Tuzname

DOKTOR, ‘‘Çok fazla tuz yiyorsun, azalt’’ dedi.

Eh, yaş artık bayağı bayağı kemale erdi ya, çaresiz, her altı ayda bir o ‘‘çekap’’ denilen genel hekim kontrolünden geçiyorum.

Silindir yatakları ne alemde, debriyajda boşluk var mı, akünün ömrü tükeniyor mu diye nasıl ki eskimekte olan bir otomobili işin erbabı garajcıya göstermekte yarar vardır, işte ben de öyle, kan ve idrar tahlili, yürek elektrosu, ciğer röntgeni falan, nüfus kağıdı tarihindeki eskimenin organizmaya hangi tür ‘‘arıza’’larla yansıdığını öğreniyorum.

Bu defa tuz önceliği çıktı!

Bazı sabahlar aynaya baktığımda, suratımın yoğun ensülin tedavisi gören bir hasta gibi şişmiş olduğunu görüyor ve bunu da ya uykusuzluk gecelerinin cehennemine, ya onlardan kaçabilmek için yuttuğum ilaçlara, ya da dozunu aşırdığım viski kadehlerine bağlıyordum.

Zahir tabii ki bunların da etkisi mevcut ama, tabip ‘‘tuz’’ dedi.

‘‘Sodyumdan dolayı vücudunda su toplanıyor ve şişiyormuş gibi gözüküyorsun’’ diye ekledi.

Allah'a şükür henüz yüksek tansiyon söz konusu değil ama, giderek bunun da gelebilecegini söyledi.

Anlaşıldı, en azından bir sonraki 'çekap'a kadar tuz pehrizi yapmaya çalışacağım.

*

DOĞRUDUR, tuzu ve tuzluyu severim.

Nitekim, zahir tatlıyla pek aram olmadığından, çocukluğumdan beri, sofraya gelen her yemeğin daha tadına bakmadan üzerine hemen tuz boca ettiğim için ebeveynlerimden azar işitirdim.

Sonra, eh bekár adamım ve her dakika mutfakta kolları sıvayıp kendim için hünkarbeğendi veya zeytinyağlı bakla pişirecek halim yok ya, gayet kolayıma geldiginden, içine zaten bol miktarda sodyum karıştırılmış bilimum şarküteriyi fazlasıyla tüketirim.

Lakerda, çiroz, logiros türü tuzlu ve füme balıkları ise hiçbir şeye değişmem.

Artı, salataya bastığım tuz ya da tıkındığım konserverlerdeki aynı gizli madde, hekimin söylediklerini tamamen kabullenmek zorundayım.

Dedim ya, şimdi en azından bir altı ay sucuğa salama elvada, lakerdadan topu topu bir gıdımlık ince dilim ve tuza ‘‘adios amigos’’...

*

FAKAT malum, bu tuz insanlık tarihinin çok uzun bir döneminde neredeyse altın kadar değer taşırdı.

Kara içlerinde ancak çok sınırlı yerlerde elde edilebiliyor, deniz taraflarında ise hem maddeyi toplamasını bilen az, hem de tuzu başka yerlere sevk edebilmek çok zor iş, dolayısıyla, o beyaz toz uğruna ne kervanlar yola çıkıp, eşkıya bastığı için bir daha geri dönmedi veya bir tuz ocağı için ne meydan muharebeleri verilip, binlerce insan ölmedi.

Zaten Roma İmparatorluğu'nda asker maaşlarının bir bölümü tuz kelimesinin Latince kökeninden ‘‘salarius’’ adı altında ödenirdi ki, bugün dahi Fransızcanın 'salaire'si ve İspanyolcanın 'asalariado'su yine aynı sözcükten türemişlerdir ve her ikisi de 'ücret' anlamına gelirler.

Yani, tuz bir meta değer, alım gücü olan bir para niyetine kullanılmıştır.

Kaldı ki, Avrupa ortaçağında çoğu gezgin olan kral ve şövalyelerin mülkiyetindeki tek gerçek mobilyayı at sırtına yüklenebilen ahşap sandıklar oluştururdu ve bunların en mahrem, en gizli, en kilitli çekmecelerinde tuz torbası taşınırdı.

Nitekim, malum efsaneyi unutmayalım....

*

HANİ şehzade bilge kulunu çağırmış ve 'Beni ne kadar çok seviyorsun' diye sormuş ya, işte ondan söz ediyorum.

Adam düşünmüş taşınmış ve 'Tuz kadar devletlum' cevabını vermiş.

Tahtın üzerinde oturan buna çok kızmış ve 'Bre alçak, benim senin gözündeki değerim bir perçem tuz mu, tıkın deyyusu zindana' buyurmuş.

Gel zaman git zaman o ülkede öyle bir tuz yokluğu başlamış ki, şehzade hazretleri dahi bir dirhemini bulamadığından, bilge kulunun ne demek istediğini o zaman anlamış.

Adamı zindandan çıkartıp vezir-i azam yapmasıyla da kıtlık sona ermiş.

*

VE nihayet birkaç nokta daha...

Başta Ruslar tüm Slav halkların dostluk belirtisi olarak yabancıya somun ekmek ve tuz ikram etmesi; bizlerin aynı tuzu başımızın üzerinde döndürerek bereketi çağrıştırmamız; Kuzey Denizi balıkçılarının engine açılmadan önce suya tuz atarak tekrar limana dönebilmeyi dilemeleri, insanlığın derin bilinçaltında yerleşiklik kazanmış 'tuz efsanesi'ni yansıtmıyor mu?

Her neyse, sizlerin ağzınızın tadı tuzu yerinde olsun ve bana perhiz...
Yazarın Tüm Yazıları