Paylaş
Türkiye’nin, bir yandan Filistin-İsrail öte yandan da İran ile ABD-AB cephesi arasında oynadığı rolü ben, “deli güllabiciliğine” benzetiyorum. Büyük bölümünüz “güllabiciliğin” ne anlama geldiğini bilmez. İyi anlatabilmek için Hakkı Devrim beye sordum: “Karşınızdaki çok zor bir kişiyi, sabırla oyalayacak, gönlünü hoş edecek şekilde davranmak” dedi. Türkiye’nin durumu, bu tanımlamaya çok uyuyor. Zira, Tahran’da da, Washington-Brüksel cephesinde de deliler var ve Türkiye, tarafları birbirlerinden kopmamaları için hoş tutmaya, karşılıklı nasıl hareket etmeleri gerektiğini anlatmaya çalışıyor.
Türkiye’nin, İran’ın nükleer enerji edinmesine bakışı şöyle:
Ankara’nın korkulu rüyası, bu süreçte bir uzlaşı formülü bulunamaması ve İran’a karşı ya askeri bir harekat ya da ambargo ilan edilmesi. Zira böyle bir olasılık en çok Türkiye’yi vuracak:
Ekonomik yönden büyük zarara uğranılacak, olaylar Türkiye’ye sıçrayacak, ABD ile ilişkileri zehirleyecek bir sürece girilecek. Bölgedeki gerginlik, Irak’taki direniş, Filistin’deki savaş daha da büyüyecek.
İştebu sonucu engellemek için, Türkiye kollarını sıvamış durumda...
* * *
TAM BİR SAĞIRLAR DİYALOĞU YAŞANIYOR
Filistin-İsrail ile İran ile Batı cephesi (ABD-AB) arasındaki en büyük sorun “karşılıklı güvensizlik” ve “karşılıklı bilgisizlik” diye sınıflandırılabilir.
Batılıların, İran hakkındaki bilgileri son derece kısıtlı. Karar alma mekanizması hakkında yeterli bilgileri olmadığı gibi, özellikle Bush yönetiminin tepeden bakan, “biz ne diyorsak, zaman geçirmeden kabul edin” yaklaşımlarının, Tahran’da ne kadar tepki topladığının farkında değiller. İran’ı yönetenlerde de, Batıya yönelik son derece derin bir güvensizlik var. Batının verdiği sözlerden dönebileceği inancı son derece yaygın.
Durum böyle olunca da, karşılıklı mesajlaşmalar güçleşmekte, sağırlar diyaloğu yayılmakta. Buna bir de, her iki tarafın içeriye yönelik kahramanlık gösterileri, sırf kamuoyunu memnun etmek için yapılan konuşmalar eklenince, tam bir karmaşaya kayılıyor. Her iki tarafın içindeakıllı, mantıklı insanlar olduğu gibi, maceracılar da var.
İşteTürkiye’nin güllabiciliği bu alanda başlıyor.
Gül, Tahran’a koşuyor, Aman oradaki demeçlere bakmayın. Elinizdeki metinlerin satır aralarını okuyun. Elde ettiğiniz avantajları hesap edin”diyor. Arkasından Washington’a gidip “Allah rızası için susun. İran’lıları kışkırtmayın... Önerilerinizi bir miktar daha iyileştirin.” diyor.
İran, işi aceleye getirmemek için, Batı’nın koyduğu tarihlere uymak istemiyor.
Gül, Mottaki veya Laricani’yi arayıp, Batı’nın verdiği tarihlere uyamasalar dahi, işi çok uzatmamalarını tavsiye ediyor. En önemlisi, İran’lıları sürekli uyarıyor: Ateşle oynamayın... Masa üstündekileriküçümsemeyin, tavsiyelerinde bulunuyor. Washington’a dönüp “Eğer benim yardımcı olmamı istiyorsanız, o zaman emri vaki yapmayın. Önerilerinizi önceden bizimle paylaşın, görüşümüzü alın” mesajını veriyor.
İranlılar, Erdoğan-Gül ikilisine güveniyorlar. Bu güven duygusunun “dini bütünlükle” hiç ilgisi yok. Tahran, Ankara’nın farklı bir gündemi olmadığını ve oyun oynamadığını anlamış durumda. Üstelik, sağırlar diyaloğunu biraz anlaşılır duruma sokabilecek konumdaki tek ülke de, Türkiye...
İsrail ile Filistin arasındaki mücadele ise farklı. Orada, çok daha karmaşık bir “oyun içinde oyun” oynanıyor. Herkesin ayrı bir hesabı var. Türkiye’de de yine deli güllabiciliği düşüyor.
İsrail, Filistinlileri döverken, Ankara’yı arayıp Gül’den “söyleyin, Hamas silah bıraksın” diyor. O arada Hamas arıyor “perişan durumdayız, İsrail’i engelleyin” diyor. Oysa her iki tarafın ayrı hesapları oluyor. Arada da Türkiye kalıyor.
İşteben buna deli güllabiciliğidiyorum.
* * *
ÇÖZÜM OLASILIĞI VAR MI?
Evet var...
Bu sonuca varmamın başlıca nedeni, taraflarla yaptığım konuşmalardan edindiğim izlenimler...
Sonuç : Yüreğimiz ağzımızda bekleyecek ve Gül’ün, deli güllabiciliğinden bıkmaması için dua edeceğiz.
Paylaş