Washington’daki Apple mağazası aslında bir Cizvit manastırı

Mac kullanıcıları Katolik, PC’ciler Protestan. Mac, şatafatlı ikonalarla gönül almaya çalışan, Cizvit işi, reform karşıtı bir neşe. PC, yoruma açık ama ağır bir kişisel sorumlulukla ezen, Kalvinist bir baskı...

Sokak adam edilemeyecek kadar berbatsa, bir bina dikip insanları içine tıkıyorsun... Konsantre bir gösteriş yaratıyorsun. Sonra da bir alışveriş merkeziyle modernleştiğini zannediyorsun. Washington’daki şimdilik tek Apple mağazasının böyle bir yerde olması bu açıdan bir tesadüf olabilir mi!..
İçeriye girdim. 3GS iPhone’ların önünden geçerken, mağazada çalışan bilgisayar geek’lerinden biri, “Biraz bekleyin” dedi. Kimse duymasın diye de kısık sesle konuşuyor: “Bugün sakın almayın. Bugün bir açılış konuşması anonsu geldi bize. Her açılış konuşmasında yeni bir ürün lanse ediliyor. Onu bekleyin.”
Niye bana bir iyilik yaptı?... Elimde bir Blackberry ile dolaşıyorken bu iPhone kardeşliğinde niye benim de bir yerim olduğunu düşündü hiçbir fikrim yok. Ama kalın gözlüklü, saçı başı dağınık satıcı öyle bir hava yarattı ki, sanki bir Apple Tarikatı var ve ben de üyesi olmaya davet edilmiştim. Tıpkı Umberto Eco’nun bundan yıllar önce söylediği gibi. Apple dinine çağrıldım.
Eco’nun bugün bile referans verilen o makalesinin başlığı Kutsal Savaş. 1994’te yazmış. Steve Jobs’u şirketten atmışlar. Daha dönmesine 2 yıl var. Apple henüz bir fenomen haline gelmemiş. Ama daha o zamandan adını koymuş. PC ve Mac arasında kutsal bir rekabet var ve bu durum dünyaya şekil veren, yeraltında bir din savaşına dönüşüyor demiş.
Son çıkan aletlerle dolaşan teknoloji bağımlısı erkeklerin Freudyen analizi artık yeterince kabak tadı verdi. O aletlerin neyi sembolize ettiğine artık ayağa düşmüş Freud’le cevap vermek fazlasıyla sıkıcı. Ama işi bir dine benzetmek... Mac kullanıcılarını Katolik, PC’cileri Protestan yapmak... Mac’i şatafatlı ikonalarla gönül almaya çalışan, Cizvit işi, reform karşıtı bir neşe gibi yorumlayıp PC’cileri yoruma açık ama ağır bir kişisel sorumluluk altında ezilmiş Kalvinistlere benzetmek... Tam da bir Ortaçağ semiologunun kalemi... Aklınıza elinde tuttuğu ekranı açık bir Mac’i okuyarak karanlık bir manastır koridorunda yürüyen, Gülün Adı’nda anlattığı Cizvit rahiplerinden birinin görüntüsü gelmiyor mu?
Almadım iPhone. Alacağım da yoktu zaten ama o an benimle paylaştığı sırrın beni değiştirdiğini düşünmesini istedim. Ve müstakbel tarikat arkadaşıma teşekkür edip “O zaman ben yarın geliyim” diyerek çıktım.
Çıkarken... Tecrit eden, yorumu daraltan, o şatafatlı alışveriş merkezinde Apple’ın ne aradığını da galiba anladım.
Orası aslında bir Cizvit manastırı!..

İnsanlar kaçıyor politikacılar kovalıyor

Umberto Eco, Mac-PC çekişmesini, “Aslında ikisinin de altında aynı şey yatar” diye bağlıyor. İkisinin de kodlarını Eski Ahit’e benzetip, her zamanki gibi her şeyi Yahudi Lobisi’nin kontrol ettiğini söylüyor. Kinayeyle...
Politikaya girmeden söyleyeyim... Semiyolojiye takık Tevrat yorumcularını, şifrelerle hayatın anlamını arayan Kabalacıları düşününce Eco haksız sayılmaz... Bir de politikaya girseniz...
Hafta içi İsrail’in elçilik yetkililerinden biriyle konuşuyoruz. Laf, bir ara İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Gazze krizi yüzünden iptal edilen Washington gezisine geldi. Neler planlanmıştı diye sordum. İşin medya kısmından bahsederken “Başbakan’ı Colbert Report’a çıkaracaktık” dedi. Yani o kadar ağır haber programı, ağır anchor, ağır televizyon kanalı dururken, Comedy Central’da politik hicivler yapan, kendi ifadesiyle iyi niyetli, ama bilgisiz ve had safhada salak bir anchor taklidi yapan Stephen Colbert’ın karşısına oturacaktı. Antimedya bir şovmenle konuşacaktı.
Eco’nun dediği gibi semiyoloji Yahudilerin ustası olduğu bir işse, doğru okudular demektir. Çünkü trend bu. İnsanlar artık politikacı görmek istemiyor. Ama akıllı olan politikacılar, onları yakalayacakları yerleri biliyor.
Barbara Walters, Whoopi Goldberg gibi kadın sunucuların hazırladığı The View’e çıkmak için yarışanlar... Colbert’a gidenler... CNN ve CBS’i, haber servislerini birleştirmeyen zorlayan da işte bu.

