargilenin babaları terk etmiş ortamı.
Dışarısı aşırı turistik bir hale gelmiş, hanutçular sarmış dört bir tarafı.
Mustafa Kutlu yok... Hüsamettin Arslan yok.
Kimsenin “Epistemik Cemaat” falan taktığı yok.
Dışarıda soğuktan titreyerek nargile çekmeye çalışan yeni yetmeler...
Yakalanmışım
Vay vay vay...<br><br>“Hürriyet.com.tr”da benim yazım, yanlışlıkla Ahmet Hakan imzasıyla yayınlanmış.
“Ahmet Arsan imzası” ile “Ahmet Hakan imzası”, alt alta yer alıyor.
İkisinin karışması, bir yanlışlık olması normal...
Zaten “Hürriyet.com.tr” yöneticileri, meseleyi teknik olarak izah eden bir açıklama da yayınladılar...
Meğer ne çok meraklısı varmış kardeşim bu işin?
“Ahmet Arsan, Ahmet Hakan çıktı... Yakalandı...” falan diye bağırmak için can atan ne çok kişi varmış.
Ne olacak sanki?
Hadi diyelim ki, Ahmet Hakan’ı bilgisayar başında Ahmet Arsan yazıları yazarken yakaladınız?
Ne olacak?
Neyi halletmiş olacaksınız?
Diyelim ki bir teknik hata oldu...
Ve benim yazım, Oktay Ekşi imzasıyla çıktı...
O zaman da “Ahmet Arsan’ı Oktay Ekşi yazıyormuş... Yakalandı...” falan diye mi haber yapacaksınız?
Geçen bir gün gazetede yanlışlıkla bir yazarın yazısı, bir başka yazarın fotoğrafı ve imzası altında yayınlandı...
Kimse de çıkıp “Bilal Çetin diye biri yok, o aslında Hikmet Bila’dır” falan demedi...
Ne oluyor size kuzum?
Delirdiniz mi?
Bu yazıları Ahmet Hakan yazmıyor, ben yazıyorum.
Ama diyelim ki Ahmet Hakan yazıyor.
Nedir problem?
Sen söyleyene değil, söylenene baksana...
Sahtekarlık falan mı dediniz?
O zaman Taha Kıvanç diye yazana da mı sahtekar diyeceğiz.
Ama o yazıları Fehmi Koru’nun yazdığı biliniyor...
İyi de ilk çıktığında bilinmiyordu, epey süre de saklandı...
İlk dönem sahtekardı da sonra mı dürüst oldu?
Hem işinize baksanıza kardeşim siz...
ŞAHSİ NOTLARIM
Biliyor musunuz?
Star gazetesinde bana karşı bir köşe açıldı.
Taklit bir köşe...
Ama yine de...
Star gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu kardeşimi kutluyorum...
Yayıncılık hayatında ilk defa düzgün, dikkat çeken, zekice, ses getiren bir iş yaptı...
Taklit de olsa, aleyhimde de olsa...
İyi işi takdir ederim ben...
Ha gayret Mustafa...
Bak, öğrenmeye başladın bu işi...
Geçen cuma Beyazıt’taydım.
Nostaljik duygular içinde gittim Beyazıt’a...
Çünkü İslami kesimin bir protesto gösterisi vardı.
Katsayı meselesinden dolayı Danıştay protesto edilecekti.
Gittim, gördüm...
Sertlik derecesi düşük, heyecanı az bir gösteriydi.
İllegalitenin doğal gerilimi bile yoktu...
Hey gidi eski gösteriler... Hey gidi Nurettin...
Dedim durdum...
Vatan yazarı Mutlu Tönbekici, kendisi için “İslami kesimin sevilen köşe yazarı” nitelemesinde bulunmama bozulmuş galiba.
Ne var bunda bozulacak, anlamadım ki?
Keşke ben de “İslami kesimin en sevilen yazarı” olabilsem...
Korkma Mutlu...
Bir kesim seni seviyor diye, ille de o kesimden olman gerekmez.
Ya da...
“Demek İslami kesim beni seviyor, al sana bir minare yasağı yanlısı yazı...” demene de gerek yok...
Rahat oyna Mutlu...
İslamcı Ömer’den sağcı İskender’e yanıt
İskender Pala, “Solcu sanatçılar bizi görmezden geliyorlar... Sol edebiyat bizi kabullenmiyor...” falan diye yazınca...
Yeni Şafak yazarı Ömer Lekesiz, dağlara yaslanıp öyle bir gümbürdedi ki bu kadar olur.