2008 OBAMA

* Bush’tan sonra kazandı. ABD tarihinin en başarısız başkanlarından birinden sonra.
* Afganistan, Irak’ta batağa saplanmış bir ülke ve büyük bir ekonomik kriz devraldı.
* Katrina Kasırgası’nı eline yüzüne bulaştırmış Cumhuriyetçiler, halkta nefret yaratmıştı.
* Seçilmek için internette kendine bir taban yarattı.
* Çok iyi eğitimli. Donanımlı. Belagati sağlam. Hepsi seçilmesinde etkili oldu.
* Seçimden önce öyle bir hava yakaladı ki, rock star kadar popüler oldu.
* İlk siyah başkan oldu.

2012 PALIN

* Böyle giderse Cumhuriyetçiler’in 2012 adayı olacak ve ABD tarihinin en başarısız başkanlarından birine karşı yarışacak.
* Enkaz devralacak. Afganistan, İran’da batağa saplanmış, işsizliğe teslim olmuş bir ülke.
* Meksika Körfezi’ndeki petrol sızıntısını durduramayan Demokratlar, halkta nefret yarattı.
* Çay Partisi hareketiyle bir gönüllüler ordusu kurdu.
* Kapandı. Söylenene göre aylardır kitap okuyor, kampanyasına hazırlanıyor.
* Öyle bir hava yakaladı ki, kasımdaki ara seçim öncesi gidip destek verdiği isimler adaylığı kapmaya başladı.
* Böyle giderse ilk kadın başkan olacak.

Joe Lauria, Pensilvanya’ya Ergenekon’un peşinden gitti

İki ay önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bu sefer nükleer zirve için Washington’a geldiği dönemdi. 14 Nisan’da düşünce kuruluşu CFR’da da bir konuşma yaptı.
Konferansa gittiğimde salonda uzun süre önce konuştuğum bir gazeteciyi gördüm. Kendi kurduğu internet sitesinde genelde komplo teorileri yazan Wayne Madsen. Toplantıdan sonra da Madsen beni o gün yanındaki başka bir gazeteciyle tanıştırdı. O da geçen haftaki Wall Street Journal’da çıkan Fethullah Gülen röportajını yapan Joe Lauria idi.
Lauria New York’tan gelmiş, Madsen DC’den. Ancak konuştukça aslında Davutoğlu için gelmediklerini öğrendim. O gün konuşmanın moderatörlüğünü yapan eski Ankara Büyükelçisi Marc Grossman için oradalardı. Çünkü Grossman’ın uluslararası nükleer madde kaçakçılığına karışmış ve Türkiye adına çalışan bir ajan olduğunu düşünüyorlardı.
Madsen gibi Lauria’nın da öncelikli ilgi alanı Ergenekon. Fethullah Gülen’in ismini o gün ilk kez benden duydu. Ve sizin şimdilik sadece Gazze boyutunu okuduğunuz Gülen röportajında da, yazılı yanıtlanan asıl kısımlarda Gülen’e sadece Ergenekon’u sordu.
Dışarıdan bakınca çok gizemli görünen bir sürü olayın tam aksine ne kadar basit sebeplerden doğabildiğini biliyorum. O yüzden Gülen’in WSJ’a verdiği röportajla ilgili yazılanları da bu gözle okuyorum. Ancak yine de sorulması gerek.
Bir serbest gazeteci olan ve WSJ’ın adını kullanan Lauria’nın Pensilvanya’ya geçen ay yolladığı Ergenekon’la ilgili 11 soruya Gülen’in cevap vermesinde ne etkili oldu?.. Örneğin aynı dönem New York Times da soru yolladığı halde, neden Wall Street Journal seçildi?.. Bir de Hakan Yavuz, Tuncay Güney... Gülen Cemaati’nde, başta kulağa hoş gelen şeyler söyleyenlere kucak açma gibi bir gelenek var anladığım kadarıyla. Sonra pişman olunsa da... Bu röportajın kabul edilmesinde de böyle bir durum oldu mu?..

Bir Yankee’nin futbolu sevmesi neden zordur

* Çünkü konsantre olamaz. Kesintisiz 45 dakika uzun gelir.
* Bir İngiliz ile aynı sporu sevmeyi kendine yediremez. Amerikan futbolu, beyzbol, hokey, basketbol dururken...
* ESPN aldı Dünya Kupası yayın hakkını. 4 yıl önce maçları bir beyzbolcuya anlattırmışlardı. Skandal olunca şimdi İngiltere’den spiker transfer ettiler. Bu bile onun için büyük bir utançtır.
* İzlemek istese de televizyonda, gazetede futbol haberi bulamaz.
* Reklama müsait değildir futbol. Mola yok çünkü. Bu yüzden televizyoncular da futbolu sevmesi için uğraşmaz.
* Sporda paranın konuştuğunu düşünür. Büyük statlar, gösterişli yayınlar... Siz şimdi sevmiyorsunuz ama Platini çok güzel söyledi. Futbolu IMF gibi zanneder.
* Hiçbir zaman tek bir işle ilgilenmez. ESPN, futbol yayınına uygun değil diye ekranın altından akıttığı haber bandını kaldıracağını açıkladı. Kıyamet koptu...
* En önemlisi, her zaman kazanmaya alışmıştır. Futbolun istikrarsızlığından hoşlanmaz.
Yazarın Tüm Yazıları