Ömer Lekesiz kısa sürede benim ilgiyle takip ettiğim yazarlar arasına girdi.
Sözünü budaktan sakınmaması, koordinatları bana çok uyan bir tarzda koyması ve açık sözlülüğüyle etkiledi beni.
İskender Pala’ya verdiği şu yanıta bakın, ne dediğimi anlarsınız. İşte Lekesiz’in yazısından uzunca bir alıntı:
“Sol sanatçıları kıskanç, küfürbaz olarak itham edeceksin... Sonra da kalkıp, ağıt figan içinde onların yönettikleri gazete ve dergilerden ilgi dileneceksiniz...
Ardından çırpındıkça batmanın doğal bir sonucu olarak komplekssiz, eğilip bükülmeyen bir duruştan bahsedeceksiniz. Allah aşkına bu nasıl bir mantıktır?
Hangi siyasi maksatla üretildiği artık malum olan ‘dünya siyaset literatürü’ndeki sağ-sol ayrımını sorgulamaksızın benimseyebilmenin, büyük bir kitleye yaslanma kibriyle ‘sağcılık’ makamından konuşmanın, ‘iki ayak vardır’ kabilinden ucuz ve komik ikna yöntemlerine sarılmanın mantığını anlıyorum...
Olur ya bir solcu size acıyıp da ‘getiriniz ressamlarınızı, sergileyelim ürünlerini’ dese bir tane ressamınız yok.
Romancılarınızın üstüne yazılar yazalım dese Peyami Safa’dan sonra yetişmiş tek romancınız yok...
Getiriniz şairlerinizi şiirlerini domates güzeli festivalinde bile okutalım dese Yahya Kemal’den sonra yetişmiş bir tek şairiniz yok.
Getirin filmlerinizi, açalım tüm salonlarımızı dese, bir tek filminiz yok, şehir kökenli bir tek sinemacınız yok... Üstelik şehirli olmayandan sinemacı olmayacağından bile haberiniz yok.
Yok oğlu yok...
... Ama ‘belediyelerce en az 10 kilo ağırlığında kitaplar ürettirilecek, İstanbul semtlerinin görüntüleri külliyatlı paralar karşılığında çektirilecek, şu yazar bu sene ölebilir, onun adına gelecek sene yüksek paha karşılığında anma etkinlikleri düzenlettirilecek...’ dendi mi, son model arabalarınızla ilgili yerlerin otoparklarını işgal etmede, ilgili büroları tavanına kadar doldurmada maharetli adamlarınız var.”
Biten şeyler
İSLAMİ MODA
Bu konuda ortaya konanların ucuzlukları anlaşılınca yeniden ortalamaya dönüldü. Artık çok az kimse yolunu Tekbir Giyim’den geçiriyor. Daha ortalama markalar tercihe şayan bulunuyor. Beklenti de kalmadı.
YEŞİL POP
90’larda bir furya olarak başladı. Fakat kalite çıtası bir türlü yükselemedi. İlahi güftelerine arabesk formlar karıştırarak elde edilen bu müzik türü, bugünlerde tamamen bitti...
BEYAZ SİNEMA
Sinema alanında da farklılık ve misyon peşinde koşmak yerine has sanata bir yönelme oldu... Artık manevi değerleri konu alan filmler çekmek yerine küçük insan hikayeleri anlatmaya bir teamül var.
RADİKALİZM
Bu iş partiyle olur mu sorusu artık demode... AK Parti’nin tek başına iktidara gelmesinin ardından bu tür soruların sadece nostaljik değeri kaldı. Türkiye’de cuma namazı kılınmaz, çünkü burası darülharptir diyen de kalmadı tabii...
MEALCİLİK
80’lerde epey taraftar bulmuştu bu akım... Kuran’a itibar edip sünneti yadsıyan anlayış, İslami kesimin bir ara en büyük tartışma konusuydu... Bu akım da yumuşadı ve diğer akımların arasında kaynadı gitti...
İslami kesimde Modalar Demodeler
DEMODE Necmettin Erbakan...
MODA Sarıgül’cü Sabri Erbakan...
DEMODE Hidiv Kasrı...
MODA Borsa Lokantası...
DEMODE Türban sorunu...
MODA Katsayı sorunu...
DEMODE Meksika Sınırı...
MODA Kafa Dengi...
DEMODE Mustafa Çalık...
MODA Ahmet Turan Alkan...
DEMODE Fehmi Koru’nun fasılları...
MODA Doğum günü partileri...